Sabit Fikir ve İstanbul Modern işbirliğiyle düzenlenen Sözünü Sakınmadan, dün akşam edebiyatımızın önemli kalemlerinden Latife Tekin’i ağırladı. En hararetli Sözünü Sakınmadan söyleşilerinden biri olan etkinlikte, eleştirmenler Semih Gümüş ve Ömer Türkeş, yazarın edebiyatımıza kattığı yeni soluğa değinirken, Latife Tekin de edebiyat, toplum ve yoksulluk üzerine sözünü hiç sakınmadı.
Semih Gümüş, 80 darbesiyle beraber edebiyatımızın da bir daralma içine girdiğini, Latife Tekin’in o daralma döneminde ortaya çıkan önemli yazarlardan biri olduğunu belirtti ve Tekin’e 1983’te çıkan ilk kitabı Sevgili Arsız Ölüm’ün bu kadar başarılı bir roman olmasının arkasındaki nedeni sorarak sohbeti başlattı.
“Devrim yaparsak roman yazacağım”
Tekin öncelikle romanın içinden çıktığı koşullara değindi: “80 öncesi ben de devrimci bir yapıda mücadele ediyordum. O zamanlar evlerde toplanırdık, her gün bir arkadaşımızın öldüğü karanlık bir dönemdi. Sevgili Arsız Ölüm’de anlattıklarım, ilk olarak o evlerde sözlü olarak anlattığım öykülerden oluşuyor. Ortaokulda şiir yazardım, sonra politikayla birlikte bıraktım. Ama aklımda hep yazmak vardı. Devrim yaparsak bana politik bir görev vermeyin, ben roman yazacağım diyordum. Devrim olmadı darbe oldu, ben de Sevgili Arsız Ölüm’ü yazmaya başladım.”
Ömer Türkeş, romanda 80 öncesi pek çok romanda olduğu gibi gecekonduda yaşayan yoksulların yer aldığını ama o dönemde sol camianın da alışık olmadığı bir üslubun ve gecekondu manzarasının, Büyülü Gerçekçilik akımına benzer bir üslubun olduğunu belirtti. Tekin, “O dönem sosyalistlerin kafasındaki dünya tasarımıyla hayat uymuyordu. Romanı da bundan sevmediler,” derken dil ve üslubundaki farklılığı da romandan çok şiire yakın olmasına bağladı. “Romandan çok şairlere yakınım, akılsız oldukları için,” diyen yazar yazı da klasik romanın dışında bir dil aradığını belirtti. Kemal Tahir’in, destansı üslubuyla Yaşar Kemal’in, yer yer Ahmet Hamdi Tanpınar’ın anlatımlarından, Nazım Hikmet’in ne şiir ne düz yazı olan Memleketimden İnsan Manzaraları’ndan esinlendiğini, hurafeler ve masallarda halkın kendini ifade edişinden de yola çıkarak yeni bir biçim aradığını söyledi.
“Edebiyat, yoksullar ve karşı edebiyat”
Dille ve edebiyatla kavga halinde olduğunun altını çizen Tekin, “Ben sokak çocuğuyum. Romancı değilim. Roman yazmıyorum ve edebiyat yapmıyorum” dedi. “Her şeyi sanatın ve edebiyatın içine girerek tartışıyorlar. Sinemada kamera açısı şöyle olmuş, burası böyle olmuş diye mesela. Edebiyatta da böyle. At o kamerayı önce. Benim edebiyatım da böyle. Çünkü sınıfsal bir şey var romanda. Şu an burada da yoksullar yok, yoksulların gelmesini istemiyorlar,” diyen yazar Semih Gümüş’ün “Her sözcüğünün hesabı iyi verilmiş iki roman yazıp bunları diyemezsin” yorumuna, “Ben hesabı kadınlara, kuşlara, yoksullara veriyorum” diyerek yanıt verdi.
Plan yaparak yazmadığını ve şiire yakın hissettiğini vurgulayan yazar, “Bir tane akıllı şair arkadaşım yok, işe yarayan şiir yoktur. Ama yıldızlar da böyle, işe yaramazlar mesela. Ama yıldızlar olmadan olur mu? Şiir İskender’in dediği gibi uzaya ait bir şey.” Türler arasındaki farkı da şöyle anlattı: “Kızıma beden diliyle bu farkları anlatmıştım. Şiir uzaklara bakarak yazılır, bu hayata ait değildir. Öykü karşı komşunun penceresine bakılarak yazılır, gündelik yaşama aittir. Roman ise önüne bakılarak yazılır.”
“Yazı boşluğa yazılır”
Eskiden beri edebiyat tarihinde bir yer alacaksa uzayda yer almayı istediğini söyleyen yazar, “Benim yazımın imgesi gündelik yaşamda olmayacak. Beni görsünler ama uzakta bir ışık gibi görsünler. Belki küçüklüğümden getirdiğim bir şey bu. Kar, ıssızlık, psikoz. Hep içinde yaşadığım ortamla bir gerginliğim oldu.”
