Adını daha çok romanlarıyla duyurmasına rağmen Tahir Musa Ceylan’ın edebiyat kariyeri şiirle başlamıştı. Şiirlerini “Depresyon Şiirleri” (1988), deneme yazılarını “Fotoğraf Estetik ve Görüntü Üzerine Denemeler” (1988) kitaplarında topladı. Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik ekindeki “psikofelsefi” yazılarını “Aylak Bilgi”( 2004), “Aylak Yazılar” (2004) ve “Aylak Düşünceler”de (2007) kitaplaştıran Ceylan ilk romanı “İçi Yoksul”u 2005’te yayımladı.
Kültürel karşıtlıklardan kaynaklanan sorunları kasabadan büyük kente okumaya gelmiş bir gencin içine düştüğü kimlik bunalımı, daha açık bir deyişle “hiçleşme” süreci etrafında hikaye etiği “İçi Yoksul” ve kimselerin adam yerine koymadığı bir adamın hayata tutunma çabasını anlattığı “Yarım Adamın Aşkları” (2009) tematik anlamda birbiriyle bütünlük sağlıyordu. Ancak birbirini gerçekten bütünleyen iki romanı “Kestane Kıranında Kadınlar” (2008) ve “Elli Yıl Sonra Kül” (2010) oldu. Bu iki romanında bir ailenin tarihini Cumhuriyet tarihine bağlayan Tahir Musa Ceylan, toplumsal hayata ve tarihsel döneme nüfuz etmemizi sağlayan çok sayıda yan hikaye ve karakter kullanmış, malzemesini mükemmel bir dil ve üslupla bir araya getirmişti. Romancılığının son halkası “Bir Zamanlar Bakırköy”de yine benzer bir anlatıyla gerçek bir edebiyat ziyafetine davet ediyor okuyucusunu.
Delirmemek mümkün mü?
Bakırköy İstanbul’da bir semt adı. Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli “Ruh ve Sinir Hastalıkları” hastahanesi –eski adıyla- “tımarhanesi”. Üzerine nice fıkralar üretilen, nice haberlere konu olan, düşeni “Allah kurtarsın” denilen mekanların belki de en ünlüsü. “Ruhun hastalıkla, şöhretin düşkünlükle, ihanetin hidayetle helmelendiği, herkesin her şeyle karışıp gittiği, yeryüzünde kutsallığı olmayan tek tapınak”…
İşte bu hastahaneye dair ama ezberlerinizi bozacak türden bir anlatı okuyacaksınız. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra psikoloji ihtisası ve farmakoloji doktorası yapan Tahir Musa Ceylan, Bakırköy’ün çalışanlarına ve hastalarına armağan ettiği romanında orta yaşların sonuna gelmiş yalnız ve yorgun bir doktorun genç bir hastasına duyduğu aşkla alt üst olan hayatını –içerden bir bakışla- anlatıyor. Roman kahramanları kadar önemli bir rolü var hastahanenin. Bir Zamanlar Bakırköy, bu aşkın geliştiği Bakırköy Akıl Hastahanesi’nin, hastahane ile birlikte yaşadığımız toprakların hikayesi ya da masalı…
İnişli çıkışlı bir aşk
Roman kahramanı hastahanenin bölüm şefi Doktor Kerim, ağır başlı, kelli felli bir doktor. Başından bir evlilik geçirmiş, yalnız yaşayan, hayatını Bakırköy’e vakfetmiş bir adam. Bir yandan hastaları tedavi ederken bir yandan da kendi içine bakıyor:
“Kafası sırlarla dolu, önü, arkası meçhul birinin oğlu olmak, onun gibi karanlığı nefes yapmak... Buralarda kalmıştı, bilinmeyeni öğrenmek için fakülte sıralarında solucanlar tutup deneyler bile yapmıştı. Kimdi, babası kim, bu babadan olma olarak kendi kim? Öğrenemiyordu, şu görüşme odasında soluduğu onun için hep başka nefeslerdi, öğrenmenin tek yolu buydu, başkasını öğrenmek, başkası üzerinden kendine kalıp kesmek... Şimdilik hastaları tedavi ediyor, babası, babasının babası için eğitim alıyor, kendine kör, kendi hasta kalıyordu.”
