Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sherlock Holmes ölümsüz mü?



Toplam oy: 1397
Viktoryen çağlardan çıkıp gelmiş sevimsiz bir İngiliz züppe tiplemesinin, dünyanın her köşesinde yıllar boyunca sevilerek okunmasını/izlenmesini sağlayan nedir? Biraz daha genelleştirelim; bir kurmaca karakterin yüzyıllara, yaşlılığa, ölüme meydan okuması nasıl mümkün olabilir?

19.yüzyılın sonlarında amatörce yazılan bir hikaye ile başlayan Sherlock Holmes efsanesi, polisiye edebiyatın –Dashiell Hammet, Raymond Chandler, Agatha Christie, Georges Simenon, Patricia Highsmith gibi- en parlak yazarlarının yetiştiği bütün bir 20. yüzyıl boyunca ihtişamını hiç yitirmedi. 21.yüzyılın ilk on iki yılını devirdiğim şu günlerde görünen o ki; onca güçlü rakibe rağmen tahtını korumayı sürdürüyor. Maceraları hala ilgiyle izleniyor, romanları satılıyor, fimleri, çizgi filmleri, TV dizileri yapılıyor, taklitleri üretiliyor, üzerine tezler, makaleler, kitaplar yazılıyor. Kısacası, Shelock Holmes sadece edebiyatın değil, üç farklı asır görmüş bir kurmaca karakter olarak sosyolojinin ilgi alanına da giriyor.

 

 

 

 

 

 

 

Bizi ilgilendiren, vakanın edebiyat yanı. Viktoryen çağlardan çıkıp gelmiş sevimsiz bir İngiliz züppe tiplemesinin dünyanın her köşesinde yıllar boyunca sevilerek okunmasını/izlenmesini sağlayan nedir? Biraz daha genelleştirelim; bir kurmaca karakterin yüzyıllara, yaşlılığa, ölüme meydan okuması nasıl mümkün olabilir?

 

 

 

Yukarıdaki soruların yanıtları üzerinde düşünmek, edebiyatın dinamiklerini kavramak açısından iyi bir başlangıç noktası. Bir kutbuna edebiyatın büyülü gücünü, zıt kutbuna edebiyat endütrisinin doyurulmaz iştahını yerleştirerek yapılacak bir dolu yorum var. Ancak bu yazıda yorumlar üzerinde değil, Sherlock Holmes efsanesinin 2012 yılında Türkiye’deki yansımaları üzerinde durmak istiyorum.

 

 

 

 Artur Canon Doyle

 

 

 

 

 

 

Hakkaniyetli davranarak kahramandan önce yaratıcısıyla başlayalım. Mezar taşına bakın neler yazdırmış; “yaman çelik, keskin bıçak, Arthur Conan Doyle, şövalye, vatansever, doktor ve edebiyatçı." Kahramanı kadar narsist olduğu için mi, yoksa mizah duygusunun zenginliğinden mi geliyor sıfatlar bilmiyorum, ama kahramanı gibi renkli bir kişiliği, heyecanlı bir hayatı olduğu biyografisinden anlaşılıyor.

 

 

 

1859 yılında İskoçya’da doğan Conan Doyle tıp eğitimi gördü, bir süre Batı Afrika sahillerine gemi hekimliği yaptı, 1882'de Portsmouth'ta muayenehane açtı. Hikayelerini hasta beklerken yazıyordu. 1887 yılında yazdığı “Kızıl Dosya” adlı hikayesinde Sherlock Holmes’a hayat verdiğinde mesleği de, kaderi de değişecekti. Hikayenin gördüğü ilgi ve yeni hikaye talepleri nedeniyle doktorluk ikinci plana düşmüştü. Sonuçta 4 roman, 56 hikayelik bir Sherlock Holmes külliyatı ile polisiye edebiyat tarihine adını yazdırdı. İşin tuhafı, elde ettiği bu başarıdan pek de memnun değildi. 1891’de annesine yazdığı bir mektupta, artık Sherlock Holmes’tan kurtulmak istediğini, bu romanların daha iyi şeyler yazmasını engellediğini belirtmişti. Nitekim 1893’te yayımlanan bir hikayede, Sherlock Holmes’ü bir şelaleden aşağı yuvarlayıverdi. Ama ölmemişti Holmes, yazarının hain komplosuna rağmen hayatta kalmayı başarmış, okuyucuların baskısı sayesinde maceralarını sürdürmüştü. 

