Yazar Orhan Pamuk’un son romanıyla aynı adı taşıyan ve 10 yılı aşan hayalini görünür kılan Masumiyet Müzesi, İstanbul Çukurcuma’daki 1897 tarihli eski bir Rum yapısı olan tarihi, üç katlı ‘Bruckner Apartımanı’nda (romandaki namı diğer, Merhamet Apt.) kültür ve sanat dünyasının ilgisine sunuldu. Bilindiği gibi, Pamuk bugüne dek altmış dile çevrilen romanında, Kemal’in sevgilisi Füsun’un eşyalarını nasıl topladığını ve onları müzeye hangi mantıkla yerleştirdiğini anlatıyor idi.
Modernitenin post-modernite ile kanlı bıçaklı olduğu sayılı coğrafyalardan biri olan Türkiye’de, yazarın bu romanı ortaya koyduğu süreçte maruz kaldığı türlü maddi manevi krize rağmen, Masumiyet Müzesi’nin yine de ‘bir umutla’ açılmış olması, mevzubahis her iki taraf kavramın da masumiyetini sorgulamamızın önünü, lezzetli bir acıyla açıyor desek, yanlış olmaz sanırız.
Tabii, masumiyet, anlam bağlamında bugün özellikle ağır kapitalizmin getirdiği sosyal yabancılaşma ve devletin yarattığı ürküntünün bireyde gebe bıraktığı siyasetsizleştirme ve kişiliksizleştirme, hatta bireyi mallaştırma krizi üzerinden, tekil katmanda çoktan beri yitirilmiş bir şey olduğu için, bu mevhumun müzesinin (hatta kinayeli bir gönderme ile metaa / ‘türbesi’nin de denebilir) açılıp, temsil ettiği değer ve şeylere melankoli ile inananların mekana akın etmesine, zaten şaşırmamak gerekiyor.
Bir defa, başlıbaşına Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Pamuk’un kendisi bile, bugünkü Türkiye için çok şey ifade ve vaat ediyor. İstanbul’a olan hayranlığını her fırsatta yazarak (İstanbul kitabı – İletişim Yay.) ve görüş vererek ifade eden Pamuk, (inandığı değerler sınırında) ülkesinde İnsan Hakları ve evrensel demokratik değerlere ters düşebilecek her vukuatın mağduru olagelmiş köken ve bunlara mensup bilumum bireyin ödünsüz savunucusu olarak ‘aydın’ tavrını, bugün kelimenin tam manasıyla canı pahasına sürdürüyor.
Pamuk’un, kalp kırmızıya boyalı Masumiyet Müzesi, adeta nazlı, dokunsanız şangır şangır size boşalacak çıtkırıldım bir kilit sandığını çağrıştırıyor. Pamuk, bu sandığın içinde, okurlarının sadık zekası refakatinde birçok farklı kapıya açılası pek çok antropolojik anahtar saklıyor. Bu sandığın kılıfı da, kendisi, yani yazarın romanı. Böyle dememizin bir başka nedeni daha var. Bu nazik yapının, aslında son derece sağlam bir altyapısı da mevcut aslında: Müze, bir deprem bölgesi olan İstanbul’da kurulması nedeniyle, mimar ekibinin itinası sonucu raylı sistemler üzerine sağlamca inşa edilmiş. Olası bir ziyana karşı, müzede sergilenen her objenin sigortasını sağlayacak düzeyde ciddi bir bilgi bankası bulunuyor. Yine, Pamuk’un, müzedeki belli başlı nesnelerin tıpkı yapımlarını, meraklıların koleksiyonuna katacağı yönünde iddialar bulunuyor.
