Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Yazıyazanlar: Yaratıcı yazarlık nedir ve ne değildir?




Toplam oy: 2043
Yazarlık cazip bir mertebe, tamam. Ama yazarlık öğrenilebilir mi? Bu, yaratıcı yazarlık kurslarının ABD'de 1950'li yıllardaki ilk çıkışından beri sorulan bir soru; emin olun yeni değil (en azından dünyanın geri kalanı için)...

Umberto Eco, yazarların kendileri için yalnızca, ne alacaklarını hatırlamalarına yardım eden; işi bitince de atılan alışveriş listelerini yazdıklarını söyler. Haksız mı? Üstelik internet denilen bu gayya kuyusunda artık yalnızca yazarlar değil hepimiz birileri okusun diye yazıyoruz. Peki ama neden yazıyoruz? Belki bu dünya bizi kalabalıklaştırdığı kadar yalnızlaştırdığından. Belki, herkesin yazabileceğini fark ettiğimizden. Belki gözümüze gözümüze sokulan çoksatarlar yoluyla hem ünlü hem zengin olunabileceğini keşfettiğimizden. Ya da sadece basılı bir şeylere sahip olma fikrinden. Belki biri, ya da hiçbiri. Ama kesin olan bir şey varsa, o da yazmaya dair artan ilgi. Bu durumun izlerini, özellikle son on yılda hızla artan yaratıcı yazarlık furyasından da görmek mümkün.

 

Yazarlık cazip bir mertebe tamam. Ama yazarlık öğrenilebilir mi? Bu, yaratıcı yazarlık kurslarının ABD'de 1950’li yıllardaki ilk çıkışından beri sorulan bir soru; emin olun yeni değil (en azından dünyanın geri kalanı için). Kurt Vonnegut, kendisine bu soruyu yönelten Times muhabirine şu cevabı verir: “Dinle, yaratıcı yazarlık kursları açılmadan çok önce yaratıcı yazarlık öğretmenleri vardı, isimleri o zaman da şimdi de aynı, onlara editör denir.”

 

İşte o zaman da, şimdi de kendine iyi bir editör bulacak kadar şanslı olmayanlar çözümü kurslarda ve kitaplarda arıyor. Ve doğal sürecinde, bu durumdan yeni bir sektör doğuveriyor. ABD'de yıllardır var, İngiltere’yse biraz daha zor ikna olmuş. Dünyanın Çin’den İsrail’e kadar birçok ülkesinde, ders olarak okutulur hale geldi bile. Bu ülkelerde üniversiteler öncülüğünde dersler verilirken, Türkiye’de yalnızca bazı bölümlerde ders olarak gösteriliyor. Lisans ya da yüksek lisans düzeyinde bu tarz bir eğitim henüz verilmiyor. Bu yüzden bazısı yine üniversite bünyesinde olan kurslar şimdilik başı çekiyor.

 

Kurslar mucize yaratmaz

 

Dersler kitapları olan yazar ve eleştirmenler tarafından veriliyor. Ama asıl soru hâlâ geçerli: 'Yazarlık öğretilebilir mi?' O zaman öncelikle bir konuya açıklık getirelim. O kurslara birer 'mucize' kurs verenlere de 'büyücü' gözüyle bakıyorsanız veyahut özgeçmişinizde afili görünecek bir sertifika sahibi olmaksa derdiniz, şimdiden vazgeçin derim. Neil Gaiman yazar olmak için kurs sertifikasının (ki aslında soru ilgili okuldan mezun olmak üzerine) gerekli olup olmadığını soran bir okuyucusuna şöyle yanıt verir: “Gönderdiğiniz metni okuyan bir editör birinci sayfadan ikinciye geçemeyecek kadar sıkıldıysa nereden mezun olduğunuza bakmaz”.

 

Üzerimize düşen uyarıyı da yaptıktan sonra biz tekrar kurslara dönelim. Aynı zamanda yaratıcı yazarlık dersleri de veren eleştirmen Semih Gümüş, Yazar Olabilir miyim?/Yaratıcı Yazarlık Dersleri isimli kitabının hemen her bölümünde şu cümlenin altını çizer: “Hiç kuşku yok ki, yaratıcı yazarlık, bir ustadan öğrenilemeyeceği gibi, yaratıcı yazarlık okullarında ya da atölyelerinde de öğrenilemez.” Peki o zaman kurslarda ne öğrenilir?: “Yaratıcı yazarlığa giden yollar, yordamlar öğrenilir; yeni bakış açıları edinilir; yararsız alışkanlıklar yerine doğru alışkanlıklar kazanılır; en önemlisi de doğru bir okuma biçiminin ne olduğu görülür,” diye açıklıyor Gümüş. Yazarlığın öğrenebilecek bir şey olmadığının altını çizen Asuman Kafaoğlu Büke de, bir önyargıyı daha hatırlatıyor: “Yaratıcı yazarlık atölyelerine katılanların çoğu amatör yazar, zaten bu kurslara ‘yazar’ olmak için gelmez”. Kendi gözlemlerine göre çok katılımcı iyi bir okur olabilmek için (ki bu konuyu daha sonra tekrar açacağız) bir kısmı da duygu ve düşüncelerini dilsel ifadesini güçlendirmek için gidiyor kurslara. Başka ve aslında daha yaygın olduğunu düşündüğüm bir noktaysa şu: “Yine büyük bir çoğunluğu, geniş kitlelerin okuyacağı eser bırakmaktan çok, kendi yaşadığı bir olayı, aile tarihini, değişik bir deneyimi daha iyi anlatabilmek için katılır; amaçları kendi çevrelerinde ya da ailelerinde küçük bir okur kitlesidir.”

 

Optimist Yayınları'ndan çıkan Yaratıcı Yazarlık kitabında Stephen May bu konuyla ilgili ilginç bir bilgi verir: İngiltere ve Galler’in 1901 yılına ait demografik bilgileri ilk kez 2002 yılında dijital ortama yüklenir ve ilk gün 50 milyon kişi ziyaret ettiği için internet sitesi çöker. Bu durumda insanın önce kişisel tarihine ve ailesine uzanması bir çözüm yolu (ve görünen o ki bunu düşünen yalnızca siz değilsiniz!) Cem Akaş, Mesele Dergisi için yazdığı bir makalede bunu 'Ben edebiyatı' olarak isimlendirir. Yalnızca yazarların değil eğitmenlerin de kendilerinden yola çıkarak hazırladıkları egzersizleri eleştirirken şöyle anlatır: “… Daha ironik olanı, sürekli kendini anlatma merakında olan ve sayıları her gün artan insanların, karşılarında sürekli onları merak eden ve sayıları artan insanlar bulacaklarını varsaymaları. Oysa böyle olmuyor; yalnızca yaratıcı yazı mezunları birbirlerinin yazdıklarını okusaydı bile olurdu, ama onlar da okumuyor.” Akaş bu konuda yalnız değil. Barbaros Altuğ da kendini “her olan bitenin iyi niyetli  bir girişim olduğunu düşünmeyen fena insanlardanım” diye tanımlarken atölyelerin artmasındaki temel nedenin son 15 yılda yazarlığın artık şöhret ve maddi imkânları da getiriyor olmasına bağlıyor. Altuğ'un sözlerinin devamı şöyle: “Elbette yetenek kursla bursla ortaya çıkmaz; yeteneğiniz ya vardır ya yoktur. Bugün Türkiye'de adını bildiğimiz saygın tek bir yazar bile böyle kurslardan çıkmadı. Ama bu çıkmayacak demek değil; çünkü bazen teşvik de yeteneği ortaya çıkarmada önemli rol oynar. Bu nedenle bu tür dersleri veren her kim ise katılanın da kendisi gibi bir yazar olduğu ya da olacağı gerçeğinden hareketle yola çıkarak ona göre programını ve hatta görüşünü ayarlaması lazım gelir.”

 

Peki, biraz da kurslara katılanların gözünden bakalım. Gazeteci Handan H. Arıkan, 2004 yılında Murat Gülsoy’un Yaratıcı Yazarlık atölyesinin katılımcılarından biri olmuş. “Okumayı sevdiğim için dolaylı olarak yazmaya da dolaylı olarak romantik bir ilgi duyuyordum” diyor Arıkan. Amacının teknik veya idealist bir yaklaşımdan çok hayranı olduğu yazarların sanatını daha iyi anlamak olduğunu söylüyor. Kendi dışındaki katılımcıları onun aksine, doğrudan hedefleri olan ve halihazırda yazan insanlar olduğunu söyleyen Arıkan, yazdıklarına inanan oldukça özgüvenli katılımcıların onu şaşırttığını da itiraf etmeden geçemiyor. Sonuç? Daha iyi bir okur olmuş ve artık yazarken belli bir bakış açısına sahip olduğunu düşünüyor. Yakın zamanda Can Çocuk yayınlarından çıkan Pera Günlükleri isimli kitabın yazarı Delal Arya da kurs geçmişi olanlardan. Yıldırım Türker’in 'Yazıyla Oyun' atölyesine katılmış. “Yazdıklarımı başkalarıyla paylaşıp bunu bir oyuna çevirme fikri hoşuma gitmişti. Ayrıca kendi sınırlarımı da keşfetmek istiyordum” diye anlatıyor. Tıpkı Arıkan’ın gözlemleri gibi onunkiler de editör, çevirmen ve reklam yazarlarından oluşan bir öğrenci topluluğuyla birlikte ders aldığı yönünde. Ona kattığı, yazma işini daha disiplinli bir hale getirmesi olmuş. Yazılanların üzerinden yapılan tartışmaların zihin açıcı ve cesaret verici olduğunu söylüyor.

 

Optimist yayınları Medya ve İletişim Editörü Tuba Çakır da belli bir amaçla kurs kapısı çalanlardan. Yaklaşık bir yıl önce Burhan Sönmez’in Yazı Atölyesi’ne katılan Çakır, yayınevinin yeni çıkan kitapları üzerine tanıtım metinleri yazarken okuyucunun ilgisini canlı tutmak için bir şeylere ihtiyacı olduğunu fark etmiş. Ancak eğitimi aldığı felsefe bakışıyla kısa, öz ve içerikli metin yazmanın zorlandığını fark edince katılmış eğitime. “Nano öykülerin gündeminde, James Joyce’a özenip Ulysses’i yeniden yazmanın yeri yok artık. Sonuç olarak, genel yayın yönetmenim daha kısa ve öz metinler yazmamı istedikçe böyle bir terbiyeye ihtiyacım olduğunu düşünerek gittim yazı atölyesine,” diye anlatıyor. Sonuçta gayet teknik bir mesele için orada olduğunun ve amacı doğrultusunda çokça fikir sahibi olduğunu da ekliyor.

 

Çoksatar yazmak istemek

 

İnsan yine de merak etmeden duramıyor. Yani kurslara katılanların hepsinin 'ulvi' amaçları mı var? “Ben çok-satar yazacağım” ya da “iyi bir romanım olsun” diye katılan kimse mi yok? Tabii ki böyle değil ancak hem katılımcılar hem de eğitimcilere göre böyle olsa da kimse bunu 'sesli olarak dillendirmiyor'. Belki biraz nasıl görünürüm korkusu; belki de amacını yalnızca kendine saklama dürtüsü. Oysa Cemil Kavukçu, Akşam Gazetesi'nde yayınladığı yazısında şöyle anlatır: “Yazar olmak isteyen ve yaratıcı yazarlık seminerine katılanların bir çoğunun formüle edilmiş kalıplar peşinde olduğunu deneyimlerimden biliyorum. İstedikleri yemek tarifi gibi bir şeydi”.

 

Peki bunu istemek ayıp mı? Eğer yeterince okuyan bir insansanız, üstelik kaleminize de güveniyorsanız; neden ayıp olsun? Sonuçta ortaya çıkarttığınız iş iyiyse takdir görmeyi kim istemez ki... (Bunu para kazanma/ünlü olma sevdasını bir yana bırakarak söylüyorum hiç şüphesiz). Aslında bu sorunun cevabı için mevzunun en başına gitmekte fayda var; yaratıcı yazarlık kursların çıkış amacına. New Yorker dergisinde yayınlanan 'A Critic at Large: Show or Tell'  (Etraflıca bir eleştiri: Ya göster ya anlat) başlıklı makaleye göre yaratıcı yazarlığın çıkışı “daha önce hiç şiiri yayınlanmamış öğrencilerin yine hiç şiiri yayınlanmamış diğer öğrencilere, nasıl yayınlanabilir şiir yazılır”ı anlatması üzerindendi. Tabii ki aynı zamanda daha önce kimseye okutulmamış yazıların eleştirmeye hazır insan topluluğu önünde paylaşılması haliydi. Sınıfta daha önce yayınlanmış şiirlerin sahibi olan bir eğitmen oturur ama ders vermez yalnızca tartışmaların yönlendirilmesini sağlar (fark ettiğiniz üzere her şey yaymak üzerine).

 

Dünyada bu işi en iyi yaptığı kabul görmüş yer ise yine bu kursların ilk dile geldiği okul, Iowa Üniversitesi. Mezunlarının arasından 16 Pulitzer kazananı çıkaran üniversite, yaratıcı yazarlık programlarına yalnızca gelecek vaat eden öğrencileri kabul ediyor. Yazar Maureen Freely’nin anlattığına göre iyi kurslar topluma mal olmuş yazarlar tarafından yeni yazarların yüreklendirilmesi ve onlara editörlük yapılması üzerine. Ama bu gelişen sektörde para tuzağı haline gelenleri ayırt etmekte fayda var. Zira konuştuklarımızın hemen hepsi bu dersleri veren eğitimciler olsa da yine hepsinin altını çizdiği şey işte tam da bu: Yazarlığın formülize edilebilir bir yanı yok!