 

 

 

Sherlock Holmes’tan yakasını kurtaramasa bile, Conan Doyle farklı alanlara yöneldi. Şiirler, oyunlar, tarihi romanlar, bilimkurgu romanları yazdı.  Bunlardan en önemlisi 1912 yılında yayımlanan –ve sıklıkla sinemaya uyarlanan- Kayıp Dünya romanıdır. Ancak bu roman bile yazarın ve diğer eserlerinin akibetine uğramış, Sherlock Holmes’ün gölgesinde kalmıştır.

 

 

 


Her yaşta, her yerde, her devirde

 

 

 

 

 

 

 

Nasıl kalmasın? Sherlock Holmes bugün hala dünyanın en tanınmış detektifi. Yüzlerce fan kulübü, dikilmiş heykeli, Baker Street sokağında yüzyıl önceki haliyle korunan bir evi var. Edebiyat ve sinema endüstrisinin yıllardır vaz geçemediği bu tuhaf kahramanın her yıl beş milyon kitabı basılıyor dünya üzerinde. Hakkında yazılan kitap sayısı on binlerle ifade ediliyor ve Sherlock Holmes sinemada en çok canlandırılan (yetmiş beş oyuncu tarafından iki yüzden fazla filme uyarlanmış) karakter olarak Guinnes rekorlar kitabına girmiş durumda.  Efsane2012 yılında, kimisi orijinal kimisi taklit çok sayıda romanda, filmde, TV dizisinde birbirinden çok farklı görüntülerle, çok farklı macerasıyla Türkiye’de karşılığını buldu.

 

 

 

En popüler alanla başlayalım, sinemayla: 2009 yılındaki filmin devamı olarak 2011’in son günlerinde gösterime giren  Gölge Oyunu'nu 2012 yılında izleme fırsatı bulduk. Senaryo zamansal ve mekansal olaraka aslına sadık kalmakla birlikte Sherlock Holmes efsanesinin aşırı yorumuydu. Bazı maceralarında düşmanlarıyla fiziksel olarak da karşı karşıya gelmiş, zaman zaman silah kullanmaktan kaçınmamış olsa bile, Sherlock Holmes’ün karakteristiği atletik yetenekleri ve dövüş sanatlarındaki becerisi değildi. Oysa Gölgeler Oyunu'nda karşımıza çıkan Holmes –hatta Watson- tiplemesi fazla enerjik. Günümüz bilgisayar oyunlarını andıran sahnelerde oradan oraya sıçrayan Holmes’ün akıl yürütmeleri ikinci planda kalmış. Belli ki Sherlock Holmes’ü hiç okumamış, eski filmlerini hiç izlememiş yeni bir izleyici kuşağı hedef alınarak çekilmiş Gölgeler Oyunu. Sherlock Holmes efsanesini hem yağmalıyor hem içini boşaltıyor; tıpkı bizim “edebiyat uyarlaması” yerli dizilerin eski Türk klasiklerine yaptığı gibi.

