Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Uydur uydur sayfalara diz!



Toplam oy: 785
Hakan Bıçakcı’nın farklı yazarlarla yaptığı bir atölye çalışmasının ürünü olan Uydurmanın İncelikleri, adından da anlaşılacağı gibi, “yazma süreçleri” üzerine bir metin.

Fantastik edebiyatın önde gelen isimlerinden Ursula K. Le Guin, kurmaca metinleri dışında yazdığı pek çok denemeden biri olan “Rüyalar Kendini Açıklamalı” başlıklı yazısında, yazma deneyimi üzerinde durur; bir derginin “Yerdeniz Üçlemesi”yle ilgili kendisine sorduğu sorular vesilesiyle girdiği diyalogda şu cümleyi kurar: “Ben mühendis değil kaşifim. Yerdeniz’i keşfettim.”

 

Yalnızca Le Guin değil ve yalnızca fantastik kurgu yazarları değil, pek çok başka romancı ve hikayeci de yazma süreci üzerine kafa yormuş, tespitler yapmış, metinler çıkarmıştır. Hatta, yazarların yazma süreçlerini kurmaca metinlere taşındıklarını da görürüz. Kurguya paralel olarak yazarın yazma sürecine tanıklık edebilir ya da metne neyi nasıl dahil ettiğinin ipuçlarını yakalayabilir ve dahası “dahil etmedikleri”ni bile görme imkanı buluruz. Metindeki kahramanı bir şeyler yazarken ya da yazmaya çabalarken ve hatta bir şeyler okurken gördüğümüz metinlerde bu tür örneklerle, oyunlarla sıklıkla karşılaşırız. Yazarların, sancılı yazma süreçlerini, yazarken birbirine karışan ya da “karışmış” gibi görünen “gerçek”le “uydurma”yı kurguya dahil ettikleri pek çok metin var; yakın bir zaman önce Türkçeye çevrilen Carlos Labbe’nin Sayıklama romanı da (Notos Kitap) tüm bu süreçlerin kurmaca metne dahil olduğu, dahası metni çözülecek bir bulmacaya/polisiyeye/esrara dönüştürdüğü ve bunu metnin edebi gücünü azaltmadan becerebildiği güzel bir örnek.

 

Kısacası bütün bu yazma/kurma/uydurma kısmına okurlar olarak tanıklık etme imkanı giderek yaygınlaşıyor. Atölyeler, seminerler, denemeler sadece yazar adayları için bir ışık ya da yazarlar için bir rehber, bir tür fikir alışverişi olmakla kalmıyor, okurlar için de bir eğlencelik ya da bazı durumlarda okudukları kurmaca metinler kadar çetin, cezbedici bir alan oluyor. Hakan Bıçakcı’nın farklı yazarlarla yaptığı bir atölye çalışmasının ürünü olan Uydurmanın İncelikleri de, adından da anlaşılacağı gibi, “yazma süreçleri” üzerine bir metin.

 

 

 

“Sonunu biliyorum”

 

“Uydurmanın Teknik Boyutu”, “Uydurmanın Sözcüleri”, “Uydurmanın Genel Halleri”, “Uydurmanın Uydurulma Süreci” başlıklı dört bölüme ayırdığı çalışmasında Bıçakcı on dört yazara, bölüm başlıklarına göre tasnif ettiği farklı sorular soruyor. Başar Başarır, Doğu Yücel, Fuat Sevimay, Hakan Günday, İsmail Güzelsoy, Jale Sancak, Mahir Ünsal Eriş, Mario Levi, Mine Söğüt, Murat Özyaşar, Müge İplikçi, Nermin Yıldırım, Seray Şahiner, Yavuz Ekinci… Yazarların her biri de bu sorulara, bazen üç satırla bazen üç sayfayla, kendi bakış açılarıyla cevap veriyor. Söz konusu yanıtlara ek olarak, her bölümün sonunda, baştaki soruyla ilgili farklı metinlerden ve yazarlardan alıntılara da yer verilmiş. Dolayısıyla, kitapta yer alan yazarların cevap ve aktarımlarıyla birlikte farklı metinlerden yapılan alıntılar okuyanları sadece yazma üzerine düşündürmekle kalmayıp başka kaynaklara, okumalara ve tabii farklı yöntemlere de yönlendiriyor. Soruları cevaplarken yazarların gönderme yaptığı kitaplarsa yeni okuma listeleri oluşturmak için vesile oluyor.

