İstanbul Modern’in bahçesinde düzenlenen Sözünü Sakınmadan konuşmalarının ikincisinde eleştirmenler Semih Gümüş ve Ömer Türkeş’in konuğu bu sefer Hakan Günday’dı. Usta eleştirmenlerin Hakan Günday’la edebiyat üzerine sohbetleri umuttan şiddete pek çok konuya uzandı. Etkinliğe katılan yaklaşık 500 edebiyat sever de soruları ve yorumları ile söyleşiye dahil oldular.
Bir kumarhane fişi olarak umut
“Tek derdim hikaye anlatmak,” diyen Hakan Günday, anlatım biçimlerine hapsolmayı sevmediğini söyledi. Bir hikaye anlatırken yalnızca o hikayenin emrine uymak gerektiğinin altını çizen yazar, “Yasalara, ceza kanununa, ahlak kurallarına, çevrenize, o sırada moda olan edebiyat akımlarına kulak asmadan, sadece o hikayenin kurallarına uymak gerekir,” dedi. İlk romanı Kinyas ve Kayra’yı yazmadan önce en etkilendiği romanın Ferdinand Celine’in Gecenin Sonuna Yolculuk isimli romanı olduğunu, insanın içini kanırtan hikayeleri ve romanları sevdiğini söyleyen yazar, “Bir roman yazacaksam böyle bir roman olmalı düşündüm” dedi.
“Hikayenin sonu, hikayenin türünü, ne olduğunu, ne anlattığını belirler” diyen Günday, “Romanlarında biraz daha fazla umut olabilir miydi?” sorusuna, “Umut üzerinde çok düşündüğüm, durduğum bir konu. Benim için önemli ve hikayelerimde yer veriyorum. Bu bazen her zaman kasanın kazandığı bir kumarhane masasında bir kumarhane fişi oluyor, bazen bir vazelin markası,bazen de sayfayı çevirmek için bir sebep. Evet, belki tünelin sonunda daha fazla ışık olabilirdi ama bu o kadar da kontrol edebildiğim bir konu değil,” diyerek yanıt verdi.
Şiddet zaman kazandıran bir iletişim biçimi
Ömer Türkeş’in, Günday’ın romanlarında şiddet öğesine dikkat çekerek, “Özellikle ‘Zargana’da şiddet önemli bir rol oynuyor. ‘Az’ romanında da öyle. Neden? Şiddetin insanı belirleyen birşey olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sorusuna yazar şiddetin “zaman kazandıran bir iletişim biçimi” olduğunu söyleyerek yanıt verdi: “Zaman kazanmak için. Şiddet zaman kazandıran bir iletişim biçimi. Hikaye anlatırken, karakterleri insanlar arasındaki ilişkiyi incelersiniz. Bu iletişimi farklı yollarla anlatabilirsiniz; sevgi, saygı ya da para alışverişi üzerinden anlatabilirsiniz. İnsan ilişkilerini şiddet üzerinden de anlatabilirsiniz. Psikolojik ve fiziksel her türlü şiddetten bahsediyorum. Şiddette insanın çıplaklaşması söz konusu, daha dürüst. Şiddet söz konusu olduğunda üç karakter var; şiddeti uygulayan, mağdur ve izleyen. Üç saniyelik bir anda üç karakter hakkında çok şey söyleyebilirsiniz: İzleyenin sessizliği, mağdurun başka bir sahnede kendi şiddet uygulaması, şiddeti uygulayanın tavrı... Şiddet karşısındaki duruşlarına göre insanların yaşamdaki duruşlarını anlayabiliyorsunuz.”
Ömer Türkeş, Günday’ın romanlarındaki şiddetin hayatın içinden çıktığını, Amerikan filmlerindeki gibi bir estetikleştirme söz konusu olmadığını belirtti: “İğrençlik olarak değil, şiddet hikayenin çok gelişine özgü. Romanlardaki şiddet çok biçimsel ve tiksindirici değil.” Semih Gümüş ise romanlardaki şiddet öğesiyle okur kitlesinin gençliği arasındaki ilişkiye değindi. Şiddetin farklı biçimde işlenmesinin edebiyatımızda yeni sayılabileceğine, yaşlı kuşağın pek alışık olmadığına, gençlere ise çekici geldiğine vurgu yaptı. Yazarın anlattıklarının yeni olmasının daha yaşlı okuyucuların yakınlık duyamamasına yol açmış olabileceğine değindi.
“Kötülük olunan birşey mi, yapılan bir şey mi?”
Söyleşi de Günday’ın romanlarında şiddet ve umut konusu dışındaki temalara değinildi. ‘Piç’ romanında haraket yoksunluğunun üzerine yazmaya çalıştığını söyleyen Günday, “Kaç saat aynı yerde durulabilir, ne zaman polis vb gelip müdahale eder, müdahale edince ne olur? Bu ihtimaller üzerine düşündüm,” dedi. İlk 3 roman bir bütün olduğunu söyleyen Günday, son romanı içinse “Ellis’in Amerikan Sapığı kitabındaki “Kötülük olunan birşey mi, yapılan bir şey mi?” sorusuna cevap arıyan bir roman aslında,” yorumunda bulundu.
