Şair, denemeci, romancı, çevirmen, edebiyat profesörü... Kanadalı yazar Anne Carson’ı Kırmızının Otobiyografisi adlı, antik Yunan destanlarını hatırlatan romanıyla da tanıyor olabilirsiniz, en başta saydığımız diğer kimlikleriyle de.
Literary Hub adlı edebiyat platformu, geçtiğimiz günlerde 68. yaşını kutlayan Carson’ın yazma pratiği üzerine söylediklerini derledi. Yazma eylemiyle ne denli haşır neşir olursak olalım, hepimizin zihnini açabilecek tavsiyeler bunlar.
Aşağıdaki tavsiyeler size yetmezse, Kırmızının Otobiyografisi'nin kapağını açıp ilk sayfasını okuyabilirsiniz. Gertrude Stein’dan şu alıntıyla başlıyor bu şiirsel roman: “Kelimelerin kendi istediklerini, kendi yapmaları gerekeni yaptıkları hissini çok seviyorum.”
İşe bir sorun yaratarak başlayın
Kendinize başlangıç noktası olarak öyle bir sorun belirleyin ki, bunu çözmeye çalışmak sizi hiç tahmin etmediğiniz, hayalini bile kurmadığınız sorunlara doğru götürsün.
“Sil” tuşuna basmaktan korkmayın
Yazdıklarınızı hiç çekinmeden, acımasızca düzeltin. Kendi editörünüz olun, silmekten zevk alın. Silmek eğlencelidir!
Orijinal fikrinize dönün, ilk notlarınızı karaladığınız kağıdı bulun
Yazdıklarım sıklıkla dağılıp gidiyor, okurlar için için fazla tuhaf hale geliyor. Bazen kendi kendinin parodisine dönüştüğünü hissediyorum. Sezginiz dışında size burada yoklgösterecek çok az şey var. Bu noktada en mühimi, fikir zihninize ilk düştüğünde nasıl hissettiğinizi hatırlamak. Fikri ilk bulduğunuzda bir yere not ettiyseniz, o notların büyüleyici bir ikna ediciliği oluyor. Tertemiz boş bir sayfaya aynı kelimeleri yazsanız, aynı etkiyi yaratamazlar.
Ekip çalışmasını deneyin
Başkalarıyla birlikte çalışmak, yazdığım şeyin merkezinden mesafe almamı sağladığı oranda işliyor benim için. Üzerinde çalıştığım şeyi, merkez noktasından organize edip yönetmiyorum. Tek bir dayanak noktam yok. Bu bana daha gevşek bir bakış açısı sağlıyor, endişemi azaltıyor ve yaratıcı olmama olanak tanıyor.
Türlere, kategorizasyonlara kafanızı takmayın
Nihayetinde, neyi nasıl yazmanız gerekiyorsa, ne yazmak istiyorsanız öyle yazıyorsunuz...
Yazdığınız şiirleri fiziksel birer nesne gibi görün
Bir şiir yazmak bir nesne yaratmak gibidir. Ben her zaman onları bir şiirden ziyade bir çizim olarak düşünürüm. Çizim dediğimiz şey de dilin alanındadır. Böyle düşünürseniz kitaplara dair farklı bir bakış açısı geliştirmiş olursunuz; onları, hem fiziksel olarak hem metinsel düzlemle varolan şeyler olarak görmeye başlarsınız.
Dili sınırlarına doğru zorlayın (Antik Yunan’daki gibi!)
Aeschylus gibi büyük trajedi yazarlarının metaforları kullanışında beni cazbeden bir şey var. Bu taklit edilebilecek bir şey de değil belki ama belli bir yoğunluğu var. Metaforu, deyim yerindeyse sıkıştırıp yoğunlaştırıyorlar ve bunu yaparken ille de bir mana ortaya çıkarma kaygıları yok. Anlamın eşiğinde manevra yapıyorlar sanki ve dilin sınırları da orada bir yerlerde bulunuyor olmalı.
Ortaya koyduğunuz fikirleri farklı açılardan değerlendirin
Zihinim bir yığın şeyle dolu karman çorman bir sepet gibi. O yığının arasında yol gösterici bir fikre yaklaştığımı hissediyorum. Fikirleri yeniden sıralayıp diziyorum, farklı kavramlar ışığında onlara bir daha bakıyorum. Sonra tek bir fikre tutunmaya başlıyorum.
Ne yaptığınızı tam bilmeseniz de çalışmaya devam edin
Bazen, bir konuda ne düşündüğümü kestirebilmek adına yazıyorum... Ne yaptığını bilmiyor olmak, yaptığınız şeye devam etmemek anlamına gelmemeli. Hepimiz, el yordamıyla bir şekilde ilerliyoruz.
Yeni yorum gönder