Pamuk, tümüyle kurgusal (hadi önerelim, metafizik?) bir malzeme üzerine ‘materyalize’ ettiği, romanın sarı kanaryası Limon’u dahi unutmadığı, ‘Vim’li, tarihi cikletli, Ankara Ekspres’li Masumiyet Müzesi’nin kapılarını açarken, bilim-kurgu filmlerinden olma bir ‘zaman ve mekan tüneli’, hatta yine kitaptaki Kozmonot köpek Layka’dan ödünç bir gözle benzetelim, spiral, sarmal, galaktik, uhrevi bir duygu hortumu inşa etmiş oluyor.
Bu tünelin yarattığı hissi cereyan ve heyecan ise, ilk elde, geçmiş, bugün ve gelecek arasında türbülansa giren okurun yaşadığı ‘euphoria’ ve beraberinde gelen duygusal farkındalık olarak bizlere geri dönüyor.
Müzeyi, duruş ve zamanlaması açısından daha içeriden, içeride anlamak için, romanı, dahası Kemal’in fikirlerini okumak ise, en pratik yöntem elbette. Kaldı ki, müze içinde tasarlanan ve birden fazla dile sahip roman örnekleri ve oturma birimleri, bunun en sevimli delili.
Bu gereksinime örnek vermek gerekirse, 578. sayfada, Kemal’e göre,
“…Batı’daki müze modasını gören bizim kültürsüz, güvensiz zenginlerimiz, korkarım onları taklitle, lokantalı modern sanat müzeleri açmaya heves ediyorlar. Oysa resim sanatında milletçe bir bilgimiz, zevkimiz ve hiçbir yeteneğimiz yoktur. Türk milleti kendi müzelerinde Batı resminin kötü taklitlerini değil, kendi hayatını seyretmeli. Bizim müzelerimiz, zenginlerimizin kendilerini Batılı hissetme hayallerini değil, bizim hayatımızı göstermeli…”
Romanda yer alan kroki ve armağan edilen tek girişlik sembolik bilet, ışığa dönen pervaneler gibi biçare tutkulu Pamuk okurları için, romanın temsil edip özlettiği şeylerin üstlendiği tüm değerleri daha da hakikileştirmeye yarıyor.
Romanı için, eserin ‘muse’u / ilham perisi Füsun’a aşık Kemal üzerinden birçok müze ve ‘çöp ev’e dair gözlemde bulunduğu (yine romandan) anlaşılan Pamuk’un bu tavrındaki asıl romantiklik, sanırız bu tecrübenin ‘ilk ve son’ olma haliyle kendini gösteriyor.
Pamuk, romana teğellenen sembolik ‘tek bilet’le, yaşam için çok basit ve derin bir metaforu elimize bırakıyor: “Yaşam, ilk ve son kez yaşanacak kadar masum, biricik, bireysel ve unutulmaz bir tecrübedir.” Naçizane en çok takıldığım nokta, bu biletin niçin ‘çok girişli’ olmadığı ya, bu başka bir dertleşme konusu diyebilirim. Müzeye çoklu giriş çıkış demişken, yazar, müzenin ‘iç organları’nı oluşturan ve aynı zamanda romanın seksen üç bölümünü ortaya koyan eşya / hatıra yerleştirme kutularından kimilerini, şimdilik kırmızı perdecikler arkasında saklamayı tercih etmiş. Bu, müzeyi ilerleyen zamanlarda yeniden ziyaret ve merak etmemiz için sevimli afrodizyak kırmızısı birer vesile olarak dikkat çekiyor.
Müzede ziyaretçileri, romanın kahramanı Füsun’un içtiği 4 bin 213 sigaranın etkileyici yerleştirmesi karşılıyor. Bu yerleştirmedeki her bir Samsun izmaritine, Pamuk’un el yazısını dahil ettiği, yazarın ailesi için ‘resmi basın kaynağı’ sayılabilecek Milliyet gazetesi kaynaklı ‘belirli günler ve olaylar’ refakat ediyor. Yine, yazarın çok büyük emeğinin geçtiği müzenin olmazsa olmazı diyebileceğimiz nazar boncuğunu ise, Pamuk’a annesi hediye etmiş.
