Ayfer Tunç’un edebiyat hayatının 25. yılı dolayısıyla Mimar Sinan Üniversitesi Fındıklı Kampüsü Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda bir etkinlik düzenlendi. “Çağdaş Edebiyata Akademik Yaklaşımlar I: Edebiyat Hayatının 25. Yılında Ayfer Tunç” adını taşıyan etkinliğe konuşmacı olarak 15 yazar, akademisyen ve eleştirmen katıldı.
Can Yayınları’nın katkısıyla düzenlenen etkinlikte ilk konuşmayı yapan yazar Ahmet Ümit, Tunç’un sıradan insanların hayatındaki dramatik yapıyı yakalayan, sıradan hayatların sıradışılığının farkında olan bir yazar olduğunu belirtti. Etkinliğin düzenleyicisi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Prof. Handan İnci ise Ayfer Tunç’u memleketinin ruhunu kavramaya çalışan, yalnızların yazarı olarak tanımladı.
Sırma Köksal’ın oturum başkanlığında konuşan Murat Gülsoy da Tunç’un tarihin sadece toplumsal mücadelelerin tarihi olmadığının farkında ve gündelik hayatın arkeolojisinin peşinde bir yazar olduğu fikrini dile getirdi.
Nursel Duruel başkanı olduğu oturumun kapanış konuşmasında henüz hayatta olan bir yazar üzerine böyle bir etkinlik düzenlenmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirirken, aynı oturumda konuşan şair Haydar Ergülen, Yeşil Peri Gecesi romanı üzerinden Tunç’un şiir ile ilişkisini açığa çıkardı.
Etkinliğin sonunda kürsüye gelen Ayfer Tunç ise önce edebiyat ne işe yarar, sonra neden yazarız sorularına cevap aradı. Tunç’un konuşması şöyle:
Edebiyat ne işe yarar?
Küçük bir anekdot ile başlamak istiyorum. Çünkü edebiyat hayatın içerisinde giderek daha az yer alıyor ve bu beni yaralıyor. Edebiyatın hayat için gerekli bir şey olduğuna inanıyorum. Bir tarihte Yapı Kredi Yayınları’nda Kitap-lık dergisini çıkarırken dosya konusu olarak, "Edebiyat ne işe yarar" sorusu atıldı. Ben bundan çok rahatsız oldum, irkildim. Biraz tuhaf bir soru gibi geldi. Çünkü "Edebiyat ne işe yarar" sorusu, "Bana bunun ne faydası var", "Benim bundan çıkarım ne" gibi tüketim kültürünün parçası haline gelmiş sorular silsilesini tetikler diye düşündüm. Edebiyatın daha soylu bir duruşu olmalıydı, daha yukarda bir yerde olmalıydı ve çıkarcı bakış açısının, faydacı yaklaşımın soruları ve araçlarıyla tartışılmasını rahatsız edici bulmuştum. Fakat anladım ki doğru soru zihnimizi kemiren ve bizi olur olmaz zamanda cevabını aramaya yönelten soruymuş.
Bu çıkarcı çağın, yararcı, her şeye "Ben bundan nasıl faydalanırım" diye bakan çocuklarından biri, "Oku diyorsun da niye, ne işe yarar edebiyat," diye sorsa ne cevap veririm, diye düşünmek zorunda kaldım. Dergimiz de bu soruya cevap aradı, hem bu irkiltici soruyu sorduk, hem de hep beraber cevap aradık. Cevaplarımız tatmin edici miydi, o kuşak için öyle olduğunu zannetmiyorum. Çünkü cevaplarımız soruya rağmen oldukça soyluydu.
Çok soylu bir hayat yaşamıyoruz artık; yani soylu değerlerin eski yüzyıllara ait kaldığının ve ancak onların kalıntılarını üfleyip parlatıp yüksek bir yere koymaya çalıştığımızın hepimiz farkındayız aslında. Yeni çağın, yeni iletişim biçimlerinin, dünyayı anlama yollarının esiri olduk. Ama yapmamız gereken esiri olmak değil bu yolları kendi elimize almak, yeni çağın yollarını reddetmeden onları kullanılır hale getirmek. Ne için kullanacağız, ne işe yarar edebiyat, bizim bundan çıkarımız ne? Bu yeni yolları kullanarak daha insan olacağız -son kitabımın adı olan- içimizde dünya ağrısına kesin çözüm bulmak imkansız ama en azından onu dindirecek unsurlar arayacağız.
