Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Haber

Haber

Salinger'ın Hemingway'e mektubu



Toplam oy: 823

Aşağıdaki metin, Craig Brown'un Hello Goodbye Hello (Merhaba Hoşçakal Merhaba) isimli kitabından alınmıştır:

 

 

J.D. Salinger, Ernest Hemingway'in peşinde
The Ritz Hotel, no. 15, Vendôme, Paris
Ağustos sonları, 1944

 

 

 

 

Mektubun orijinali

 

 

Yirmi beş yaşındaki Jerry Sallinger korkunç bir savaştan geçiyordu. Amerika Birleşik Devletleri'nin 12. Tugay'ında, 6 Haziran gecesi Normandiya'ya birlikte çıkartma yapmış olduğu 3,080 adamdan sadece üçte biri kalmıştı geriye.


Paris'e giren ilk birlik, Salinger'ın birliğiydi. Kurtuluş sevinciyle pür neşe olmuş olan halkla çevrilmişti etrafları. Karşı İstihbarat Teşkilat'ında subay olan Salinger'ın işi, kendi aralarındaki köstebekleri ayıklamak ve Nazi işbirlikçilerini sorgulamaktan oluşuyordu. Paris'i temizlemeye başladıkları sırada, aynı takımda çalıştıkları bir subay ile birlikte bir Nazi işbirlikçisini tutuklamışlardı; ancak Paris'in öfkeli kalabalığı tutukluyu zorla ellerinden alarak linç etmişti.

 

 

 

J.D. Salinger

 

 

Ernest Hemingway'in de şehirde olduğunu duydu Salinger. Kendisi de o sıralarda kısa hikayeleriyle ün kazanmaya başlamış bir yazar olan Salinger, Amerika'nın yaşayan en meşhur romancısını bir şekilde arayıp bulmaya karar verdi. Onu bulabileceğinden neredeyse emin olduğu Ritz'e gitti doğrudan. Tam da tahmin ettiği gibi, Hemingway otelin küçük barına kurulmuş, genelde Paris'i, özelde de Ritz'i tamamen kendi başına özgürleştirmiş olduğunu anlatıyordu büyük bir kibirle.
Hemingway'in Ritz'i de kurtarmış olduğu söylemi büyük ölçüde yanlıştı. “Bundan başka bir şeyden bahsedemiyordu” diye hatırladıklarını anlattı orada bulunan gazeteci dostlardan biri. “Paris'teki ilk Amerikalı olmaktan çok daha öte bir şeydi bu. 'Ritz'deki ilk Amerikalı ben olacağım ve Ritz'i özgürlüğüne kavuşturacağım' diyordu hep.” Aslına bakarsanız, Hemingway Paris'e geldiğinde Almanlar oteli çoktan boşaltmışlar, otelin yöneticisi de kapıya kadar çıkıp, “Cheval Blanc'ı biz kurtardık!” diye Hemingway'e caka bile satmıştı.

 

“Gidin alın, o zaman” diyerek öfkeyle cevabı yapıştıran Hemingway, bu gerçeği birbiri ardına kafaya diktiği içkilerin yardımıyla sindirmeye çalışmaya başladı. Ritz'i kendine ev haline getirmeye devam etti Hemingway. O günden sonra Paris'in özgürleştirilmesine kılıf bulmaya çalışmakla uğraşacak değildi ne de olsa, daktilosunu da uğraşabilecek birine ödünç vermişti zaten. Kendisi de zamanının büyük bir kısmını barda Perrier-Jouet içerek geçiriyordu.

 

Kurtuluş gününde öğle yemeğinin üzerine kanyak içerken, kadın konuklarından biri zafer geçidini izlemeye gitmek istediğini söyledi “Niye ki?” diye cevap verdi Hemingway. “Kızım, otur şuraya, iç şu güzel kanyağı.Daha ne geçitler görürsün kim bilir, ama Paris'in kurtulduğu günden sonraki gün Ritz'de öğle yemeği yeme şansını bir daha asla yakalayamazsın.”
Günler böylece geçerken, Hemingway de Ritz'de boy gösterip, kaç Almanı gebertmiş olduğunu göğsünü kabarta kabarta anlatmaya devam ediyordu – gerçi kimse tek bir Almanı öldürdüğünü bile hatırlamıyordu ya, neyse.