Roman tamamlandığında Pamuk’un evini ve yazıhanesini dolduran binlerce eşyaya, müzenin yapımı sırasında dört yıl boyunca başka pek çok eşya ve sanat eseri, video filmler, fotoğraflar ve İstanbul’un geçmişini hatırlatan ses yerleştirmeleri de eklenmiş. Pamuk, çalışmalarını, Türk mimarlar İhsan Bilgin, Cem Yücel ve Alman mimar Gregor Sunder Plassmann ile gerçekleştirmiş. Müzeye destek veren öteki sanat ve kültür insanları ise, bildiğimiz kadarıyla Sinan Çetin’den Serdar Erener’e, Cevdet Erek’ten Nil Karaibrahimgil ve Vahit Tuna’ya değin uzanmakta. Bu liste de insanın aklına ister istemez Pamuk’un hem bir küratör, hem de kavramsal sanatçı misali ter döktüğünü getiriyor!
Yine, on beş yıl boyunca romanı ve müzeyi birlikte düşündüğünü belirten Pamuk, ziyaretçilerin romanı okumamış olsalar bile müzeden zevk alacaklarını ve müzenin kendi başına bir hikaye anlattığını söylüyor. Bu bağlamda müze romanın, roman da müzenin besin ve okuma kaynağı olarak sınırsız bir iletişimin olanağını elde ediyor. "Bir yanıyla da, Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi'ndeki roman bölümlerini yorumlayan görsel hatıra kabinleri, insana eski minyatürlerin dikey, üst üste, sahife ruhunu çağrıştırıyor aslında..."
(Çizim: Dünya Atay)
Ama Pamuk özellikle bir şeyin altını çiziyor: Ne müze romanı, ne de roman müzeyi deşifre etmiyor. Müze, arada bir yerde güzelce durabildiği için olacak ki, yine önemle anımsamak gerekirse, müzenin vücuda getirdiği meta - fiziksel ve sosyal bellek, İletişim Yayınları tarafından ayrıca Şeylerin Masumiyeti başlığıyla kataloglanmış durumda. Bu minvalde okurların bu kitaba özellikle erişimleri, müzeyi içerden (Pamuk’un iç sesi ile) gezmeleri açısından harika bir yoldaşlık vesilesi oluyor. Keza, katalog ve Pamuk romanları ile, müze ‘souvenir’leri, ayrıca müze bünyesindeki bir dükkanda satılmakta. Burada satılacak şeyler arasında, sınırlı sayıda üretilmiş, kelebek formlu Füsun küpeleri, müzede izlenen afiş ve krokilerin replikaları da bulunmakta. Bunlara sevimli bir ek olarak, müzenin kendisi de, Pamuk’un romanlarında sıkça andığı ‘Alaaddin’in Dükkanı’nın ruhunu bünyesinde taşıyor. Öte yandan, müzedeki fotoğrafların birçoğu antikacılardan edinilirken, fotoğraflar arasında Pamuk’un bizzat çektiği kareler ile Ara Güler’e ait enstantanelere de rastlanıyor.
Buna mukabil, Masumiyet Müzesi’nde yazılı bir rehber yok. Müzeye giren herkesin, kendi tecrübesini yaşaması ve ziyaretçilerin şahsi ve hakiki tarih arasındaki çizgiyi biraz daha silikleştirerek mekanı tecrübe etmesi öngörülmüş. Ayrıca, belli bir ‘kentli’ kıyafet giyinen rehberlerin, ziyaretçileri bilgilendirmesi düşünülmüş.
