Anadolu köylüsü, "Köylü, milletin efendisidir" vecizesiyle selamlanmasına rağmen Cumhuriyet Türkiye'sinin en çok ezilen kesimlerinin başında yer almıştır. Cumhuriyetle birlikte iktidar sahipleri liberalleşmek, ulusal burjuvaziyi yaratmak için köy sermayesini kullanmak; sanayi sermayesinin dolayımına sokmak istemişlerdi. Bunu yapmak, o günlerde sanayi sermayesi için yeterince birikim olmadığı için bir zorunluluktu. Köygöçüren romanı mülksüzleştirilip ırgatlaştırılmaya başlayan köylünün süregelen çilesine ışık tutuyor.
Kantarma köylüleri tesadüfen karşılaştıkları Büyük Başkan'dan susuzluktan kırılan köyleri için su talebinde bulunurlar. Başlangıçta bu talep, kuran kursu seçeneğide sunulunca ikinci plana düşer gibi olsa da başkan iki talebi de yerine getirme vaadinde bulunur. Buna rağmen köylünün su ısrarı pek hayırlı olmamıştır. Yapılan sondaj sonucunda su çıkması köylüyü sevindirir ancak suyun acı olması sevinçlerini kursağında bırakır. Acı su toprağa ve bitki örtüsüne zarar vermiştir. Latince adı cirsium arvense olan köygöçüren adlı otun bitmesi de köylüyü yıldırmıştır. Çünkü bu otu biçmek köylünün imkanları dahilinde değildir.
Bundan sonra çaresiz kalan köylü çare olarak kente göçü tercih eder. Kent burjuvazisi, oligarklar bu durumu kullanıp yağmaya başlarlar. Köylülerin topraklarını ucuza kapatırlar.
Burada köylünün cahilliği değil çaresizliği kullanılmıştır. Aslında köylü olan bitenin farkındadır. Romanda bu farkındalık kahramanlardan birinin, "Atatürk savaşı bizimle, Cumhuriyet'i beylerle yapmıştır." diyerek dile getirmiştir. Romanın öğretmen karakteri de köylüyü bu konuda bilgilendirmektedir. Öğretmen, romanın geçtiği 1950'lerdeki Marshall Planı, traktör alımı gibi Amerikancı, emperyalist unsurların köylünün yaşamına olan dolaylı etkisi konusunda köylüyü bilinçlendirir. Köylü, Grachus'tan (kendi deyimleri ile Gıraküs) haberi vardır. Grachus, toprakları eşitçe tekrar paylaşılması gerektiğini savunduğu için varsıllar tarafından kellesi uçurulmuştur. Bütün bunlar köylünün politikleşmesine neden olmuştur. Öğretmenlerin organize ettiği "Köylüye Destek Mitingi" başlamadan komünistlik yapılıyor diye engellenilir. Yeni palazlanan doktorların, avukatların, politikacıların ve tüccarların bahislerinde ise tarımın modernleşmesi ve mekanizasyonu, nüfusun yüzde yetmiş beşinin tarımda istihdam edilmesinin modernleşmeye olumsuz etkisi ve Ziraat Bankası'ndan alacakları yüksek krediler geçmektedir.
Yaşadığımız coğrafyanın en özgün anlatısı sayılabilecek "köy romanı"nın en önemli örneklerinden biri Köygöçüren romanıdır. Bu tür yapıtlar köyün toplumsal dönüşümlerden, üretim biçimlerinden nasıl etkilendiğini göstermesi açısından çok önemlidir. Bu etki ve dönüşümler ise melez bir kültür doğurmuştur. Bu kültürde kendi edebiyatını yaratmıştır.
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder