Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Acemi usta



Toplam oy: 745
Mevsim Yenice
Everest Yayınları
Tek bir karakterin merkezde olduğu öykülerde yerli yerinde, tam dozunda, tadını kaçırmadan bir hikaye örgüsü kurmayı başarıyor Mevsim Yenice.

Mevsim Yenice'yle, ilk kez Post Öykü'de yayımlanan "Tilkiler Aç mı Kalsın?" adlı öyküsüyle tanışmış ve çok sevmiştim. Nitekim bu öykü, nevi şahsına münhasır iki karakter kurgulamayı başarmasıyla dikkat çekiyordu. Öykü kahramanları genellikle anonim, jenerik tipler olur. Yazar belirli özellikleri kümeleyerek karakterini kurduktan sonra esas hikayeyi yürütmeye başlar. Tek bir karakterin olduğu, içe dönük öykülerde bile çoğunlukla bu durumdan kurtulmak pek mümkün değildir. Halbuki Mevsim Yenice'nin bu öyküsü, İsmail ve Mustafa adlı iki özgün, dikkat çekici ve hatırda kalıcı karakteri okurun hafızasına nakşetmeyi başarmıştı. Bu yüzden yazarın Tekme Tokatlı Şehir Rehberi adlı ilk öykü kitabıyla karşılaşmak beni ziyadesiyle heyecanlandırdı.

 

Kitapta bizi 11 öykü bekliyor. İlk kitaplarda genelde bir iki tane güçlü öykü bulunur, diğerleri yazarın acemiliğini, toyluğunu attığı, sesini bulmaya çalıştığı eserler olarak kalır. Yenice'nin bu kitabındaki öykülerin beş tanesinin birinci sınıf eserler olması Türk öykücülüğündeki ilk kitap geleneğinde bir istisna olması bakımından ümit verici. Dikkat çeken öykülerin hususiyeti, "Tilkiler Aç mı Kalsın?" ve "Açık Artırma" öykülerinde olduğu gibi hatırda kalıcı, canlı, özgün karakterler kurgulaması; "Muz ve Kovboylar" öyküsünde olduğu gibi anlatmak istediği duyguları, karakterlerin içinde bulunduğu zihinsel halleri öyküde kullandığı leitmotifler ile güçlendirerek anlatması; "Tekme Tokatlı Şehir Rehberi" ve  "Yer Yarıldı İçine Girdi" öykülerinde olduğu gibi tek bir karakterin merkezde olduğu öykülerde ayrıntılı olmakla birlikte yerli yerinde, tam dozunda, tadını kaçırmadan bir hikaye örgüsü kurmayı başarması diyebiliriz.

 

Öykülerden ayrıntılı şekilde bahsedecek kadar yerimiz olmasa da, bu öykülerde Mevsim Yenice'nin neleri başardığını şöyle söyleyebiliriz: Anlatılan hikaye ile öykünün dili, anlatım biçimi ve tonu arasında bir harmoni kuruluyor. Dikkat etmişsinizdir, yazar müthiş bir hikaye bulmuştur, ama hangi tonda yazacağını bilemediğinden, üslubunu oturtamadığından ya da öykünün en vurucu yerinde dilinin sesini ayarlayamadığından güzelim öykü perişan olur. Hikaye çok iyidir ama öyküsü vasattır. Ya da tam tersine, yazarın kalem gücü öyle yüksektir ki, hayalgücü ona yetişemez, müellif salt bir üslupçu olur çıkar. Mevsim Yenice'nin bu öyküleri, anlatılan hikaye ile onu anlatma biçimi arasında bir ahenk yaratarak çok güçlü eserlere dönüşüyor.

 

Fakat başta söylediğimiz gibi, Yenice'nin denemeler yaparak kendi sesini aradığı, diğerlerine göre daha kısa ve içe bakışın ön planda olduğu öyküler kümesi, bu derlemenin sönük yıldızları. Örneğin "Okyanus Sesi" öyküsü, kulağına deniz kabuğu dayayıp sesini dinleyen küçük bir kız çocuğunun kendisini mutlu ve huzurlu hissettiği bir çocukluk hatırasının dramatik dönüşümü üzerine kurulu. Esasında çok güçlü bir imge kullansa da, anlatımda Oğuz Atay'dan sonra pek tat vermeyen alaycı iç sese başvuruyor. Bu da öyküyü zayıflatıyor. İntiharın eşiğinde bir kadın ve onun alaycı iç sesi fikri özgün görünse de, bu böyle. Halbuki Yenice'nin diğer kümedeki öyküleri "olgun" eserler. O halde Mevsim Yenice için acemi usta diyebiliriz, öyle değil mi?

 

 

 


 

 

 

Görsel: Murat Miroğlu

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.