Kemal’in çatı katındaki yatak odası, müzenin en mahrem, duygulu noktası gibi. Buradaki objelere ziyaretçinin erişimi, kadife halatlı, pirinç döküm direkli bir bariyerle kibarca engellenmiş. Burada, Kemal’in çekmecesindekiler, Füsun’un fotoğrafı ve meşhur üç tekerlekli çocuk bisikletine rastlamanız olası. Yapının bu katında, romanın birçok baskısının yanında, görme engelli edebiyatseverlere yönelik sesli kitaplar da teşhir edilmekte. Yine bu bölümde izleyici ve okurlar, Pamuk’un romanı yazdığı orijinal not defterlerine, müzenin ilk taslak desenlerine, en ilginç ve aktüel zamanlama biçimiyle erişebiliyor. İşte, müzenin bu doruk katında, yazarın tarihi ile, karakterin tarihi çok mahrem bir mübadeleye giriyor.
Öte yandan yine, Masumiyet Müzesi’nin, Füsun’a hediye edilen yahut onu anımsatır nice broşları ve elbette küpelerini anan sempatik logosuna ilk baktığımızda, atom parçalarının döngüsel soyutluğuna benzer halleriyle, ‘logos’u, Aristo’cu mantığı simgelediği denli, uçuculuğu, göreceliği ve geçiciliği anıştıran, güzelliğiyle ve dokunulmazlığıyla bizleri kendine hayran bırakan kelebekleri de anmamamız mümkün değil.
Bize, platonik aşkın ve hayat bilgisinin idealar evreni ve ‘mağara’ aksini çağrıştırırken, biraz da ‘ilham perisi’ni anıştıran bu romantik logo, bir hüzün ve çağrışım yuvasına dönüşen müzenin de kurumsal sembolü. Aşk demişken, Tanpınar ve Bergson’un da ruhlarına ebediyen ev sahipliği yapar haldeki bu müzede, İstanbul manzaralarıyla birlikte 1950’li ve 1970’li yıllardan kalma Türk filmlerinde yer alan öpüşme sahnelerini çağrıştıran, romanda da yer alan bir bölüm bulunmakta...
Müzenin, anlatılamayıp, yaşanacak bu tecrübeye binaen, naçizane en güzel mesajı nedir diye soranlara, şu ucu açık yanıtı vermek ise en doğrusu olurdu: “İnandığın, gerçektir.”
(Çizim: Dünya Atay)
15. bölümde bulunan 'Bazı Nahoş Antropolojik Gerçekler' başlığından. Erkeklerin yan çizip evlenmediği kızların davaları gazeteciler tarafından izlenir, genç kızların yayımlanan fotoğraflarında ve polis baskınında yakalanan fahişelerin fotoğraflarında da kullanılırdı.
Masumiyet Müzesi Sempozyumu'ndan arda kalan
Orhan Pamuk’un 28 Nisan 2012’de Masumiyet Müzesi’ni ziyarete açmasını takiben, 5-6 Mayıs 2012 tarihlerinde de, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü tarafından, Masumiyet Müzesi için Pamuk’un da katılımıyla iki günlük bir sempozyum düzenlendi.
Üniversitenin Fındıklı Yerleşkesi, Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda bir araya gelen akademisyenler, eleştirmenler, küratörler, psikanalistler, sinema emekçileri, iki gün boyunca romanı ve müzeyi çeşitli açılardan değerlendirdi. Etkinliğin en bereketli yanı, disiplinlerarası bir kavşak olarak roman ve müzenin, birçok insanın bir araya belki de ilk defa gelmesine zemin hazırlamış olmasıydı.
Sempozyumda Masumiyet Müzesi’nin kuruluşunda emeği geçen ekip ve Orhan Pamuk da söz aldı. Müzenin katalogu Şeylerin Masumiyeti’nin de geniş olarak tanıtıldığı sempozyumda, Demet Haselçin’in TRT Türk için hazırladığı, müzenin on iki yıl boyunca nasıl kurulduğunu adım adım görüntüleyen belgeselin ön gösterimi yapıldı.
