Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Zamansız tarih



Toplam oy: 1123
Meriç Eryürek
Epsilon Yayınları
Tarumarname tarih ile mitolojinin, dini inançlar ile karanlık büyülerin bir bilgisayar oyunu tadında harmanlandığı bir roman.

Tarumarname, Meriç Eryürek’in ilk romanı. Ancak öğrendiğimiz kadarıyla Eryürek’in edebiyatla ilişkisi yeni değil; gençlik yıllarında hikayeler yazmış, Milliyet Genç Yazarlar Hikaye Ödülü’nü kazanmış. Sonrasında yazıyla ilişkisini medya sektöründe sürdürmüş. Bu yıllarda yazıp da yayımlamadığı, hatta imha ettiği söylenen bir romanı daha var. Biyografisinin sonundaki, “Yazar boş zamanlarında tarih, din ve gizil bilim araştırmaları yapıyor, konsol ve MMO oyunları oynamayı seviyor.” notunun önemini ise romanı okuduğunuzda anlayacaksınız. Çünkü Tarumarname tarihle mitolojinin, dini inançlarla karanlık büyülerin bir bilgisayar oyunu tadında harmanlandığı, hayal dünyası ve coğrafyası geniş, hareketli, şenlikli, oyuncaklı ve eğlenceli bir roman.

 



Otuz iki kısım, tekmili birden…

 

 

 

19. yüzyılın sonlarındayız. Tevfik Efendi boğma rakı ve şarap imalatıyla iştigal eden bir Arnavut sülalesinin; Kıyam Bey de çeyizlik kumaş ticaretiyle geçinen Üsküplü bir ailenin son fertleri. Balkan Göçü zamanı İstanbul’a doğru aynı vagonda yolculuk eden bu iki ailenin oğullarınn arkadaşlığı kundakta başlamış, veletliklerinde mahalle mektebinde ve talebeliklerinde Paris sokaklarında devam etmiş, İstanbul’a dönüp geldikerinde –arızalı da olsa– sürüp gitmiş. Arızaların nedeni Tevfik Efendi’nin akıllara zarar muziplik ve muzırlıkları… Ama Kıyam Bey için felaketlerin en büyüğü evrenin kadim sırlarını çözmeye soyunmuş Tevfik Efendi’nin okültizm tutkusu olacaktır. Kendini karanlık sanatların ve okültizmin en büyük üstadı ilan etmekle kalmayıp başkalarını da inandırmayı başaran, üstelik her milletten bir dolu mürit edinen Tevfik Efendi bu kez Mısır kraliçesi Amen-Ra’nın sırlarının peşine düşecek, başlarına gelmedik felaket kalmayacak, yolu onlarla kesişen her varlık bu felaketlerden nasibini alacaktır… Hikayenin aksiyonu, patırtısı, gürültüsü say say bitmez: havaya uçan tren vagonları, yerle yeksan olan Mısır piramitleri, batan istimbotlar (elbette Titanik), roket yapılmak için dinamitlenen Galata Kulesi, ses kudretiyle zindanları yıkan bir düzengah…

 

 

 

 

(Görsel çalışma: Puddy Dunne)

 

 

 

 

Tarumarname boyunca, Tevfik Efendi ile Kıyam Bey’in kadim sırları keşif seyahatlerinde yollarına çıkan kurmaca-gerçek pek çok kişi ve kuruluşla karşılaşacaksınız: Dört bin küsur senedir firavuniyyelerinin kayıp mumyasını arayan karanlık Seth Teşkilatı, çöl emanetlerini korumakla görevli Tuareg’ler, sopalı zabitler, hançerli suikastçiler, piştovlu haydutlar… Evrende seyahatin sırrını bulmaya çalışırken elektriğe kapılan Tesla ve Edison, duran taşların ve yavaş atların sırrını keşfeden fizik alimi Al Harazmi, elektrizma deneyinde tahta bacağı tutuşup paluze olan tiyatora nazendesi Sarah Bernhardt, Napoléon’la karşılıklı satranç oynayan bir yeniçeri heykeli, Sfenks’ten canını zor kurtaran Churchill, şişelere hayatın sırrını depolamaya çalışırken çarpılan sahte Benjamin Franklin ve bütün oyunları kuran, kağıtları dağıtan karanlık bir el; Osmanlı tahtına göz diken hain şehzade Nasreddin Mehmet Efendi. Bu hengame yetmezmiş gibi, Solange isimli soylu bir Fransız kadına duyduğu aşkla da kavrulacak Kıyam Bey. Sona geldiğinde düğüm çözülecek, Kıyam Bey, başına gelenlerin asırlardır süren bir entrikanın hamleleri olduğunu, Tevfik Efendi’yi şah, kendini piyon zannettiği bu satranç oyununda aslında düpedüz şahbaz olduğunu, geç de olsa anlayacak… 

