Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Zadie Smith bu kez hayalkırıklığı yaratıyor



Toplam oy: 1181
Smith, karakterlerini tasvir ederken, garip bir ölçüsüzlükle hareket ediyor; özellikle de romanın melodramatik düğüm noktalarında.

Tüm dünyada İnci Gibi Dişler adlı ilk romanıyla ünlenen, çağımızın önde gelen edebiyatçılarından Zadie Smith, geçen günlerde ABD ve İngiltere'de yeni romanını yayımladı: NW. Londralı dört arkadaşı konu alan bu trajikomik roman, pek çok eleştirmenden tam not aldı. Gel gelelim, çoğumuzun bildiği gibi, New York Times'ın çetin eleştirmeni Michiko Kakutani'nin kılıcından geçmek öyle pek de kolay değil!

 

Pulitzer eleştiri ödülünün sahibi Kakutani, NW için "Asıl sorun kitapta bir türlü görülemeyen bakış açısı, enerji ve ruh," diyor: "Kitap, üstünkörü, derme çatma ve yapmacık bir his bırakıyor."

 

Dahasını, Kakutani'nin kaleminden okuyalım.

 

 


 

 

YETERSİZ BİR KİTAP

"NW isimli yeni romanı raflarda yerini alan Zadie Smith, bu kitabında da doğup büyüdüğü topraklardan, Londra’nın kuzeybatısından bahsediyor. Okurları, şehrin bu çok kültürlü köşesine İnci Gibi Dişler romanından aşinalar aslında: Yazar, büyük bir çıkış yaptığı ilk romanı İnci Gibi Dişler’de günümüz Londra’sını anlatmış ve bu anlamda Martin Amis, Salman Rüşdi ve Hanif Kureyşi gibi yazarlarla kıyaslanmıştı. Yeni romanı NW’yi okuduğunuzda o gürültülü metropol hayatını, göç dalgalarının değişmez akıntısını ve şehri gün be gün keşfetmeye başlayan ateşli gençliği görebiliyorsunuz, ancak NW ‘nin İnci Gibi Dişler’le kıyaslandığında çok daha zayıf bir anlatıma sahip, yetersiz bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
NW, İnci Gibi Dişler’de ele alınan İngiliz sömürgeciliğinin günümüze mirası veya sığınmacılık gibi konuları yok sayıyor; İnci Gibi Dişler'in o arapsaçına dönmüş aile yapısına, nesiller arası çatışmaya değinmekten kaçınıyor. Ancak kitabı yetersiz bulmam bu sebeplerden değil.



Bunlar elbette önemli; Smith’ten yeni, gösterişli, Dickensvari bir ürün bekleyen okurlar, yukarıda saydığım özellikleri bulamamaktan ötürü hayalkırıklığına uğrayabilir. Ancak NW’deki asıl sorun, kitapta bir türlü görülemeyen bakış açısı, enerji ve ruh.

 

Halbuki İnci Gibi Dişler ve yazarın bir başka ustalık ürünü olan Güzelliğe Dair’de, Smith'in, aile-çocuk, idealist-hayalperest, işçi sınıfı-beyaz yakalı çarpışmasını ne denli zahmetsizce ve ustaca yansıtabildiğini görmüştük. Garip ve beklenmedik bir şekilde, NW’de, karakterleri hor gören bir tutum içinde Smith. Bu yaklaşımının sonucunda; karakterler birey olabilmenin ötesinde basmakalıp kişilere dönüşmüş. Duyularımıza hitap eden, detaylandırılmış kişilerden çok; beceriksizce çizilmiş karikatürlere benzemişler. Roman; üstünkörü, derme çatma ve yapmacık bir his bırakıyor.

 

Alıştığımız büyülü üslubunun aksine, Zadie Smith bu kez parçaları uyumlu bir şekilde harmanlayamamış; ortaya tatmin edici veya orjinal bir hikâye koyamamış. Bunun sebebi ise Leah ve Natalie’nin son derece şişirilmiş ve yargılayıcı karakterler olmaları. İnci Gibi Dişler’de yaptığı üzere, bu iki yakın arkadaşı, dünyaya bambaşka iki pencereden bakan insanlar olarak kurguladığını görüyoruz. İnci Gibi Dişler'de Archie ve Samad karmaşık ve en ince ayrıntılarına dek kurgulanmış karakterlerdi; oysa Leah ve Natalie hiçbir zaman ilgimizi pek de diri tutabilecek karakterler haline gelemiyor.