Sempozyumun ilgi çekici bölümlerinden biri de Zeki Demirkubuz’un 'Yeşilçam’ın Masumiyeti' üzerine Zahit Atam’la yaptığı söyleşiydi. Naim Dilmener, Nino Varon ve Murat Meriç’in hazırladığı 'Müziğin Masumiyet Çağı' adlı bir etkinlikle de taçlanan sempozyumun en özel sunumlarından biri, Prof. Dr. Jale Parla’dan geldi. Açılışını, Pamuk’a ‘Baykuş’lu mavi bir plaket de takdim eden MSGSÜ rektörü Prof. Yalçın Karayağız ve Parla’nın yaptıklarıı sempozyumda, Abdullah Uçman, Murat Belge, Besim Dellaloğlu, Bilal Aydın, Engin Kılıç, Turan Karataş, Mehmet Tekin, Asuman Kafaoğlu Büke, Esin Pervane, Umut Tümay Aslan, Alaattin Karaca, Asuman Suner, Türküler Özgül, Handan İnci, Darmin Hadzibegovic, Özge Şahin Uğurel, Emre Ayvaz, Nüket Esen, M. Fatih Uslu, Ayşe Düzkan, Talat Parman, Deniz Şimşek, Kaya Genç, Zeki Coşkun, Burcu Pelvanoğlu, Nazım Dikbaş, Levent Çalıkoğlu, Murat Özelmas, Kıymet Daştan, Cevdet Erek, Refik Anadol, Pelin Kıvrak, Onur Karaoğlu gibi imzalar bir aradaydı.
Prof. Dr. Jale Parla'dan çarpıcı okumalar
Tekrar pahasına, Prof. Dr. Jale Parla’nın etkinlikte yaptığı 'Masumiyet, Müze, Merhamet: Masumiyet Müzesi ve Masumiyet Müzesi' başlıklı sunum, gerçekten çarpıcıydı. Tümü kitaplaşacak bu oturumlar arasında ilk sırayı alan konuşmasında Parla, kendisinin Sabit Fikir’e özel izniyle, cımbızladığımız şu güzel ifadeleri kullandı:
- “Siz küçükken müze gezdirilmekten zevk aldınız mı? Ben almadım. Yakın çevremde de müze meraklısı çocuk tanımadım. Çünkü bizim götürüldüğümüz müzeler, sanat, tarih, teknoloji, etnografi hangisi olursa olsun bize bir şekilde okulu hatırlatır; gezilecek, görülecek değil öğrenilecek mekanlar olduklarını hissettirirdi. Bunun nasıl başarıldığını anlatmayı biraz sonraya bırakarak şu soruyu sormak isterim. Bir çocuğu Çukurcuma’daki Masumiyet Müzesi’ne götürseniz ne yapar sizce? Bence hemen ilgilenir; eğer yalnızsa her şeyi karıştırır, vitrinleri açmaya çalışır, ortalığı darmadağın eder. Konuşmama böyle başlamamın nedeni lafı çocukluktan çocuksuluğa getirmek ve Masumiyet Müzesi’nin çekiciliğinde bu çocuksuluğun da bir payı olduğunu söylemek. Zaten roman da böyle başlıyor…”
- “…kaçınılmaz bir biçimde gözüme çarpan şey, müze fikrinin Masumiyet Müzesi romanından ne kadar daha eskiye gittiğini görmem oldu. Kara Kitap’ta kesinlikle hakim bir temaydı. Hatta ilk romana kadar geri gittiği söylenebilirdi. Cevdet Bey’e kadar.. O zaman güldüm kendi kendime, ne kadar boşuna nefes tüketmişiz, dedim. Elbette ısrar edecekti Orhan Pamuk. Müzeyi gezdikten sonra ise açıkça anladım ki müze fikri bu romanda —örneğin Tanpınar’da olduğu gibi, bir motif ya da leitmotif filan değildir— zaten roman müze için yazılmıştır.”
