Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

			

Üye Eleştirileri


Üye Eleştirileri

Kayıp Sembol'ün Kayıp Sonu...

Dan Brown
Altın Kitaplar

Bu ay okuduklarım arasında 2000'li yılların en çok kazanan üçüncü yazarı Dan Brown'ın Kayıp Sembol'ü de vardı. Dan Brown'ın geniş kitlelere hitap eden daha çok dini, mistik, sanat, gizem temalarını içeren macera romanları yazdığından bahsetmeme gerek yok herhalde. Kayıp Sembol benim ilk Dan Brown'ımdı, sonrası gelir mi? Sanmıyorum.

Hikayenin ana kahramanı Robert Langdon, Harwardlı ünlü bir simge bilim profesörüdür. Bir Pazar sabahı akıl hocası ve yakın dostu Peter Solomon'dan aldığı acil bir konferans daveti üzerine Washington'a gider. Konferans vereceği Amerikan Kongre Binası'nda onu Peter'ın yerine kesik sağ eli ve içine sürükleneceği büyük bir macera beklemektedir. Roman sizi Kongre Binası'nın Rotunda'sından alıp hayal edemeyeceğiniz sırlarla dolu bir maceranın içine sürüklüyor.

Yazar, sıkı bir envanter çalışmayı macera unsurlarıyla birleştirip ortaya müthiş bir kurgu çıkarmış ancak bütün bunlar kitabın sadece gelişme kısmında kendini gösterebilmiş. Peki ya büyük son? Ne yazık ki kayıp efendim, henüz kendisinden bir haber alamadık(!) O müthiş kovalamacanın sonunda yaldızlı bir son beklerken yazarın sizi bit pazarına nur yağacağına inandırmaya çalışan, okurken gözlerinizi açık tutmakta zorlanacağınız dini içerikli nutkuyla baş başa kalıyorsunuz. Okursanız sizde göreceksiniz o son bölüm hem kendi içinde hem de kitabın bütününde kurgusal hatalara neden oluyor. Bu kitabın editörü olsaydım son kırk sayfayı keser atardım. Hadi yazar kendini kaptırmış görememiş ama bu hatalar başka gözlerden nasıl kaçmış pes doğrusu.
 
Kitabı teknik açıdan eleştirmeye lüzum görmüyorum. Envanter bilgiyi, kurguyu, karakterleri bir ortaokul çocuğuna verseniz o da Dan Brown kadar iyi(!) yazardı. Roman kişilerinin çözümlenmesi, kişi davranışlarındaki nedensellik, duygusal çözümlemeler ve iyi tasvirler aramayacaksınız. Özellikle tasvirlerin boşluğu Amerikan megalomanlığıyla doldurulmaya çalışılmış. Kısaca bu kitaptan edebi anlamda hiçbir şey beklemeyin.

'Ben beş yüz küsur sayfa kitap okuyamam, filmi çıksın izlerim' diyenlere de bir müjdem var: Columbia Pictures 2012 de filmini piyasaya sürmeyi planlıyor. Başrol için yani Prof. Robert Langdon kişisi için Tom Hanks'le görüşülmüş, fiyat üzerinde anlaşmaya çalışıyorlarmış. Bence de filmini bekleyin, hem daha az ödersiniz hem de gözünüzü daha iyi kitaplar için yormanızı tavsiye ederim.

Yorumlar

Yorum Gönder


bu kitap gerçekten güzeldi fakat diyebilirimki sonunu pek kavrayamadım ayrıca karmaşıktı kayıp kelime tam olarak açıklanmamıştı ve ben sonunda daha olağanüstü bir güzellik beklerdim

36%
64%

Dan Brown'ın nerdeyse tüm yazdıkları içersinde en şişirme eski kitaplarından artan bilgilerle ve inanılmaz bir acele ile yazdığı gerçekten kitabın %40 ının kitapta bulunmasa da olabileceği salt ticari bir acelecilikle toparlanıp yayınlanmış en kötü romanı, bitiremedim, son 20 sayfayı kendime saygımdan dolayı zorla okuyup tamamladım.

34%
66%

Yeni yorum gönder

Diğer Üye Eleştirileri Yazıları

Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.

Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.

Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.

'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.

Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.