Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ah Siz, Sayın Okur!



Toplam oy: 1408
Güray Süngü
Okur Kitaplığı

Güray Süngü’nün son romanı Kış Bahçesi, “mevsimlerden kıştı, soğuktu hava” diye başlamıyor. Verimli bir yazma sürecinin ardından birkaç yapıt üreten, bu yapıtlarına birkaç televizyon, gazete ve dergi köşesinde yer verilen, ama sadece yazarak geçinmek zorunda olduğu için evindeki buzdolabının dibini, köşesini sıyıran; yeni hikâyesine çağırdığı dili kopuk kahramanının kelime etmesini bekleyecek kadar zihni yorgun bir romancının- Aziz Çalışkan’ın çabasıyla açılmış roman.

 

Yazdığını ululayan bir yazar-kahramanın sesi gibi değil; gerçekte olması gerektiği gibi, yapacağı metinle boğuşan bir yazarın uğultusuyla; yani melodrama yakın, yatkın bir gürültüyle değil, sessizce. Romanın adı da romantik bir çağrışım olarak değil, salonlarımızda kökleri toprağa, yani yaşama bağlı, ancak etrafı duvarla çevrili bahçeleri imleme, yani modern olanın yapaylığını açığa çıkarma eğilimi olarak belirlenmeli.

 

Kış Bahçesi, Süngü’nün derdi olmasa da, adının teşne olunduğu, ama nasıl bir yaşam sürdürdükleri konusunda okur-yazar kitlenin pek fikir sahibi olmadığı birçok kurmaca yazarının içinde bulunduğu güç koşulları yansıtmış, gerçekte olduğu gibi.

 

 

 

 

Romanın ana kahramanı Aziz, anılarının arasından ara sıra çıkıp rüyalarına yerleşen bir aşk acısıyla uğraşarak da arar yeni romanını. Yazma tutkusunun da yaşamda çıkardığı güçlüklerle birlikte. Yazma dürtüsünün yoğun olan entelektüel kahramanlara Witold Gombrowicz’in Ferdydurke’si ya da Martin Walser’in Eleştirmenin Ölümü gibi yapıtlarda da rastlarız.

 

 

 

(Witold Gombrowicz)

 

 

Ancak, Kış Bahçesi’nde bir farkla ve bu tutkunun daha ileri götürülmüş biçimiyle ve Süngü’nün kurguyu sürekli parçalamasıyla karşılaşıyoruz, adı geçen yazarların tercih ettiği “normal akış”ın yerine. Elbette, bir metnin romana dönüşmesini sağlayan en önemli etken, okura sağladığı çoklu bakış açıları içerisinde ürettiği anlam ve estetik bütünlüğüdür. Süngü, diğer yapıtlarında olduğu gibi bu romanında da bu bütünlüğü,  yazarın bilinçli eğilimi içinde, sarsak, acemice kurulmuş cümlelerle ve aralarında okur için bıraktığı boşluklarla gerçekleştiriyor, gerçek kılıyor. Hem de oyalanma ve hızlılık’ın gereklerini yerine getirerek, karakteri Aziz’i yorarak.

 

 

 

 

Hem gündelik hem düşünsel yaşamında, bitimsizce düşüncelerini ve yargılarını sürekli savsaklayan, erteleyen, deneyimlerini çoğu zaman somut olandan uzaklaştıran bir karakter, Aziz. Sık sık değillemeci bir mantık da kullanmak zorunda kalıyor, ayakta kalıp roman yazabilmek uğruna. Genç ve güzel okurunun etkileyici kurgusuyla gerçekleşen tanışma, ardından yazmanın doğası üzerine derin sohbetlere eviriliyor. Yan hikâyede ise olup bitenler çok farklı: Yaşlı adam Harun, masumiyetini aramak için ilkokuldaki arkadaşları arar, ikiz çocukları, yıllar sonra. Bu iki anlatı, Aziz’le Harun’un komşu olduklarını öğrenmemizle kesişiverir. Belki bu, romanı okuma seçeneklerinden ilki olabilir. Örneğin ikincisi, karakterlerin kendi televizyonlarında açık tutulan ve metinlerarası bir bağlama yerleştirilen Yurttaş Kane filmi ve onun içindeki Rosebud kelimesi gibi ve daha sağlam şifrelerin, aslında Harun’un, Aziz tarafından oluşturulmaya çalışılan bir karakter olduğu biçiminde değerlendirilebilir.

 

 

 

Çalışkan, dikkatli okurdan işbirliği isteyen bir roman, Kış Bahçesi. Bu anlamda açık yapıtın çeşitliliğini içinde tutuyor. Birçok edebiyat çevresinin gözünden kaçmış Kış Bahçesi, ayrıca Süngü’nün yayımlanan üçüncü değil, dördüncü romanı ve roman, “mevsimlerden kıştı, soğuktu hava,” diye başlamıyor.

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder


Kış bahçesi müthiş bir roman. İki hikayenin kesiştiği yerde insan hüzünden sarhoş oluyor. Bir romanın peşinde ömür tüketen Aziz yanıbaşındaki büyük hikayeden bihaber. Bu sadece bu bile çok etkileyici.

43%
57%

Küçükcük ama etraflıca bir yazı..

32%
68%

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.