Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Gezgin'in yanan seyir defteri



Toplam oy: 885
Sevgi Saygı
On8 Kitap
Gezgin, bir arayışlar romanı. Her ne kadar bir şey aramak için yola çıkmadıysa da, bulduklarıyla bizi de bambaşka bir yere götürüyor.

Adını bilmediğimiz gezgin yollardadır. Onun kadın olduğunu öğrensek de sonradan, adını hiç duymayız. Kendisine sadece Gezgin der. Motosikletiyle yollardadır o, her zamanki gibi. Ancak bu seferki yolculuk, onu hiç beklemediği bir yere götürecektir. 

 

Sevgi Saygı'nın ilk romanı Gezgin, ON8 Kitap’la tekrar raflarda. Yıllarca sinema filmlerinde yönetmen asistanı olarak çalışan, filmlerin ve televizyon dizilerinin senaryolarında katkısı bulunan Saygı, bu kitabında da sinematografik bir dil tutturuyor. İnce ayrıntıları, güçlü görselliği ve okuru sarsan diyaloglarıyla roman, gizemli bir gezginin seyir defterinin karanlık yönlerini açığa çıkarıyor. 

 

Gezgin, bilmediğimiz bir zamanın başlangıcından beri hep olduğu gibi, kitabın başında da yollarda. Küçük bir kasabaya gelir önce. Ne amaçla yolda olduğunu ya da o kasabaya geldiğini bilmeyiz. Sonra o beklenmedik ilk hamleyi yapar ve aklımızda ilk soru işaretini oluşturur. Sonra tekrar düşer yola. Yağmur, onu planladığı yoldan bambaşka bir yere sürükler. Karşısına çıkan bir tilki, yakınlardaki bir köye gitmesine neden olur ve orada, hayatını değiştirecek olan o eve girer. Yatacak ve karnını doyuracak bir yer ararken, kendisini yaşlı bir adam ve onun, evin her işine koşturan kızının evinde uzun sürecek, “zorunlu” bir misafirlikte bulur. O evde kendisini sorgular, evin gizemli dinginliğine isyan eder, krizlere girer, hatta hasta olur. Dayanamayıp evden kaçmayı denese bile, ne yollar onun tarafında gibidir artık, ne de doğa koşulları. Evde kalıp, sessizliği ve evdeki herkesin sırayla anlattığı öyküleri dinler. Onlar anlattıkça, Gezgin anlam veremediği bu köy hayatı üzerine tekrar düşünür. Evdekilerle ilişkisi, kendisine rağmen gittikçe derinleşir. 

 

“Gezginler hakkında hiçbir şey bilmiyorsun, değil mi? Onlar yanlarına gereksiz hiçbir şey almazlar. Duygu bile,” der Gezgin. Bu köye de, motoru hariç bütün eşyasından ve duygularından arınarak gelmiştir. Ancak o evde, sahip olduğu üç beş eşyayla ilişkisi bile değişir. Önce motoruna binmeyi bırakır, derken bir yangında giysilerini kaybeder ve gezdiği yerler hakkında tuttuğu notlarının olduğu defter zarar görür. Bu istemsiz bir arınma mıdır? Yoksa yeni bir şeylerin başlangıcı mı? 

 

Ama bir an olsun bu köy evinde tıkılıp kalmak istemez Gezgin. "Benim için mutluluk yolda olmak. Anlıyor musun? Anlamasan da önemli değil. Sizler doğduğunuz yerde ölürsünüz. Gitmenin tadını bilmek gerekir beni anlaman için," der. Peki, neden bir yandan bu köy evine bu kadar bağlanmış görünmektedir? Sadece yolları tıkayan kar yüzünden mi? Yoksa yaşadığı çelişkilerin hoşuna gitmesinden mi? Köylü kızın gösterdiği şefkat yüzünden mi? Yoksa kızın hayatta onu şaşırtan tek insan olmasından dolayı mı? Ya da, “Dinlemem gerektiğini; ayırt etmem gerektiğini, anlamam gerektiğini; vazgeçmemem, umut etmem ve sevmem gerektiğini...” öğrendiği için mi?

 

Gezgin, işte bu arayışların romanı. Gezgin her ne kadar bir şey aramak için yola çıkmadıysa da, buldukları onu bambaşka bir yere götürür. Biz okurlar da, Gezgin'in çıktığı yolculuğun dışında bir yolculuğa, karmaşık bir ruhun gizemlerine dalıyoruz. Gizemli bir seyir defterinin gün ışığına çıkması gibi.

 


 

* Görsel: Sevil Şimşek

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.