- “…83 bölümün 83 kareye hapsedilmesinde bir montaj fikri var elbette. Montaj fikri Pamuk’un metinlerinde zaten var: En çok da Kara Kitap’ta. Edebi montajın izdüşümü olarak müzede montajla başarılan şey şu: Müze romanı, roman müzeyi destekliyor. Kuvvetlendiriyor, zenginleştiriyor. Ama aynı zamanda ayrı ayrı da var ediyor. Çünkü montajın temelinde bu fikir yatar: Hem beraber, hem ayrı durmak, durabilmek. Pamuk, bütün kitaplarında denediği 'parçaların poetikası' dediğim bu montaj sayesinde okuru hikayeye bağlar, onu karakterlere çok yaklaştırmaz ama küçük hikayeleri sahiplendirir. Çünkü hayatımız da sürekli, kesintisiz bir şey değildir. Hayatımız en eski anılarımızdan bugüne tam bir sekans olarak değil, bütün bir nehir olarak değil, kesik kesik parçalarıyla bizimdir; bir montajdır belleğimizde.”
Bir küratörden ötekine mesajlar
Masumiyet Müzesi Sempozyumu’nda birçok açıdan, bu sürecin okuması yapıldı. Bu profesyonel okumalardan biri de, etkinliğin ikinci gününde, İstanbul Modern Sanat Müzesi Şef Küratörü, Sanat Eleştirmeni Levent Çalıkoğlu’ndan geldi. Çalıkoğlu’nun sunumundan, ‘küratör’ Orhan Pamuk’a dair cımbızladığımız narin kelimeleri ise, şunlar oldu:
- “…Orhan Pamuk'un önerisi açık ki modernizmin içindeki 'müze-ev' fikrinden geliyor. Bireyin, kişisel hikayelerin merkez alındığı bir model bu. Müzenin bir yaşam alanından dönüştürülen bir mekanla özdeşleştiği, nesnelerin doğal halleriyle kendilerini görünür kıldığı bir müze modeline referans veriyor. Farklı özellikleriyle 'deha-ayrıksı-yaratıcı bireylerin' evlerinin ilginçliğini vurgulayan bu model Pamuk'un önerisiyle farklı bir zemine oturuyor tabii ki.
Öncelikle edebi bir kurgudan doğuyor bu müze ev. Örneği daha önce görülmemiş bir şekilde düşünsel bir alandan çıkarak, bir metnin içindeki imgeleme referans veriyor. Belki gelecekte ondan kurtulacak olsa da ana vatanı, yurdu, toprağı, tarihselliği, coğrafyası, bilgisi bir romandan geliyor. Her zaman için sağlaması gibi algılanacak olan, doğruluğu ve işaretleri romanın içindeymiş gibi algılanan bir kökü var. Kökün sahibi yaşıyor, yazıyor, konuşuyor. Şimdilik onsuz düşlenemeyecek bir bilgi yayıyor. Kurgusal da olsa bu bilgi anlatıcısının kimliğiyle özdeşleşiyor. Kendisini ne kadar ayrıştırmaya çalışsa da kurgunun sahibi şimdilik bizler için bir dış ses, giriş kapısını bekleyen bir bekçi, duvar metinlerindeki anlatıcı, evde yaşayan bir hayalet... Literatürü değiştirecek müze evin kendisini henüz onsuz tecrübe etmek mümkün değil.”
'Masumiyet Müzesi' roman olarak daha mantıklı
Elbette, sempozyumun ‘altın anlar’ını, asistanları Onur Karaoğlu ve Pelin Kıvrak’la masa başına geçip, etkinliğin ikinci gününde, siyah takım elbisesi ve Leica kamerasıyla heyecan içinde moderatörlük de yapan Pamuk kaydetti. İşte, Pamuk’un sempozyumdaki yoğun, heyecanlı konuşmasından, not alabildiğimiz kadarıyla, kimi satır başları:
- “…Şeylerin Masumiyeti’ni Türkçe yazıyorum, İngiltere’de Ekin çeviriyor; İstanbul’da birçok insan var; baktığımda, 'Amma iş' diyorum ve her şeyin tek farkında olan da benim. (…) Bir yandan çok kalabalık ve çok global. Ama konu nostalji!”