 

 

 

 

“Tefrika nakletmenin ilmi vardır”

 

 

 

Yukarıdaki karmaşa, Tarumarname hakkında sanırım bir fikir vermiştir. Eryürek, tarihe mizahla yaklaşıyor; anlattıklarının kurmacalığını baştan ilan etmiş. Romanda tarihsel gerçekleri, karanlıkta kalmış sırları aydınlattığını ilan eden; birçok anakronik hata barındırmasına rağmen romanının tarihsel anlatı gibi alımlanmasını talep eden yazarlardan farklı bir tarz onunkisi. Hatta o türden romanların parodisi bile denebilir. Ağırbaşlı görünümün ardına gizlemiş mizahını. Anlatısını doğrulayacak bir dolu dipnot vermiş. Ama dipnotlara baktığınızda gülümsemekten kendinizi alamayacaksınız.

 

 

 

 

(Görsel çalışma: Roy Lichtenstein)

 

 

 

 

 

Eryürek’in günümüz popüler tarihi romanlarına eleştirisi, Tarumarname’nin satır aralarında da sürmüş: “Eli kalem tutan her pestenkerane tefrikacı halihazırda zaten Mevlana ve Şems-i Tebrizi hakkında kitap kaleme alıyor, mecidiyeleri cebe indirip sosyete salonlarında ahkam kesiyordu. Kıymetli üstad Tevfik Efendi’nin de bu modaya tüy dikmesi muhakkak lazımdı, elbette, elbette...” Ancak romanı sadece taşlama ve parodiye indirgemek haksızlık olur. Başlangıcından sonuna mizahla yüklü olmasına rağmen insani tutkulara, batılla bilim, Doğu’yla Batı arasında sıkışmış Tanzimat aydınına, Batı’nın yağmacılığına, şeyhliğe ve müritliğe, nihayetinde edebiyata dair pek çok saptama ve eleştiri barındırıyor.

 

 

 

 

Romanın kurgusal mantığını da roman içinde Şehzade Mehmet Efendi’nin ağzından açıklamış Eryürek: “[T]efrika sanatının bir ilmi mevcuttur. Bu tefrika bir büyüktür ki, baştan sona anlatılması namümkün, bir baştan, bir sondan, bir ortadan anlatılması vaciptir. (…) Hadise dediğin, yazarın muhayyilesinde uçuşan kurdeladır. Velev ki ehil el o kurdelanın ucunu ötekilere hünerle düğümler, kurdelalar dizilip tefrika olur. (…) Muhtevasına dair bilgi verilmeden dinlersen, akıl bulamazsın. Girizgahın hüneri odur. Bilgi nakleder ki, duyan dinlediğinden akıl alsın. (…) Maharet, kırıntıları mahir okuyucu görsün, lakin derbeder okuyucu kırıntı aramayı aklına getirmesin emeliyle kaleme almaktır. (…) En ala hikaye, muhtevası karışık olandır. Bir şerbetten bir tad alırsın. Çok şerbeti harman edersen hem harmanın, hem sevdiğin şerbetin tadını ayrı alırsın. Ala tefrika da öyledir. Bir tadı tam vermez de, harmanın lezzetine varmayı içenden bekler. O sebebledir ki bir aklın bir lafla yazdığını, bin akıl bin lafla nakleder.” Eryürek’in uzun ve karmaşık tefrikası Tarumarname işte bu kurallarla yazılmış. Ancak tefrikaya güzelliğini veren asıl etken yazarın kullandığı dil. İhsan Oktay Anar romanlarını hatırlatan, Osmanlıcayı andıran ama tamamiyle kendine özgü bir dille yan hikayelerde kimi zaman ‘balon’ yapan yerlerin üzerini örtmeyi başarıyor.

 

 

 

Tarumarname özellikle bir ilk roman olarak çok başarılı. Ancak Eryürek daha iyisini yazma potansiyeli olan bir yazar.

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder


ömer türkeş bir romanı övdüyse kesin kötüdür. okumam.

53%
47%

Yeni bir İhsan Oktay Anar mı acaba?İnşallah değildir. Her memlekete bir ihsan yeter.

42%
58%

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.