 

 

 

 

Ernest Hemingway

 

 

 

Salinger geldiğinde, genç yazarı eski bir dost gibi karşılayan Hemingway, onu Esquiredergisindeki fotoğraflarından hatırladığını ve tüm öykülerini okuduğunu söyledi. İkisinin herhangi bir bağlantısı var mıydı ki? Kendisine ait bir öykünün yayınlanmış olduğu bir Saturday Evening Post gazetesi çıkarıp, Hemingway'e okutan Salinger, Ritz müdaviminin tebriğini aldı. İki yazar saatler boyunca oturup konuştular. İçten içe Fitzgerald'ın yazılarını daha çok seven Salinger, Hemingway'in dışarıya yansıttığı kişiliğiyle gerçek kişiliği arasında ne kadar büyük bir fark olduğunu gördüğünde hem şaşırdı, hem mutlu oldu; “cidden iyi bir adam” olarak görüyordu onu.

 

Birkaç gün sonra, Hemingway, “4. Bölük'te Jerry Salinger isimli bir çocukla” tanıştığını söyledi bir arkadaşına. Gencin savaşı nasıl reddettiğini ve yazmak için nasıl ölüp bittiğini anlattı. Salinger'ın ailesinin çocuğa New Yorker gazetesini sürekli olarak nasıl gönderiyor olduklarından da etkilenmişti.

 

İki adam bir daha hiç bir araya gelmediler, ama birbirlerinden haberdar oldular. Cömert bir akıl hocasıydı Hemingway. “Müthiş bir kulağın var bir kere, ayrıca işleri sulandırmadan, kibar ve sevgi dolu bir dille yazıyorsun... hikayelerini okuyup, lanet derecede iyi bir yazar olduğunu düşünmek beni nasıl mutlu ediyor bilemezsin.”

 

Tek bir görüşmeyle bile aralarında nasıl bir samimiyetin oluşmuş olduğu, Salinger'ın sonraki sene çatışma stresi sebebiyle Nürnberg'deki bir askeri hastenede tedavi görürken Hemingway'e yazdığı mektuptan belli oluyor:

“Sürekli bir bunalım halinde olmamın dışında hiçbir sorunum yok benim, dolayısıyla da aklı hala başında olan biriyle konuşmanın bana iyi geleceğini düşündüm. Cinsel hayatımı (ki şimdikinden daha normal olamazdı – Tanrı'ya şükür!) ve çocukluğumu (o da normaldi) sordular bana... Ordu hep hoşuma gitmiştir bugüne kadar... Bizim bölgemizde tutuklanması gereken birkaç kişi kaldı sadece. Aşağılık tavırlara bürünen, on yaş altı çocukları topluyoruz şimdi. O güvenli tutuklama formlarını Ordu'ya götürmem lazım, Rapor'u da bir güzel şişirmem.

 

...Ensest konular içeren öykülerimden birkaç tane daha yazdım. Birkaç şiir ve planladığım bir oyunun bir parçası da var yazdıklarım arasında. Eğer olur da bir gün Ordu'dan ayrılmayı başarırsam, oyunun yazımını bitirebilir ve benimle birlikte oynaması için Margaret O'Brien'ı davet edebilirim. Kafama askeri traşı vurup, göbek deliğimin üstüne de Max Factor gamzesi yerleştirdim mi, Holden Caulfield'ı kendim bile oynayabilirim. Bir keresinde, “Journey's End” (Yolculuğun Sonu – R.C. Sherriff) oyununda Raleigh'ı oynarken, çok duygusal bir performans koymuştum ortaya.

 

Ordu'dan çıkabilmek için sağ kolumu bile verirdim; ama psikolojik sorun sebebiyle değil, 'bu adam Ordu hayatına ayak uyduramaz' sebebiyle olmalı. Aklımda epey duygusal bir roman fikri var, ama 1950 yılına gelindiğinde romanın yazarına pislik denilmesini istemiyorum. Tamam, pisliğin teki olabilirim, ama yanlış insanların bunu öğrenmesine gerek yok.
Keşke bana çabucak iki satır bir şey yazabilsen. Bütün bunlardan uzak kaldığında daha mı kolay düşünebiliyor insan? Yani yazmak açısından diyorum.