 

 

 

 

 

 

Buna karşılık Sherlock Holmes’ü 21.yüzyıla taşıyan, Holmes’ü 21. yüzyıl teknolojisiyle donatan, hatta Sherlock Holmes hakkındaki kökleşmiş inançlarla zaman aman dalga geçen TV dizilerinde sonuç daha başarılı. Mesela Kasım ayında gösterime giren  Elemantary'de, çağdaş bir Holmes portresi  bulacaksınız. Londra’dan ayrılıp New York’a yerleşmiş, Scotland Yard yerine NYPD ile çalışıyor. Dr. Watson da yanında; ama cinsiyeti değişmiş Watson’un. Güzel bir kadın olarak eşlik ediyor kahramanımıza. Sonuç hiç fena sayılmaz.

 

 

 

Farklılıklar edebiyat alanında da sürüyor. Mesela Anthony Horowitz’in İpek Evi, Rodolfo Martínez’in Ölülerin Bilgeliği ve Şairin Ayak İzleri romanları Sherlock Holmes’tan esinlenerek kaleme alınmışlar.  Anthony Horowitz, Arthur Conan Doyle Vakfı tarafından “onaylı üstelik. Vakıf. 125 yıllık tarihinde ilk kez yeni bir Sherlock Holmes romanının yayımına onay vererek bu işe Horowitz’i atamış. Orijinaliyle birebir uyumlu yeni bir Holmes macerası İpek Evi. Rodolfo Martínez ise daha yaratıcı; İspanyol yazar Doyle ve Lovercraft esinlenmeleriyle kendine ögü bir Holmes yaratmış. Zaman çizgisini de biraz ilerletmiş. Mesela Şairin Ayak İzleri'nde, İç Savaş yıllarında İspanyaya gelen Holmes, artık yaşlı bir adam ama gençliğindeki kadar  kıvrak bir zekası var.

 

 

 

 

Orjinal Sherlock Holmes hikayelerinde de olumlu gelişmeler yaşandı 2012’de. Everest Yayınları, Mart ayında dağıttığı basın bülteninde Holmes’ün “eşsiz bir edisyonla” Türkçe okurlarıyla buluşturulacağını müjdeledi. Film uyarlamalarının da uzman danışmanı olan Leslie S. Klinger’ın editörlüğünde hazırlanan Sherlock Holmes dizisi, dedektifin tüm maceralarını kapsayan, açıklamalı dipnotlar ve yüzden fazla çizimle zenginleşen üç ciltten oluşacaktı.  Bu önemli edisyonun yayımı 2013 yılına sarktı. Buna karşılık Martı yayınları yine üç ciltten oluşan bir Sherlock Holmes edisyonununu 2012 içinde yayımladı.

 

 

 

 

 

Benim Sherlock Holmes’um

 

 

 

Orjinali, yani Conan Doyle’un Sherlock Holmes’ü; uzun boylu, elinde büyüteci, ağzında piposu, başında avcı şapkası, üzerinde pelerinli pardesüsü ile –herhalde yaşadığı çağda bile- sokaklarda kolay rastlanılamayacak ama kolay kolay da unutulmayacak bir tipti. Edgar Allan Poe'nun Auguste Dupin karakterinden esinlenerek yarattığı bu kendini beğenmiş, ukala detektifi 1857’deki ilk macerasında Watson’un ağzından şöyle tanıtıyordu Doyle: “Boyu bir sekseni geçiyordu, öyle ki, eğildiğinde bile uzun boylu görünüyordu. Zeka pırıltıları okunan gözleri, etkileyiciydi. Şahin gagasına benzeyen ince burnu, tüm yüz görünüşüne atiklik ve karalılık ifadesi veriyor, çıkık ve sivri çenesi de bir adamın kararlılığına işaret ediyordu."