- “…Bir roman yazdım, romanın anlattığı hikayeye koşut bir müze ve bir de katalog var. Bana, 'Bunu neden yaptın ey Orhan' diye sorarsanız, ben de o zaman birazcık geri çekilirim. Bu soru, en çok karşılaştığım sorulardan da biri… İnsanlar röportaj yapıyorlar; size bu romanın anlamı ne derken kimisi kitabınızı okumuş, kimi okumamış; bir roman, nasıl sizin de farkında olmadığınız, olmak istemediğiniz çeşit çeşit dürtülerle, çeşit çeşit isteklerle yapılırsa ve bu dürtülerin, isteklerin hepsinde yazar, belirli şekilde yönetir, neredeyse ruhuna hakim olur, besler. Masumiyet Müzesi de öyledir. Bana sert ve hızlı bir şekilde, her şeyi anlayan insan zihni ile sorarsanız, benim size vereceğim cevap, 'Bilmiyorum, bilmek de istemiyorum' olacaktır.”
- “…Masumiyet Müzesi roman olarak daha mantıklı, müze olarak daha deneysel, benim bilinçaltımı resmeden bir şeydir.”
- “…Ben müzeleri büyüklü küçüklü, çok seviyorum, müzelerde çok vaktim geçti. Ben de ressam olmak istemiştim ama olmadı. Bunun gibi çok çeşitli şeyler söyleyebilirim. Ama bunlar, yaptığımız şeyin anlamını tüketmeye yetmez. Yaptığımız şeyin anlamını biz de tüketemeyiz. Yine de bazı şeyler ortaya çıktı. Biz de onları yüksek sesle, tam da farkına varmadan paylaşmak istiyoruz. Bir defa, eşyalar üzerinden bir roman yazmak, zevkliydi…”
- “…Edebi ve sanatsal yaratıcılık her zaman kısıtlamalarla olur. (…) Sanatta ve edebiyatta yaratıcılığın üzerine kurulacağı kısıtlamalar, sanatçının hayal gücünü daha çabuk harekete geçirir.”
- “…Modern sanat ve edebiyat, bizi sınırsız yaratıcılıkla karşı karşıya bıraktı. Çünkü, bireye, onun hayal gücü ve özerkliğine sınırsız faydadan yola çıkar.”
- “…Masumiyet Müzesi romanının biçimi, notlandırılmış bir müze kataloğu gibidir.”
- “…Uzun notlarla tutulmuş bir müze katalogu şeklinde düşündüğüm Masumiyet Müzesi romanında, bu fikirden daha sonra bir noktada vazgeçtim. Bu kısıtlama, hayal gücümü de kısıtlıyordu. Bana göre yoğun siyasi baskı vardı. Bir dönem müzeyi asla açamayacağımı ve Türkiye’ye dönmemin zor olacağını düşündüm…”
Pratik Bilgiler:
Biraz da pratik bilgi vermek gerekirse, Masumiyet Müzesi hakkında detaylı bilgi ve fotoğraflara www.masumiyetmuzesi.org sitesinden erişim sağlanabiliyor. Müze, salı - qazar saat 10.00 – 18.00 saatleri arasında, cuma günleri ise saat 20.00’ye kadar ziyarete açık.
Adres: Firuzağa Mahallesi, Çukurcuma Caddesi No: 24
34425 Çukurcuma/ İstanbul
Telefon: Müze (Santral): 0212 252 9738
Çizer: Dünya Atay
Brukner Apartmanı Füsunların evidir. Merhamet Apartmanı Kemal ile Füsun'un seviştikleri apartmandır. Füsun'un küpesi falan düşer, Kemal eşaları orada biriktirmeye başlar falan...
Yeni yorum gönder