 

“Uydurmanın teknik boyutu”yla başlayan atölyede Bıçakcı, hem soru yönelttiği yazarları hem de biz okurları, Saf ve Düşünceli Romancı’nın açtığı yol vesilesiyle didiklemiş olduğumuz “planlayarak yazmak” meselesine bir kere daha yöneltiyor ve, “Her işin başında, kafamızda iyi kötü bir plan vardır. Ancak bu planın ne kadar ayrıntılı ve bağlayıcı olacağı kişiye göre değişir. Hayat ‘biz başka planlar yaparken başımızdan geçenlerse’ kurmaca için de durum farklı değildir genellikle. İlk tartışma konumuz, kurmacanın ilk adımı olduğu varsayılan planlamayla ilgili,” girizgahından sonra yazılanların planlanmasına, iskelete dair sorularını soruyor.  

 

Cevaplara bakınca “Saf ve/ya Düşünceli” olanlar kadar sadece saf hikayeci ve romancıların ya da sadece düşüncelilerin olduğunu da kerterizliyoruz. Tabii bu noktada Fuat Sevimay ve Mahir Ünsal Eriş’in hikaye ve roman için ayrı cevaplar vermesi dikkate değer. Düşündürücü ve tartışma yürütmeye sevk eden, mutlak bir sonuç ya da doğruyla yetinmeyecek gibi görünen cevapsa Doğu Yücel’den geliyor. Söze, “Bir plan muhakkak olmalı,” diye başlayan Yücel, sona yaklaşırken şöyle bağlıyor: “Bu arada örnek aldığım birçok yazarın plan yapmadığını söylemem gerek. Murakami ve Stephen King mesela. Finale dair plan yapmadıklarını, hatta sonraki bölümü bile bilmediklerini söylerler. Hatta plancı düşünmenin metnin büyüsünü kaybettirdiğini iddia ederler. Ama ben bu iki yazarın plan yapmadan, özellikle klasikleşmiş kitaplarını yazamayacaklarını düşünüyorum. Ya da biz sıradan insanlar o kadar zeki değiliz, bilemiyorum. Bir de bu konuda güzel bir yazar öyküsü vardır. Yazar, yayıncıya romanını kaybettiğini söyler. Yayıncı da ‘dert etme yeniden yazarsın’ der. Yazarın yanıtı şöyle olur: ‘Olmaz şimdi sonunu biliyorum.’”


Atölyede yol alırken, ilerleyen bölümlerde farklı şemalar, yol haritaları dökülüyor önümüze, okuma deneyimlerine de kılavuzluk etme gayretiyle.

 

Hayatı boyunca hep yazdığını ve hayatı boyunca (bilinçli bir kararla olmasa da) “nasıl yazmalı” kitaplarını okumaktan kaçındığını belirten Ursula K. Le Guin’in de dediği gibi, “okumak, ders vermek, diğer yazarlarla konuşmak, insanı belirli bir teknik bilincine erdiriyor”dur muhakkak. Düşünmenin, belli düşünme yollarını, farklı haritaları izlemenin, kılavuzluk gayretindeki tartışmalara dahil olmanın önemini teslim edip bu gibi atölye çalışmalarının hakkını verdikten sonra, nihayetinde, atölyenin katılımcılarından olan ve cevaplarıyla kitapta yer alan Hakan Günday’ın, yazma yolunun başındakiler için tavsiye isteyen soruya verdiği cevaba da kulak kesilme ihtiyacı doğuyor: “Bu konuda vereceğim tek tavsiye şu: Hiçbir tavsiyeyi dinlemesinler. Çünkü yazmak, tamamen kişisel bir deneyim. Oturup yazacaksın. Ta ki özgür bir yaratığa benzeyene kadar!”

 

 

 


 

 

 

 

Görsel: Dilem Serbest

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.