Gelen bir soru üzerine ise Tekin, “Genç yazarlar kalemle kağıt üzerine yazdıklarını zannetmesinler. Yazı boşluğa yazılır. Kağıttaki modeldir. Asıl anlamının kendisinde ve karşısındakinin zihninde oluştuğunu hatırlasınlar. Madem boşluğa yazıyoruz, çok boyutlu bir şey yapıyoruz demektir. Bir ev inşa ediyoruz. Boşlukta yeri, yerlerini, arsalarını belirlesinler. Malzemeni tanıyıp, nerede yer tutabileceğini bileceksin. Ben Bilge Karasu’nun yanında ev almaya çalışmadım mesela, olmazdı.”
“Toplumdan nefret ediyorum ve kaçmak istiyorum”
Pek çok yazarın kalabalıklarla ve bu toplumda olan bitenle ilişki kurduğunu belirten yazar, bunu yapmak için ortalamanın dilini kurman gerektiğini söyledi: “Fenerbahçe şöyle olmuş, köprü yapılınca şöyle olacak, metro yapılmış sevinelim… Bunları anlatarak, bunları konuşarak toplumla iletişim kuracaksan ortalama dilini kurman lazım. Ben bu toplumdan nefret ediyorum, ne mimarisini seviyorum ne onun ortalama dilini. İletişim kurmak istemiyorum, kaçmak istiyorum. Yazı kaçma aracı, iletişim aracı değil. Benim gibi kaçmak isteyenlerle ilişki kurmak istiyorum. İnsan olmaktan dolayı sıkışıklık ve mutsuzluk yaşıyorsam, dünyevi bir şey yazmak istemiyorum, cehennemin dibine gitmek istiyorum. Ben kaçağım.”
Edebiyat dünyasının da pek farklı olmadığını belirten yazar, “Yazmaktan vazgeçtim çünkü beni aşağı çekiyor. Çocukluğumdan başlayarak rol yapıyordum aslında, özgürleşmek rol yapmaktan kurtulmak demekti. Yazıyor olmanın, yazar olmanın beni rol yapmaktan kurtaracak bir şey olduğunu düşündüm. Ama edebiyat dünyasında anladım ki burada da rol yapacağım. Ben bundan da kaçtım. Kazandığım özgürlük alanlarıyla ilgili kavga ederim ben. Ama bir kavga üzerinden kimlik yapayım, bir yer tutayım, rolüm devam etsin hevesim yok.”
“Yoksulları rahat bırakın”
Yazar, dinleyiciden gelen, “Peki buradaki insanların yoksullara bir şeyler götürmek, edebiyatı, okumayı taşımak gibi bir misyonu olmamalı mı?” sorusuna da önce kendisine hitabı düzelterek cevap verdi: “Bak mesela bana Latife Hoca diyorsun ya, ben irkiliyorum. Çünkü ben hoca değilim. Herhangi bir yerden kaptırdığın zaman sistem seni yutuyor. “Hepsine karşıyım” diyeceksin.”
Yazar, sözlerine yoksulları aşağıda görüp, öğretici bir misyon edinmemek gerektiğini vurgulayarak sözlerine devam etti: “Yoksulları rahat bırakın bence. Kitaptan aldığımız, edebiyattan, okumaktan aldığımız bir lezzet var, onu yoksullarla paylaşalım mı? Evet. Ama onun adı kitap okutmak değil. ‘Onlar aşağıda, bilinçlendirelim, öğretelim’ demeyelim. Yoksulların da karışılmaması gereken bir dünyası var.”
ben latife hanımın bu toplumdan nefret ediyorum sözünü destekliyorum,kendimizi kandırmayalım,biz çok değiştik,toplum çok yozlaştı,ne sağcısı,ne solcusu,ne dindarı,hapsinin yanında,çalıştım,hakkımı helal etmiyorum,artık musevi ermeni rum vatandaşlarımızın,yanında çalışmak istiyorum,adamların inancı kendine,en azından dürüst hak yemeyen insanlar.üzülerek söylüyorum,biz müslümanlarda olması gereken ahlak onlarda onlarda olması gereken,bizde.
bende kaçmak istiyorum.
Latife Tekin'in ilk iki kitabını okumuş ve çok etkilenmiştim. Ama onu iyi tanıdığımı söyleyemem.O akşamki konuşmasıysa bende çok tepki uyandırdı.Sadece izlenimlerimi söyleyebilirim ve yanılma olasılığım çok fazla. Önce onu, olumsuzluklara başkaldıran biri olarak algılayarak beğenirken, sonraki sözleriyle,komplekse düşmüş,İstanbul'da yaşayanlarla hesaplaşan biri düşüncesini uyandırdı. Edebiyata ve edebiyata gönül vermiş kişiler tepede bakışı,hiç olumlu etki uyandırmadı. Kendiyle hesaplaşamadığı için, çevresine ve tüm değerlere saldıran biri olarak gördüm onu. İnsanı da, kendini de iyi tanımıyor bence. Daha çok öğreneceği var bence. İyi yazmak yeterli değil. Sadece yoksulları değil, tüm insanları tanımalı. Her insan ezilendir bence. Latife Tekin'i seviyorum. Saygılarımla.
okuma özürlü olduğum için perşembe günü gittim toplantıya..
kapıdaki görevliler güldü bana...
bu toplantıyı kaçırdığım için geri zekalıyım..
saygılar
Yeni yorum gönder