Susan Sontag, bilmem ne dergisinin düzenlediği ankette "dünyanın en etkili bilmem kaçıncı kadını" gibisinden bir nitelemeye hiçbir zaman sahip olmadı. Kitaplar yazdı, eylemlere katıldı, dünyanın dört bir yanında konferanslar verdi. Bu melankolik, ciddi, lafını esirgemeyen, cesur ve esprili kadın, hastayken bile o günlerde yaşadıklarını yazıp bu haliyle bazı bazı dalga geçmeyi de bildi. Fotoğraf çekmeyi değilse bile ona bakmayı çok sevdi, başkalarının acılarına yoğunlaştı, hastalıkları metaforlarıyla düşünüp bunları etrafına yaydı; hepsi gücünü gösteriyordu.
Oğlu David Rieff, uzun uzun düşündükten sonra annesinin günlüklerini yayımlamaya karar verdi ve böylece biz Susan Sontag'ın bilinmeyen bahçesine de adım attık. Ayrıca Rieff'in kurduğu vakıf, Sontag'ın hem adını yaşatıyor hem de onun düşlediği dünya için çalışmalar yürütüyor.
Jonathan Cott, 1979'da Rolling Stone dergisinde bir bölümü yayımlanan röportajının bütününü Susan Sontag: Bilincin Kapısını Aralamak adıyla kitaplaştırarak Susan Sontag bulmacasındaki bir başka boşluğu tamamlıyor. Belki de zaten orta yerde gizlenen düşüncelerinin derli toplu bir yansımasını sunuyor.
Susan Sontag, yazdığı kitapların, makalelerin ve giriştiği eylemlerin ötesinde söyleşi yapmaktan, daha doğrusu kendisiyle röportaj yapılmasından keyif alan biriydi. Cott da bunu gündeme getirip onun, o anda kendini nasıl özgür ve mutlu hissettiğini anlatıyor. Elbette Sontag'ın sözcükleriyle: "Sohbetten ve diyalogdan hoşlandığım için röportajı seviyorum ve düşüncelerimin büyük bölümünün yaptığım sohbetlerin ürünü olduğunu biliyorum. Yazma ediminin en zor yanı, bir bakıma, yalnız olmak ve insanın özüne aykırı bir eylem olduğu halde kendi kendine sohbet etmek zorunda kalmak. İnsanlarla konuşmayı severim -eve kapanmamı engelleyen şeylerden biri de bu- ve o sohbetler sayesinde ne düşündüğümü öğrenme fırsatı buluyorum." Susan Sontag:Bilincin Kapısını Aralamak da böyle bir kitap işte.
"Çoğu kişinin sandığından daha cahilim"
Sontag, dünyada her ne olup bittiyse ve neler söylendiyse bunun ardını görebilen biriydi. Kendisine de kendi dışındakilere de belli bir mesafeden bakmasını biliyordu. Bu yüzden gayet anlaşılır ve bam teline dokunan işlere imza attı. Nihayet, konuları doğru düzgün düşündüğünden yaygın klişelerin tekrarlanışına aracı olmadı. Cott'la yaptığı söyleşideki bu tespitine uygun hareket etti anlayacağınız.
Kendisini klişelere zincirlemezken Sontag, kaçınılmaz biçimde marjinal bir tavır takındı. Söyleşide de bundan; "huzursuzluğunu arttırmak istemesinden", hareketlenme ve "bitiremeyeceği bir sürü şeye el atma" arzusundan bahsediyor. "Çoğu kişinin sandığından daha cahilim" deyişi marjinalliğini ya da bilgeliğini gösteriyor.
Cott'un yaptığı söyleşi, o dönemi yansıttığı gibi önceki yılların da bir sorgulaması. Bu anlamda Sontag'ın hem gününe hem de geçmişe bakışını gösteriyor; "tutkulu estetik düşkünlüğünü" de, "takıntılı ahlakçılığını" da.
Sontag kaynayan ve işgalleriyle dünyayı bezdiren ABD'yi eleştirirken deyim yerindeyse fotoğraf çeker gibi ama sözcüklerle, bütün ayrıntıları en açık biçimde önümüze koyuyor. "Yaşamanın kendisi bir saldırganlıktır," diyerek güzel de bir özet geçiyor.
Sontag'ın pek çok mevzua el attığı kitaplarından biliniyor zaten. Cott ise sorularıyla onu "kışkırtarak" bunun altını eşeliyor adeta. O zaman da ortaya Sontag'ın taslakların üzerinden defalarca geçtiği görüşlerinin zemini ortaya çıkıyor: Edindiği bilgiler, bunları başka bilgilerle besleyişi ve ardından fikirleri. Tarih, felsefe, feminizm, fotoğraf ve edebiyat, onun ince ince zaman ayırdığı alanlardan sadece birkaçı.
California ıssız, New York zengin
Sontag hemen hemen pek çok şeyden kendini mahrum bırakarak yazarken bir yandan da ömrü boyunca peşini bırakmayan hastalıklarla uğraşıyor. Pardon, onları da düşünme ve yazma sürecine dâhil ediyor. Kitapta, hastalıklarını nasıl inceleme konusu haline getirdiğine dair Sontag'ın önemli açıklamaları var. Hastalıkları sayesinde bedenine daha çok odaklanıyor, hastalıklar ve metaforlarının sağlıksız ilişkisini nasıl deştiğini bir bir sıralıyor.
Bu arada Sontag hayli kişisel konulara da giriyor, kendisine yakın kişilerin bilebileceği kimi özelliklerinden bahsediyor: "Kendim biraz sıkılgan olduğumdan etrafımı benim kadar sıkılgan olmayan insanlarla doldurmaya dikkat ediyor, böylece açılıyor ve kendimi iyi hissediyorum." Tüm bu yaşayış içinde Sontag "dünyaya dikkatini vermekten" asla vazgeçmiyor. Bazen kendini kapattığını bazen de her şeyin üstüne gittiğini söylerken bir kenara bırakmadığı yegâne şey o dikkat. Aynı dikkat ona California'nın ıssız, buna karşın kuzeydoğunun zengin olduğunu söyletiyor. Köklerine dönmek istemeyişi, New York'ta kendini mutlu hissedişi ve eski söyledikleriyle hâlâ aynı fikirde olmaması da sözü geçen dikkate bağlanabilir.
Sontag'ın ölümünün üzerinden on yıl geçti. Kitapları ise çok daha önce yayınlandı. Ama söyleyip yazdıkları hiç eskimedi; Cott'un yaptığı röportaj ve Susan Sontag: Bilincin Kapısını Aralamak bunu gösteriyor. Bir şey daha var: Kitap boyunca anlattıkları, Sontag'ın ne kadar derinlikli ve sade biri olduğunu da açık ediyor.
Yeni yorum gönder