Günday kendi kitaplarının “yeraltı edebiyatı” olarak anılmasına ise şu yorumda bulundu: “Bu tarz sınıflandırmaların ticareti hızlandırmak için olduğuna inanıyorum. Her isim için pirinç bir levha yapıp kitapları öyle satmak mümkün değil. İnsanların kafasında her yazar için bir klasör açmak zor, bu yüzden varolan üstbaşlık klasörlerine yerleştiriliyor. Bugün “yeraltı edebiyatı” klasöründe yer alan bir yazarı yarın “kişisel gelişim” klasöründe görmek de mümkün, hayat böyle birşey çünkü.”
Genelkurmay’dan soruşturma isteği
Bir okurun “Ölüm Pornosu kitabının başına saçma sapan şeyler geldi. Siz de şiddeti işliyorsunuz, belki arkanızda Doğan Kitap olduğu için bugüne kadar böyle birşey olmamış olabilir ama kitaplarınınz başına böyle birşey gelmesi ihtimali var mı sizce?” sorusu üzerine Günday, ‘Ziyan’ romanının başına gelenleri anlattı: “Ziyan’la ilgili Genelkurmay savcılıktan soruşturma istedi ama savcılık gerek görmedi. Ama daha önce dediğim gibi, romanı yazarken yasa, ahlak gibi şeylerden vazgeçmeli ki hikaye bir an için de olsa özgür olsun. Sonrasında pişman olmak için bütün bir hayat var nasılsa.”
Okurlar arasından “Az” romanıyla ilgili de eleştiriler geldi. Bir okur romanın formüllere dayalı olduğunu, diğer romanlarının daha doğaçlama olduğunu belirtirken Günday, “Yazarın her zaman iyi birşeyler yapmasını beklenmemesini, bazen saçma sapan şeyler yazması gerektiğini” söyledi. Yazar, romanın kurgusu ile okuyuculardan gelen eleştirilere cevaben, “O iki insanın bir araya gelmesi ile ilgili bir hikaye. Aynı görünselerde başka kişiler olmalarına ama her karşılaştığımızda bizim aynı kişiyi görmememize ilişkin. O yüzden arada olanlar beni ilgilendirmedi. Biraz da sıkıldım belki.”
Hızlı okununca sarhoş eden ‘Yumuşak Makine’
Günday “Tablo karşısında dakikalarca duran seyirciden, önünden saniyede onlarca resim geçen seyirciye geçerken ‘hızlı anlatıların’ mı moda olduğunu, bizde bu geçişin biraz hızlı bir sıçramayla mı gerçekleştiğini” soran bir okura, “Hızlı yazılan roman var mı bilmiyorum, ama hızlı okunan roman var. William Burroughs’un Yumuşak Makine’si hızlı okununca sarhoş ediyor. Ben denedim oluyor,” diyerek espriyle yanıt verdi.
Kendinin nereye ait hissettiğinin ve yazarken ne düşündüğünün sorulması üzerine bir kez daha hikaye anlatıcılığına vurgu yapan Günday, “Kendimi yalnızca hikayelere ait hissediyorum. Bir yere ait hissetmiyorum. Ve sadece onlara ait hissettiğim için yazıyorum. Ne düşündüğümü de bilmiyorum. Ne düşündüğümü anlamak için, bir düşünme biçimi olarak yazıyorum. Yazarak en uzak noktaya ulaşabiliyorsunuz. Yazma nedenlerimden biri de bu,” dedi.
Piç romanı Ümit Ünal tarafından sinemaya uyarlanmakta olan yazara kendisinin ne zaman sinema yapacağını soran bir okurla önce, “Köşede birikmişiniz varsa hemen girelim,” diyerek şakalaşan Günday, sinemanın ayrı bir meslek olduğunu, yapmayı düşünmediğini belirtti. Şiir yazıp yazmadığı sorusunu ise “Arada şiir düşünüyorum ama yazmıyorum,” diyerek yanıtladı.
Başlı başına bir tür: küçük İskender
'Sözünü Sakınmadan'da gelecek ay Semih Gümüş ve Ömer Türkeş, İstanbul Modern'in bahçesinde Hakan Günday'ın "başlı başına bir tür" olduğunu söylediği küçük İskender'i ağırlayacaklar.
Etkinliklerden haberimiz olsa keşke,,,
Osman Bey, etkinliklerimiz ayda bir yapılıyor. Ancak Ağustos ayı içerisinde bir sürprizimiz olabilir!
Bu etkinlik yazıda olduğu gibi "her ay" mı, yoksa "her hafta" mı?
Çok güzel böyle bir kalabalık beklemezdim (fotonun etkinliğe ait olduğunu varsayıyorum)
sabit fikir'in etkinlikleri de içeriği de çok iyi. dün akşam oradaydım, cruise gemisinin sesi de olmasa her şey 4-4'lük olacaktı. elinize sağlık.
Sabit, iyi gidiyosun, bu etkinlikler iyi oluyo. Devam et.
Yeni yorum gönder