Edebiyat, dünya ağrısını neden çektiğimizi anlatır aslında. Neden bu ağrıdan mustarip olduğumuzu ve bundan uzaklaşmak için neye ihtiyacımız olduğunu anlatır. Bir tek yolu var dünya ağrısından uzaklaşmanın: İnsan olmak. Edebiyat bize insan olma yollarını gösterir. İnsan olma yollarını açar. Bu size yukarıdan bir cevap, felsefi bir cevap olarak geliyorsa, daha basit bir cevabı var: Hayat bilgisidir aslında, en öz hayat bilgisidir.
Daha temel bir şey var: Hiçbirimiz hikayesiz yaşayamayız. İnsan temel ihtiyaçlarını sayarken hiç kimse hikayeden söz etmez. Çünkü aslında hikaye ile doğan ve müthiş bir hayal gücü gerektiren bilim, hikayeyi ihtiyaçları arasında saymaz. Oysa insanın varoluşundan beri ihtiyacı olan bir şeydir hikaye. Adem ve Havva hikayesi ile başlıyor aslında bizim hikayemiz ve de aslında insanlık büyük ve tek bir hikaye. Shakespeare’e göndermeyle, dünya bir sahne; zamanımız geliyor, sahneye çıkıyoruz, doğuyoruz, kendi rolümüzü oynuyoruz ve ölünce sahneden çıkıyoruz. Zannediyoruz ki, hikaye bitti, hayır. Hikaye devam ediyor aslında. Dolayısıyla hayatı da, kendimizi de abartmaya gerek yok. Hepimizin bir hikayesi, bir rolü var. Edebiyat bununla yüzleşmemezi, bunu anlamamızı sağlıyor aslında.
Bir yandan da hayatımız boyunca göreceğimiz, tanıyacağımız insan sınırlı ama edebiyat ve aslında sanat sayesinde, bir insan bilgisi kazanıyoruz. Aşk-ı Memnu’dan örnek vereceğim; gerçek bir Bihter ile karşılaşma şansıımz yüksek değil, Bihter’i bilemeyiz. Ama biz tesadüfen hayatın içinde bir Bihter varsa veya Bihter’e yakın bir oluşum, gidiş varsa, onu hemen hissedebiliriz. Çünkü artık Bihter’i tanıyoruz, biliyoruz, okuduk; televizyon bunu çoğaltıp, birazcık da saptırsa bile... Ama edebiyat bize, biz olmayanı gösterme, bize çoğul olma, başkaları olabilme imkanını verir.
En doğru ve samimi bulduğum cevap Sait Faik’in cevabıdır. Türk edebiyatının da yüz akı bir cevaptır. Haritada Bir Nokta öyküsünde, "Yazmasam deli olacaktım," der ve ben gerçekten bir tek Sait Faik’in yazmasa deli olacağına inanırım. Onun dışında "Yazmasam delirirdim," diyen yazarlara çok da inanasım yok açıkçası. Sait Faik yazdıklarıyla bunu ispat etmiş, bizi buna inandırmış bir yazar. Ben de, "Acaba yazmasam deli olur muydum" diye sordum kendime. Olmazdım, delirmezdim ama yazmadan da duramadığımı hep fark ettim. Mutlaka yazmak istiyorum.
Baudelaire ile karşılaşınca da neden yazmadan duramayacağımı anladım. Baudelaire diyor ki şair, istediği zaman girmek için bir beden arayan ruhlar gibi dolanan kişidir. İstediği zaman kendi olabilir, başkasının bedenine girebilir. Böyle bir ayrıcalıktan yararlanan kişidir. O zaman fark ettim ki evet, ben de herkesin hayatını yaşamak istiyorum. Ben dünyanın çeşitli yerlerinde, çeşitli çağlarında yaşamak istiyorum ama verilmiş bir tek hayatım var ve bu hayatı çoğaltmanın tek yolu yazmak.
Ama aynı zamanda iyi edebiyatı okumak da hayatımızı çoğaltan bir şey. Bizi binlerce insan yapabilir. Onun için okumak; mevcut hislerimizi geliştiren, merhametimizi artıran, şefkatimizi büyüten, sevginin değerini anlamamızı sağlayan, aşkı neden aradığımızı, neden bulamadığımızı, bulunca neden kaybettiğimizi, dostluğa neden ihtiyaç duyduğumuzu, toplum olmanın ne demek olduğunu, kötülüğün gerçekten sıradan bir şey mi, sıradışı bir şey mi olduğunu, içimizde bir şeytan olup olmadığını bize gösteren ya da bu soruları sormamızı ya da aramamızı sağlayan bir şey.
Yeni yorum gönder