Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Haber

Haber

Yayınlama Özgürlüğü Raporu - 1



Toplam oy: 536
Türkiye Yayıncılar Birliği adına Tora Pekin'in hazırladığı Avrupa Birliği'ne Giriş Sürecinde Türkiye'de Yayınlama Özgürlüğü Raporu'nu üç bölüm halinde yayınlıyoruz.

Türkçeyi yeni öğrenen biri, “yayınlamak” sözcüğünün anlamını merak edip, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne baksa, böyle bir sözcüğün olmadığını görecektir. Zira “kitap, gazete gibi okunan şeyleri basıp dağıtma ya da dinlenilecek, görülecek şeyleri radyo ve televizyon aracılığı ile halka sunmak” olarak tanımlanan eylemin adı, sözlükte “yayımlamak” olarak yer alıyor. Türkiye’de “yayınlama özgürlüğü”nün durumunu anlatmak için bundan daha uygun bir metafor bulunmaz belki de. Yayınlama özgürlüğü, “sözlükte bile yok”. 

 

Bu iddiayı, her yıl basılıp dağıtılan milyonlarca kitap, gazete, dergi, yüzlerce kanaldan yapılan kesintisiz radyo-TV yayını, sayısız siteden yapılan internet yayını ve herkesi bir mikro “yayıncı” haline getiren internet sosyal medyası karşısında insafsız bulanlar olacaktır mutlaka. O zaman da şunu hatırlatmakta yarar olacak: Yayınlama özgürlüğü, rahatsız edici olanı yayınlama özgürlüğüdür. En geniş anlamıyla ifade özgürlüğü de, rahatsız edici, aykırı, iktidarın, iktidar kurumlarının ve toplumun hoşuna gitmeyen ya da kimi zaman nefret ettiği düşünceleri ifade etmek, düşünce ürünlerini yaymaktır. Yoksa “zararsız”, uysal fikirleri yaymanıza kimse karışmaz elbette. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) cümleleriyle ifade etmek gerekirse;

 

İfade özgürlüğü, demokratik toplumun esaslı temellerinden biri olup, demokratik toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin kendini geliştirmesinin temel şartlarından birini oluşturur. İfade özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ‘haber’ ve ‘düşünceler’ için değil, ama aleyhte olan, şok eden ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. (1)

 

Öyleyse bakacağımız yer, sonsuz nicelik değil, belirli bir alandır: iktidar veya toplumun aleyhine olabilecek, onları şok, en azından rahatsız edecek ve yargı ile diğer denetleme / müdahale mekanizmalarını harekete geçirecek düşünceler ve o düşüncelerin yayın mecraları. Türkiye’de yayınlama özgürlüğünün durumunu belirlemek, varsa kusurlarını gidermek ve çözüm üretmek için bakılacak alan burasıdır. Raporumuz, bunu yapmaya çalışacaktır. Bunun için öncelikle hedeflenen ve hali hazırda var olan hukuksal çerçeveyi ayrı ayrı özetlemeye çalışacağız. Ardından önce Türkiye’deki “yayınlama özgürlüğü” manzarasına bakacak, son olarak da çözüm önerilerimizi dile getireceğiz. 

 

 

I. Yayınlama Özgürlüğü Üzerine

 

 

Yayınlama özgürlüğüyle ilgili bir çerçeve çizmek için “yayın” teriminden başlamak yerinde olur. Zira bu terim Türkçede hem basılı yayınları (publishing), hem elektronik yayıncılığı (e-publishing), hem de radyo-TV yayıncılığını (broadcasting) karşılıyor. Önünüzdeki raporun konusu, Türkiye Yayıncılar Birliği’nin mücadele alanı olan basılı yayınlar ve e-yayınlar. Elbette Umberto Eco’nun insanoğlunun kusursuz icatlarından olarak adlandırdığı (2) “kitap”ı ve kitap yayınlama özgürlüğünü de odağına koymaya çalışarak. Radyo-TV yayıncılığı ise yapısı, hukuksal çerçevesi ve sahip olduğu diğer özellikler nedeniyle raporun konularından biri değil.

 

Yayınlama özgürlüğü, ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası ve “ifade”yi tehdit eden her unsur, yayınlama özgürlüğünü de yakından ilgilendiriyor. Yayınlama özgürlüğünün her ihlali ise ifade özgürlüğünün bir “aracını” engellemek suretiyle, onun doğrudan ihlali anlamına geliyor.