 

 


 

 


GARİP BİR ÖLÇÜSÜZLÜK VAR

 

Asıl adı Keisha’yı değiştirerek Natalie adını alan karakter, yoksulluktan gelip, hırsı ve çabasıyla kendini baştan yaratan o mükemmeliyetçi karakterin kötü bir taklidi, parodisi olmuş. Başarılı bir avukat olan Natalie, varlıklı bir bankacı olan Frank’le evli, iki güzel çocuğa sahip ve bir parka bakan muhteşem bir evde oturuyor. Buna rağmen bu parlak hayatı boş ve yetersiz bulmakta. Leah ise çocukluk arkadaşlarına kıyasla hayatta daha iyi bir yere gelmiş. Ama üniversite diploması ona ancak yardım kuruluşlarına gelir sağlamaya yönelik, oldukça az getirisi olan bir iş sağlayabilmiş. Berberlik yapan kocası Michalel ile, kendilerini her kuruşu sayarken bulmaları sonucunda Leah, kendini Natalie’ye karşı bir dargınlık ve sınıf öfkesi içinde buluyor.

 

Smith’in bu kadınları tasvirinde garip bir ölçüsüzlük göze çarpıyor, özellikle de romanın absürt melodramatik düğüm noktalarında. Örneğin; Leah’nın çocuk sahibi olma konusunda isteksiz olduğunu ve köpeği Olive’e düşkünlüğünü biliyoruz. Ancak, kitabın ilerleyen bölümlerinde sokak ortasında bir adamın köpeğine çarpmasına rağmen, Leah’nın akşam yemeğine gitmeden evvel köpeği veterinere dahi götürmeye gerek görmediğini ve kocasıyla yemekten döndüklerinde köpeğin durumunu kontrol etme gereği dahi duymadığını görüyoruz. Ertesi sabah Olive’i ölü bulduklarında ise Leah derin bir yasa bürünüyor ve sokak ortasında köpek sahiplerini durdurup onlara kendi hikâyesini anlatmaya çalışan hafif üşütük bir kadına dönüşmeye başlıyor.

 

 

Natalie de benzer bir biçimde ele alınıyor kitapta. Smith’in yarattığı bu çok mantıklı, çok kontrollü kadın bir anda ailesini, kariyerini, güvenliğini riske atarak, internetten bulduğu yabancılarla buluşmaya başlıyor. Bu buluşmalar muhtemelen Natalie’nin boğucu evliliğinden ne kadar mutsuz olduğunu göstermek amacıyla gerçekleşiyor, ancak yazar bu davranışların ardında gizlenen duygusal altyapıyı oluşturmuyor; ya da mantıklı ve akla yatkın bir biçimde okura geçiremiyor.

 

 

Zaman zaman birbirine paralel, zaman zaman ayrı düşen bu hayatlar, kaderin değişkenliği, istek ve seçimlerin insan hayatını nasıl değiştirebileceği gibi konularda sorular üretiyor. Kimlik üzerine sorular, seçilmeyen yollar ve zamanın değeri de hikâyeye serpiştirilmiş halde. Ne var ki bunların hiçbiri bir içgörü ya da incelikle incelenmiş değil.Smith’in roman içindeki (kibirli akşam yemekleri ve yükselme hırsı olan insanların çocuk yetiştirmeleri üzerine) yergi denemeleri ise oldukça abartılı. Tıpkı, sınıf ve para konularında zengin ile fakirin farklarını göstermek hususundaki çabası gibi.

 

 

Yazarın, diyaloglar söz konusu olduğunda gösterdiği başarı kayda değer. Londra sokaklarına dair hatırda kalan hareketli bölümler de gayet güzel. Ancak, NW'nin kâğıt bebekleri anımsatan karakterleri, üretken ve yetenekli bir yazara ve onun verimli bir biçime gelmeye çalışan yeteneğine zarar veriyor." 
 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.