 

İyi de o zaman ne öğretiliyor bu kurslarda? Aslında birçok kursun dersi verene bağlı olmak üzere farklı modellemeleri var. Kimisi kült yazarların kitapları üzerinden detaylı inceleme ve eleştiri sanatı üzerinden giderken kimisi de yazının tarihine kadar uzanan teknikleri anlatan dersler veriyor. Genellikle hepsi yazı disiplinini artırmak üzerine yoğunlaşan egzersizlere yer veriyor. Bukowski’nin zamanında önerdiği gibi yaratıcı yazarlık öğrencilerini hipodroma götürüp her koşuya iki dolardan az olmamak kaydı ile bahis oynamalarını önerecek kadar sıra dışısı henüz yok gibi görünüyor: “Plase oynamak yok. Plase oynayanlar ASLINDA evde kalmak isteyip bunu nasıl yapacağını bilmeyenlerdir”. Kursa inanan inanmayan, ders alan ders veren yazan yazmayan herkesin ısrarla üzerinde durduğu tek bir nokta var: Okuyun! Stephen King “Eğer okumak için zaman bulamıyorsanız yazmak için de zamanınız yoktur. Bu kadar basit” der. Evet işte bu kadar basit!

 

Edebiyat daha göz önünde hatta daha popüler bir mevzu olmaya başladığından beri en çok yazarların “yazmakla ilgili görüşleri”, nasıl yazdıkları üzerine paylaşımlar arttı. Ancak kitap satışlarındaki artışın aynı oranda yükseldiği söylenemez. Yani bu durumda sanırım biz en çok “nasıl yazmış, nasıl yazılır” klasmanından alıntıları alıntılamakla kalıyoruz. Ya da seneler önce Monteigne’nin dediği gibi “Kitaplar üzerine yazılmış kitaplar kadar çok sayıda kitap başka hiçbir konuda yok”. Görünen o ki değişen bir şey de pek yok. Hâlâ okumasak da yazmak ve en azından nasıl yazıldığını bilmek istiyoruz. Bu meraklılar kadar yazarlar için de yorucu bir şey olsa gerek zira Umberto Eco sıkça karşılaştığı “Nasıl yazıyorsunuz?” sorusuna karşılık espirili bir savunma geliştirir “Soldan sağa.”

 

Şaka bir yana çoğu yazar bazen romanlarında bazense özellikle yazmak isteyenler için konuşmalarının arasına sıkıştırmıştır 'nasıl yazılır'ın ipuçlarını. Kuşkusuz kendi yöntemleri izledikleri yollar ve alışkanlıklar üzerinden… Ama neresinden bakarsanız bakın yazmak özellikle de iyi yazmak bir zanaat. Hemingway’in söylediği gibi belki de kimsenin usta olamayacağı, yalnızca çıraklardan oluşan bir zanaat türü.

 

Yazar Murat Gülsoy, Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık adlı kitabında herkesin iyi birer hikâye anlatıcısı olduğu fikrinden yola çıkar: “Hikâye dünyayı, insanları ve kendimizi anlamakta başvurduğumuz zihinsel işlevlerimizden biridir”. Gülsoy mevzuya daha ümitli bakanlardan zira 'herkesin potansiyel bir yazar' olduğuna inanıyor. Fikrin başka bir noktası daha var. Yüzyıllardır sanat üzerine, dans, resim hatta sinema üzerine okullar varken yazarlığı niye ayrı bir noktaya koyuyoruz? “Diğer sanatların nasıl ki bir eğitimi vardır; edebiyatın da, kurmaca yazmanın da pekala bir eğitimi olmalıdır” diyor Gülsoy. Haklı olduğu bir nokta var ki, o da sonuçta diğer sanatlara dair okullardan mezun olan herkese sanatçı, ressam, besteci demediğimiz/diyemeceğimiz. Başa dönersek... Bu kurslardan mezun olan herkesin birer yazar olacağını beklemek de, son derece nahif bir bakış olurdu.

