Suç ve ceza Dostoyevski tarafından ilmek ilmek ayrıntılarla işlenmiş büyük romanlarından biridir, zira söz konusu Dostoyevski olunca basit bir romandan bahsetmek söz konusu bile olamaz. Kitabı okurken Dostoyevski´nin kelimelerinin bakış açısından suç unsuruna; suçun, kitabın baş kahramanı Raskalnikov üzerinde oluşturduğu baskıların gerçekliğine şaşırarak tanıklık ediyorsunuz. Ayrıca toplum üzerinden yapılan bir takım çıkarımlarla okuyucuya sezdirilen suçun nedenlerini anlatmak konusunda gayet iyi bir iş çıkarmış Dostoyevski, Raskalnikov'un suçlu psikolojisine yönelik analizleriyse gerçekliğe uygunluk açısından okuyucusunu şaşkınlığa uğratıyor. İstemeyerek ya da bilerek okuyucuyu şöyle bir çıkarıma yöneltiyor: "suç varsa muhakkak bir takım bedeller de vardır ve bu bedeller işlenen suçun cezasıdır."
Kitap ilerlerken Sonya'ya içiniz burkuluyor, Katherina Ivanovna'nın acılarını dindirmek istiyorsunuz. Sayfalar hızla ilerliyor ve gözünüze çok kalınca gelen kitap bir çırpıda bitiveriyor.
Suç ve Ceza'dan Tutunamayanlar'ı kaleme alan Oğuz Atay'ın bunca çok etkilenmesine de şaşırmamak gerek çünkü Tutunamayanlar'ın temelinde tıpkı Yer Altından Notlar gibi Suç ve Ceza da boylu boyunca yatıyor.
Suç ve Ceza'daki bir takım kaybetmiş, başarısızlığa uğramış, cesaretini yitirmiş insanlar Tutunamayanlar'da Selim Işık oluyor, Turgut oluyor, günlük yaşamımızın da her köşesinde bu tip insanların var olmasından dolayı, suçun hep var olmasından dolayı, cezanın hep var olmasından dolayı Suç ve Ceza bir klasiktir.
Büyük Rus yazar Dostoyevski'nin eseri Suç ve Ceza Klasik Dünya Edebiyatının temel taşlarından biri olmakla beraber, bir solukta okunabilen, okuduktan sonra insana doygunluk hissi veren sayılı ve seçkin kitaplardandır.
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder