Julio Cortázar, “Roman sayıyla kazanır,” der ve ekler: “Öykü ise nakavtla.” Bu söz, öykünün en önemli şartlarından sayılan –daha önce Edgar Allan Poe’nun da vurguladığı– “tek etki kuralına” vurgu yapar. İlk cümleden itibaren gerilen ve zirvede tek hamleyle bırakılan ve hedefe ulaşan bir ok da bu öykü anlayışına örnek bir metafor sayılabilir. Ama tüm bu gösterişli sözler, metaforlar tek bir öykü anlayışına aittir. Bütün iyi öykülerden bu tek ve öldürücü etkiyi bekleyemezsiniz. Sevdiğiniz öyküleri şöyle hızlıca gözden geçirdiğinizde bu kuralın her zaman geçerli olmadığını göreceksiniz. Bazı öyküler, daha doğrusu bazı etkiler, suya atılan bir taş gibidir. Önce düştüğü merkezde ufak bir daire oluşturur ve geçen her dakika daireler –ve etki– büyüdükçe büyür. Öyle ki, artık öyküyü bir türlü aklınızdan çıkaramazsınız. Aklınızdan çıkaramadığınız şey bir atmosferdir; öykü yazarı nasıl becermişse sizi her solukta biraz daha içine gireceğiniz bir atmosfere dahil etmiştir. Öykünün vurucu, akılda kalan tek bir cümlesi, karakteri yoktur belki de ama öykünün genel havası göz ardı edilecek gibi değildir. Öykü kuramında bunu bir adı var mı bilmem ama bu yazıda ona “geç etki” diyebiliriz.
Kar soğuğu gibi
Neslihan Önderoğlu’nun yine Alakarga’dan çıkan ilk kitabı İçeri Girmez miydiniz? Haldun Taner Öykü Ödülü’ne layık görülmüştü. İkinci kitabı Mevsim Normalleri de en az ilki kadar iddialı bir kitap. Bana göre en az tek etki üzerine yoğunlaşılan öyküler kadar kuvvetli ve çarpıcı öyküler bunlar. Öykülerde göze çarpan anlatma rahatlığı ve dil zevki bile Mevsim Normalleri’ni okumamız için yeterli bir sebep. Önderoğlu ikinci kitabındaki öykülerde de hayata ve hayatın her anına keskin bir zeka ve amansız bir hissediş gücüyle yönelmiş. Yazarın karakterleri mahcup, buruk, kırgın, kırılgan tipler genelde. Hatta bu kırgınlık pek çok öyküde bir çeşit bedensel kırgınlığa da dönüşebiliyor. Kalpleri kırılmış, bedenleri kırılmış, dünyaya karşı hevesleri kırılmış insanlar bunlar. İnsanı şoke eden bir dikkati var Önderoğlu’nun anlatıcılarının. Birkaç handikaba rağmen Mevsim Normalleri’nin anlatıcıları; hikayeyi anlatmaya başladığı andan itibaren tanrısal bir göze dönüşüyor. Koca, tanrısal ve aşırı hassas bir göze. Bu göz, küçük insanların rutin yaşamlarında kolaylıkla büyük ruhların izini bulabiliyor; büyük bir karanlık, büyük bir inanç, büyük bir feda, büyük bir terk ediş...
Öyle sanıyorum ki tam da bu gözün mahareti sayesinde –hâlâ bir türlü atıf yapamadığım– geç etkiyi öykülerinde rahatça kullanabiliyor Önderoğlu. Tam da başlangıçta söylediğimiz gibi Mevsim Normalleri öykülerinde insanı bir kerede çarpan, sarsan, titreten bir darbeye rastlamıyoruz. İnsanın içini yavaş yavaş soğutan, bekledikçe tahammül seviyesini düşüren, kar soğuğu gibi geç ve genişleyen bir etki. Bu yüzdendir ki Mevsim Normalleri’ne bir kez girdiniz mi, bu atmosferden kolaylıkla çıkamıyorsunuz.
* Görsel: Hannes Bok
Yeni yorum gönder