 

Bu konunun, soruların ve de sorunların yaratıcı yazarlık tarihi kadar eski olduğunu hatırlamakta fayda var (Vladimir Nabokov, Harvard Üniversitesi edebiyat kürsüsüne girdiğinde dilbilimci Roman Jakobson bunu “Sırada ne var? Fillere de zooloji dersi verdirelim mi?” şeklinde protesto eder). Uzun lafın kısası, bilinmesi gereken iki şey var: Biri okumak, çok okumak daha çok okumanın gerekliliği! İkincisiyse kurslarda öğrenebileceğiniz şeyin yöntemler ve disiplinlerden oluştuğu. Ve son sözü Kurt Vonnegut’un bir anısına bırakıyorum izninizle: Vonnegut, katıldığı derslerden birinde dönemin 'sert adam' yazarlarından birinin sınıfa şöyle bağırdığını da anlatır: “Ne halt yemeye buradasınız siz? Evinize gidin poponuzu zamkla sandalyeye yapıştırın ve yazın! Kafanız düşene kadar yazın!

 

Yorumlar

Yorum Gönder


yaratıcı yazarlığın amatörleri heyecanlandırma potansiyeli şüphesiz çok etkili, ama kursa gidip de bir tutunamayanlar kabilinde eser ortaya koyacağını düşünen kişi de pekala büyük bir yanılgıya düşer. şahsen; bilişim dergisi editörü koray özer, varlık dergisi yazar ve editörü çiğdem ülker, yazar gamze güller ve tarhan gürhan gibi isimlerden yaratıcı yazma kursu almış birisi olarak edindiğim bilgiler doğrultusunda söyleyebilirim ki
-anadilimizle yazılmış türk edebiyatındaki seçkin eserlerden haftada en azından bir kitap okumak, türkçe yazarken bu dilin inceliklerini ancak bu şekilde kavrayabiliriz, zira vasat kitaplar ufkumuzu daraltabilir,
-uluslarası standartlarda kabul görmüş filmler izlemek, bu da görsel zekaya katkı sağlayarak kurgu tekniğini geliştirir,
-eleştiri ve inceleme okumak, otokontrolu sağlaması ve kendimizi dışarıdan izlememizi kolaylaştırması açısından oldukça etkili olduğu açıktır.

nacizane kendimden de bir madde de eklemek isterim ki bu da spesifik makaleler okumaktır, konusu ister matematik olsun ister fizik, araştırmak ve bilgi sahibi olmak çok değerlidir, çünkü yazılmış bir eserdeki ufak bir mantık hatası her şeyi altüst edebilir. bunun için "yavru bir kutup ayısından balık çalmak isteyen penguen anne ayının gelmesiyle kararından vazgeçip tehlikeli sulara balık avlamak için girdi." örneği verilebilir.

Vel hasılı güzel bir yazı olmasının yanısıra alıntı cümlelerin "çeviri" olduğu sırıtır vaziyette kendini göstermekte, bu durum da ister istemez okuyucunun editörlük duygularını kabartıyor. Bunun dışında okunası, örnek alınasıdır vesselam.

26%
74%

Yaratıcı yazarlık çalışmalarından fazlasıyla nasibini almış bir kişi olarak önemli izlenimlerimin olduğunu düşünüyorum.Yıldırım Türker,Murat Gülsoy,Pınar Kür,Mario Levi,Salih Bolat ve şimdi de Yeşim Cimcöz yazı evi çalışmalarına katılan biri olarak baştan belirteyim ,hala bir kitabım yok.İyi yazıp yazmadığımla da artık çok ilgilenmiyorum.Yazmak ve okumakla ilgilenen insanlarla bir arada,kitaplardan,edebiyattan oluşan bir dünyanın içinde olmak beni çok mutlu ediyor.Neden insanlar ,örgü ,nakış,resim,seramik vs... hobilerle ilgilenenleri onaylıyor da ,kitapların dünyasında olma isteğini sorguluyor?Bence yazmak insanın kendisini tanımada en güçlü faktör.Yazar olmak isteyenler kadar yazarlık iddiası olmayan insanların da orada olabilmesi ve beslenmesi toplumun farkındalığının yükselmesi açısından büyük yarar sağlayacaktır.Okuma yazma oranının düşük olduğunu şikayet eden bir millet olarak, kitaplara yakın olacak her türlü çalışmayı desteklemeliyiz.Hatta yediden yetmişyediye ,iyi yazanından kötüsüne, cesaretlendirmeli orada psikolojik aydınlamaları gözlemlemeliyiz.Hiç bir ilgi ,ilgilenilenin yolunda ilerlemeden yolu bitirmez.Yolun başındaki kişiyle sonunda olan aynı değildir.Yazarların tecrübeli dünyasıyla tanışıp,sohbetleriyle aydınlanmak şansı yadsınamaz.

34%
66%

bu yazıyı yazan arkadaş da bir kursa gitse iyi olurdu... Yazıda kaç defa "altını çizmek" deyimi kullanılmış ben sayamadım. Ayrıca "fromülize etmek" ne demek? "formüle etmek"ten başka bir şey galiba. :)

30%
70%

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.