1969 yılında doğan Tom McCarthy, Oxford Üniversitesi’nde İngiliz dili eğitimi almış. Sanat dünyasında yarı-kurmaca bir avangard sanatçılar ağı olan International Necronautical Society’nin Genel Sekreteri sıfatıyla yazdığı raporlar, manifestolar ve gerçekleştirdiği medya müdahaleleriyle tanınıyor. Edebiyat hayatına, Zadie Smith tarafından "son 10 yılın en büyük İngiliz romanlarından biri" olarak nitelendirilen Remainder ile 2005 yılında adım atmış, kariyerini Men in Space, C ve Satin Island romanlarıyla sürdürmüştü. Tom McCarthy'nin Tintin and the Secret of Literature adlı bir de inceleme kitabı bulunuyor.
Tom McCarthy'nin üçüncü romanı olan C, İngiltere’de 2010 yılında yayımlanmıştı. Aynı yıl Man Booker ve Walter Scott ödüllerine aday gösterildi. 20. yüzyılın hemen başında, İngiltere kırsalındaki büyük bir evde, bir doğum sahnesiyle başlıyor hikaye. Zor bir doğumun ardından dünyaya gelen bebek, romanın kahramanlığını üstlenecek olan Serge; Serge Carrefax. İşitme engellilere özel bir okul işleten babası bilim ve teknolojiye tutkulu, kablosuz iletişim üzerine deneyler yapan bir adam. İşitme engelli annesi ise aile geleneğini, ipek üretimini üstlenmiş. Serge ve ondan birkaç yaş büyük ablası Sophie, büyük ve sorunlu dünyanın uzağındaki evlerinde böcekler ve teknolojik aletler, sessizlik ve gürültü arasında mutlu bir çocukluk geçiriyorlar. Sophie de parlak zekalı ve hassas bir kız. Bu hassasiyet yetişkinlik çağlarına geldiğinde onu intihara sürükleyecek, Serge'in Versoie'deki evlerindeki huzurlu hayatı çok sevdiği ablasının ölümü üzerine sona erecektir.
İkinci bölümde Bohemia'daki bir tedavi merkezinde karşılaşacağız Serge ile; I. Dünya Savaşı'nın arifesindeyiz. Tuhaf bir hastalığa yakalanmıştır Serge. "Sende," diyecektir doktoru, "bir tıkanıklık var. Sıkışmış, engellenmiş, saplantı yapmış durumdasın. Dönüşüm yok, yalnızca tekrar var. Seni engelleyen şeyden kurtulmalısın, kendini zehirlemene neden olan döngüyü kırmalısın; böylece dönüşüm devam edecek, şeyler senin içinden geçecek, seni açacaklar. Henüz ergensin: daha pek çok dönüşüm geçireceksin. Seni tıkayan şey kırılmalı, ondan sonra vücudun da ruhun da çiçek gibi açacak."
Bir yandan hastalığıyla uğraşırken diğer yandan delikanlılığa adım atmanın, ilk cinsel deneyimlerin heyecanını yaşayan Serge'nin tıkanıklığını açan I. Dünya Savaşı'nda keşif uçaklarında görev alması olacaktır. Her uçuşta adrenalin pompalayan damarlarına uyuşturucu katmaya da başlar. Uçağının düşürülmesini ve bir Alman toplama kampına gönderilmesini ise kayıtsızlıkla karşılayacaktır. Savaş bitiminde Londra'ya döner, üniversiteye yazılır. Öğrenimden ziyade gece eğlenceleri ile geçen günleri bir trafik kazasıyla noktalanır. Serge ani bir kararla İngiliz devletinin Mısır'da telefon ve telgraf şebekesi kurma girişimine katılır. 1922 yılında Mısır'a gelen Serge'in görevi olup bitenleri gözlemek ve rapor etmektir. Serge işine ciddiyetle sarılırken bağımsızlık sürecine girmiş Mısır'ı da yakından gözlemler...
Hayatın temel bileşeni
Roman adını karbon elementinin simgesinden alıyor; "C", ya da "hayatın temel bileşeni." Bu, romandaki çok sayıda metafordan bir tanesi. Kolay okunur, hatta kara mizahıyla eğlenceli, olaylarıyla sürükleyici bir hikaye anlatmakla birlikte çok katmanlı okumalara açık, metafor ve göndermeleri zengin bir roman. C, barındırdığı post-yapısalcı eleştiri ve geri planındaki post-hümanist felsefesi ile entelektüel okuyuculara da sesleniyor.
Radyo iletişim teknolojisinin ilk yıllarına dair esprili ve ürkütücü bir tarihsel fantezi yazmış McCarthy. Dil, teknoloji ve öznellik arasındaki ilişkiyi ilk evresinde yakalamak istemiş. İletişim teknolojisinin gelişimi ile bireyin -Serge'in- başkalarıyla iletişiminin uyumsuzluğu güçlü bir kontrast yaratıyor.
Zengin göndermelerden ve referanslardan söz etmiştim. Serge de çağın değişimlerini simgeleyen hem çok katmanlı hem de romanı Joyce'un Ulysses’ine bağlayan bir kişilik. C’nin esin kaynaklarından en önemlisi, hiç kuşkusuz Ulysses. Tom McCarthy'nin modernist edebiyatın çağdaş bir yorumlayıcısı olduğunu da ekleyebilirim. Serge, Ulysses’teki Bloom karakterini andırıyor. Tıpkı Dublin sokaklarında bir ileri bir geri dolanan Bloom gibi, o da yeni bir sanat öğrenmektedir: Görme ama görmeme sanatını... Serge görür ve gözler; ama merceğine takılanlarla duygu ve düşünceleri arasına bir sınır çekmiştir. Her şeyi fark eder, ancak hiçbir şeye yoğunlaşmaz, hiçbir şeyden kırılmaz, hiçbir şeyi kötüye yormaz. 20. yüzyıl insanının özellikle yüzyılın sonlarında -ve günümüzde- iyice açığa çıkan bu edilgen kişilik yapısını barındıran Serge'in gözlemlerini yansıtırken dil ustalığını sergiliyor McCarthy: “Motorlu araçlar ve at arabaları çevrelerinde kayıp gidiyor, kesişen tarihi dönemler gibi birbirlerinin yollarına girip çıkıyorlar. Kırmızı fesler, süslü Avrupalı kıyafetler giymiş yerliler, içinde hukuki belgeler, gazeteler veya sigorta tazminat talepleri olan evrak çantalarıyla yanlarından hızla geçiyorlar; uzun cüppeler içindeki diğer yolcular, ellerinde sopalarla yoldan aşağı iniyorlar hızla; rengarenk paltolar giymiş öğrenci grupları, el ele tutuşmuş kağıttan çocuklar misali kaldırımlar boyunca ilerliyorlar. İnsanların giydikleri cüppeler, Serge'e pijamaları hatırlatıyor; şehir onlar yüzünden hafif uykusundan yeni kalkmış gibi uykulu bir görünüme sahip.”
Farklı ve derin bir roman okumak isteyenler için...
* Görsel: Onur Aşkın
Yeni yorum gönder