Bir gün genç ve güzel tıp fakültesi öğrencisi Sanem çıkıp gelecektir Kerim Bey’in muayenehanesine. Tereapi başlar ne var ki terapi iki taraflı bir süreçtir. Nitekim “terapiye girerken ben bu adamsam, çıkarken artık o adam olmayacağım” diyen Doktor Kerim, terapi sürecinde büyük bir değişim geçirecektir. Çünkü “terütazeliğin verdiği sınırsız güvenle gömleğinin fermejüplerini açıp gözlerini doktorun gözüne takan” Sanem konuyu dönüp dolaştırıp Kerem Bey’in hayatına getirecek ve sonuçta bu terapi her ikisinin hayatını da dönüşsüz bir şekilde etkileyecektir…
İnişli çıkışlı bir aşk başlar doktor ve hastası arasında. Üç yıl süren bir ayrılıktan sonra yeniden bir araya gelen, büyük bir coşkuyla birbirlerinin kollarında eriyen bu iki insan ilişkilerinin dengesini kurmakta büyük güçlük yaşarlar. İlişki –pek çok tutkulu aşkta olduğu gibi- karmaşık, çözümsüz ve sorunlu bir hal almıştır. Ve bir bunalım anında Doktor Kerim hayatının en büyük kararını verecek, bundan böyle hastalarıyla aynı evi paylaşacaktır…
İnsan olarak doktor
Roman hakkında bir fikir vermesi için yaptığım bu özetin işe yarayacağından kuşkulu olduğumu söylemeliyim. Çünkü Tahir Musa Ceylan’ın romanlarını özetlemek de, özetinden ne anlattığı hakkında doğru bir bilgi edinmek de hiç kolay değil. Çünkü ana bir hikâyeden çok sanki kendiliğinden gelişen yan hikâyelerle ilerliyor romanları. Ayrıntıları çoğaltıyor; basit gibi görünen bir ayrıntıyı bir anda hikâyenin merkezine alıp ondan yeni ayrıntılar üretirken beklenmedik kişi ve karakterlerle bambaşka hayatlara dokunuyor, kahramanlarının eşzamanlı ama birbirinden çok farklı mekânlara uzanan hikâyeleri ile coğrafyayı genişletiyor. Hikâyesine sahip olamadığı için değil, hayatın kendisi tam da böyle yaşandığı için… Tahir Musa Ceylan coğrafyayı, tarihi ve insan malzemesini öylesine zenginleştiriyor ki Bakırköy’ün hikayesi tarihi ve toplumuyla Türkiye Cumhuriyeti’nin hikayesine dönüşüyor. “Bakırköy’de içinde insan ve hayvan, azap ve serap, sefalet ve lüks, sükûn ve hüzün, diptekiler ve en diptekiler olan cihanşümul bir hayat vardı” fikriyatından yola çıkan yazar yan hikayelerle kurmuş o cihanşümul hayatı şöyle tarif ediyor:
“Bakırköy köy değil bir ülkeydi, Anadolu’nun farklı yerlerine dağılıp seyrelmiş olaylar bu küçük toprağa toplandığı için Bakırköylüler bir ömürde bir ülkede olup bitecek olayların hepsini en yoğun halde burada görürlerdi. Anadolu alıp götüren, taşıyıp sürükleyen selse, Bakırköy çöküp kalmış mildi.”
Yaptığım alıntılardan romanın hikayesi kadar dili ve üslubuyla da farklılaştığını fark etmişsinizdir. Yazar anlattığı mekana, insanlara, tedavi süreçlerine olduğu kadar “eski” dile de çok hakim. Sırf şıklık, hoşluk olsun, hikayeyi süslesin diye kullanmıyor bu dili. Kahramanı Kerim Bey’in dili bu. Nasıl ki Kerim Bey kimi zaman hocalığına ek bir ağırlık kazandırmak, kimi zaman karşısındaki ile araya mesafe koymak için Osmanlıcaya kaçıyorsa, Tahir Musa Ceylan da anlattığı hikaye ile okuyucusu arasındaki mesafeyi açmak, ironiyi keskinleştirmek için seçmiş sanki bu dili. İnsani dramların sergilendiği sahneleri kendine özgü üslubuyla aktarırken dilin hüzünlü ezgisini yakalıyor. Hikayesi kadar diliyle de bu evrenin içine çekiliyoruz. Önceki romanları için de söylemiştim; “dilin ve üslubun ötesine geçtiğimizde insana, insanın iç dünyasına, oradan hareketle topluma uzanan, nesnesini kuşatan” bir kurmaca dünyası Ceylan’ınki. Bir doktorun dramından hareketle hastaların, hastalardan hareketle toplumun tamamının dramına ulaşırken eski dilin sesinden, ritminden, büyüsünden yararlanmış.
Ne melodram ne mizah; okuyucuyu duygusal bir yüklenmeye zorlamayan ama alaycı bir gülüşün önünü de kesen, dili hem anlatım hem yabancılaştırma aracı olarak kullanan üslubuyla Ceylan kendi roman evrenini yaratıyor. Bir Zamanlar Bakırköy, Tahir Musa Ceylan’ın yazarlık kariyerindeki aşamayı göstermesi bir yana, edebiyatımızda bireyin iç dünyasına temas eden en iyi anlatılardan bir tanesi.
Yeni yorum gönder