Bu dönemlerde, Salinger, bugüne kadar tahammül etmek zorunda kaldığı bazı korkunç olaylar sebebiyle sinir krizleri geçiriyor, ruh halini kontrol edemiyordu. Biyografisini yazan Ian Hamilton, Salinger'ın Hemingway'e yazdığı içten mektubun göründüğü gibi olmadığını, okunduğu şekilde değerlendirilmemesi gerektiğini söylüyor. Hamilton'a göre, “neredeyse delice neşeli” bir mektup bu. Büyük ihtimalle haklıdır. Yıllar sonra, Salinger, “Ne kadar uzun yaşarsan yaşa, yanan insan etinin kokusunu burnundan hiçbir zaman tamamen atamazsın” dedi kızına.




1946 yılında,Greenwich köyündeyken, Jerry Salinger, o eski gösterişini bir nebze olsun geri kazandı. Poker arkadaşlarıyla masaya oturduğunda, tanınmış yazarların büyük bir kısmını acımasızca yerden yere vuruyor, sözlerinin hedefine Hemingway'i de koymayı unutmuyordu. “Aslına bakarsanız, Melville'den sonra gelen hiçbir Amerikalı yazarlar arasında harbiden iyi yazan kimsenin olmadığını düşünüyordu – ta ki J.D. Salinger ortaya çıkana kadar” diye hatırlıyor Salinger'ın poker arkadaşlarından biri.

 

Öte yandan, Hemingway, çağdaş yazalardan en sevdiği üç kalemi sayarken Salinger'ı da eklemekten mutluluk duyuyordu. Hemingway öldüğünde, Salinger'ın “Gönülçelen (Çavdar Tarlasında Çocuklar)” kitabının bir kopyasını kütüphanesinde buldular. Akıl hocalığı yaptığı genç yazarı karşısında bulan ne ilk yazardı Hemingway, ne de son.

 

 

 

 

GT

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder


Kimseyi beğenip sevememiş ki Salinger, Hemmingway i sevsin..
Bu hikayenin kötü adamı yok.

70%
30%

İlah bu insanlar! Harika bir yazı.

49%
51%

Yeni yorum gönder

Diğer Haber Yazıları

İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali (İTEF) İtalya Özel programıyla sanatseverlerin karşısına çıkıyor. 23-27 Ağustos 2021 tarihleri arasında ekranlara gelecek olan etkinlikler sayesinde İtalya'ya ve İtalyan edebiyatına uzanan yeni bir yol açılacak.

 

 

Sanat Kritik’in yeni podcast serisi, Seval Şahin’in editörlüğünde dinleyicilerle buluşuyor. “Yaz Sıcağında Bir Esinti” başlıklı serinin ilki 120. doğum yıldönümü vesilesiyle Ahmet Hamdi Tanpınar’a ayrıldı. Dergâh Yayınları’nın desteğiyle hayata geçen projeye farklı alanlardan birçok yazar, şair, sanatçı ve akademisyen katıldı.

Kültür Sanat Şehir dergisi Z, 5. kez okur karşısında. Zeytinburnu Belediyesi tarafından yayımlanan tematik dergi, “kütüphane” konusunu mercek altına alıyor. 508 sayfa boyunca insanlık tarihinin bilinen en eski dönemlerinden günümüze kadar farklı kültürlerde kütüphanenin seyri, kütüphanenin unsurları, kütüphaneciler, kütüphane sahipleri ve kütüphane literatürü inceleniyor. 

Türk edebiyatının usta ismi Sait Faik Abasıyanık'ın hatırasını yaşatmak amacıyla her yıl bir öykücüye verilen "Sait Faik Hikâye Armağanı" bu kez Şermin Yaşar'ın oldu.

 

Sosyal medya paylaşımları, konuşmalar, anketler, veriler gösteriyor ki pandemi günlerinde evde geçen zamanın ciddi bir kısmını kitaba ayırdık. Türkiye ve dünya genelinde İNSAMER'in yaptığı araştırma kitap yayımı ve okuma oranlarındaki artışa odaklanıyor. Kitapyurdu ve Idefix sitelerinden alınan veriler de korona istatistiklerine katkı sunuyor.

 

 

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.