 

 

 

 

 

 

 

 

Holmes’un maceralarının anlatıcısı Dr. Watson, bilim adamı olmasına rağmen olayları doğa üstü güçlere yormaya yatkın bir adam. Olayların çözümü için Holmes ile birlikte hareket ediyor, maceralara katılıyor, kimi zaman Holmes’ü ölümden kurtaran kişi rolünü üstleniyor. Sadece bu kadar değil; çok önemli bir görevi daha var Watson’un; Sherlock Holmes’un karakter ve davranış özellikleriyle taban tabana zıt kişiliği sayesinde Holmes’un karizmasını ve çözümlemelerinin etkisini arttıran bir işlevi vardır öykülerde. Ayrıca, her öykünün sonunda, olayın ne olduğunun okuyucuya açıklanmasında aracı –dinleyici- rolünü oynar, arada bir üstlendiği ayak işleriyle arkadaşına yardımcı olur. Watson’ın düşüncesindeki basitlik (aslında normal bir insan olması) Sherlock Holmes’a iham verecek, daha doğrusu olayların yanlış yorumlanmasının kaynaklarını gösterecektir. Bu şablon neredeyse bütün Sherlock Holmes hikayelerinde titizlikle korunmuştur. Canon Doyle bir yanıyla Dr. Watson’dır, diğer yanıyla ise Sherlock Holmes.

 

 

 

 

Canon Doyle’un Poe’dan etkilendiğini belirtmiştim. Biraz da Gabardiou etkilerinden söz edilebilir. Ancak Doyle, bu iki yazarı da biraz da şaka yollu eleştirir satır aralarında. Şaka kısmını bir kenara bıraktığımızda, “gerçekçi bir etki yaratabilmek için belli şeyleri ayıklayabilmek gerekir” fikriyatından hareketle, gerçekten de ustalarına göre çok daha hedefe kilitlenmiş polisiye hikayeler yazmıştır.

 

 

 

 

Tutkulara, duygulara, metafiziğe hiç yüz vermeyen Canon Doyle’un hikayelerinde hiç bir fazlalık bulamazsınız. Buna karşılık ayrıntıları çok zengin ve çok işlevseldir. Bakın ayrıntılardan nasıl sonuçlar çıkarıyor Holmes; “Gözlerim bana, sol ayakkabının yanında, tam ışığın vurduğu yerde, ayakkabı derisinin üzerinde neredeyse paralel altı kesik bulunduğunu gösteriyor. Kurumuş çamuru çıkarmaya çalışmış beceriksiz birinin elinden çıktıkları açık. Bu yüzden çift akıl yürütmeyle, kötü bir havada dışarı çıktığını ve Londra’nın en kötü temizleyicisine sahip olduğunu çıkarıyorum. Mesleğine gelince; tentürdiyot kokan, sağ işaret parmağında siyah bir gümüş nitrat lekesi ve şapkasının sağ tarafında, stetoskobunu saklamış olduğu yeri belli eden bir şişkinliği olan bir beyefendi odama girdiğnde, onun bir tıp adamı olduğunu anlayamama için aptal olmam gerekiyor."

 

 

 

 

Evet, her ayrıntının bir açıklaması var, ama sonuçta böyle bir akıl yürütmenin kendisi biraz abartılı değil mi? İşte bu nedenle Holmes’un hem allegorik, hem parodik bir şahsiyet olduğu idia edilebilir. Bir yanıyla Aydınlanma felsefesinin temsilidir. Ama tepeden tırnağa rasyonel akıl kesilmiş bir detektif tiplemesi yaratmasına rağmen doğa üstü olaylara merakı ve inancı olan Doyle, bunu olumlamak için mi, yoksa alaya almak için mi yapmıştır bilemiyoruz. Sherlock Holmes hikayelerine biraz da şaka karıştığını düşünmeden edemiyorum. Gotik bir atmosfer altında, inanılmaz, hatta uçuk denebilecek bir analitik çözümleme ile muammayı halledip bizi hayrete düşürürken, okuyucuda bu akıl yürütmenin olamayacağına ilişkin bir düşünceyi tetikleme ve bu üstün akılcılıkla dalga geçme duygusunu yaratma işlevi görmüyor mu?

 

 

 

 

 

 

(Manşet görseli Nate Williams'a aittir.)

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.