 

Uluslararası Yayıncılar Birliği’nin (IPA) kuruluş amacında belirttiği ilkeler bu ilişkiyi özetler niteliktedir:

 

Yayınlama özgürlüğü ifade özgürlüğünün altkümesidir. Düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı demokrasinin temelindedir ve insan onurunun korunması için asli öneme sahiptir. Bilgi ve enformasyon kaynaklarının çeşitliliği dünya çapında kültürel çeşitlilik, yaratıcılık, refah, hoşgörü ve toplumların gelişimi için temel bir önkoşuldur. (3)

 

Nitekim Türkiye Yayıncılar Birliği de yayıncılık mesleğinin geliştirilmesi ve sorunlarının çözümü yanında, “düşünce ve kanaatlerin her yolla açıklanmasına çalışma”yı da varoluş amaçları arasında sayıyor:

 

Yayıncılık mesleğini geliştirmek, mesleki sorunlara çözümler üretmek; bu amaçla ilgili bakanlıklar ve resmi/sivil tüm kuruluşlarla ortak çalışmalar yapmak. Korsan yayıncılıkla mücadele etmek, düşünce ve kanaatların söz, yazı, resim ve başka yollarla açıklama ve yayınlama özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasına çalışmak. Kültür, edebiyat ve sanatın geliştirilmesi ve yayılmasına yardımcı olmak. Ülkemizin uluslararası boyutta büyük bir yayıncılık merkezi haline getirilmesi için çaba göstermek. Kitap okumanın yaygınlaştırılması, toplumsal ve bilimsel araştırılmanın özendirilmesine çalışmak. (4)

 

Gerçekten de Birliğin son 20 yıllık yayınlama özgürlüğü raporlama faaliyetlerine bakıldığında, ifade özgürlüğü vurgusunun hep önde yer aldığı görülecektir.

 

İfade özgürlüğüne en yoğun müdahale ise politik tartışmalardan kaynaklanıyor. Türkiye’de yönetici ve politikacılar tarafından yazarlara ve gazetecilere yöneltilen dava sayıları, politik atmosferin sertliğine göre değişmekteyse de, hedeflenen AB standartlarının çok üstünde. AB Müzakereleri 23. Fasıl (Yargı ve Temel Haklar) kapsamında, bağımsız uzmanlarca hazırlanan “İfade Özgürlüğü Konulu Bağımsız Değerlendirme Raporu”nda, tam bir yıl öncesi için, “Siyasiler tarafından açılan hakaret davalarında gerçekten de bir azalma görülmektedir. Fakat mevcut dava sayısı, ifade özgürlüğünün olduğu demokratik bir toplumda olması gerektiğinden hala yüksektir,”(5) tespiti yapılmaktadır. Bugün ise aradan geçen bir yılda soruşturma, ceza davası ve manevi tazminat davası sayısının arttığı gözlemlenmektedir. Nitekim ulusal ve uluslararası gazetecilik örgütleri de art arda yayınladıkları rapor ve açıklamalarda bu tehlikeli artışa dikkat çekiyorlar. (6)

 

Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Yayınlama Özgürlüğü Raporlarında yer alan, kitaplar nedeniyle yazar, yayıncı ve çevirmenlere açılan soruşturma ve dava örnekleri de, kitap yayınlamanın iktidar tarafından tehlikeli görülen bir uğraş olduğunu gösteriyor. Örneğin, 2014-2015 raporuna göre, Erol Özkoray’ın Gezi Fenomeni, Ahmet Dönmez’in Yüzde On: Adil Düzenden Havuz Düzenine, Ali Özsoy’un Hırsız Vaaar, Soner Yalçın’ın Kayıp Sicil: Erdoğan’ın Çalınan Dosyası, Ahmet Şık’ın Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda, Yılmaz Özdil’in Beraber Yürüttük Biz Bu Yollarda, Ali Bulaç’ın Din ve Siyaset, Mustafa Hoş’un Big Boss, Sabri Uzun’un İn: Baykal Kaseti Dink Cinayeti ve Diğer Komplolar ve Sabahattin Önkibar’ın Takkeli Firavunlar ve Büyük Sırlar kitapları, yazar ve yayıncılarını büyük çoğunluğu kamu görevlilerinin açtığı davalar nedeniyle adliyeye sürükleyen kitaplar oldular.

 

Siyasi tartışmalara yönelik baskının tek kaynağı ceza ve tazminat davaları da değil. Toplumu yakından ilgilendiren pek çok konuda verilen yayın yasakları, internette yayınlanan haberlere getirilen erişimin engellenmesi kararları, ağır para cezası tehdidi nedeniyle yayıncıya (içeriği ne olursa olsun) uymama şansı vermeyen cevap-düzeltme kararları yayıncıları kuşatma altına almış durumda.

 

Bunun yanında, fiili baskıların da çoğaldığı görülüyor. Cumhurbaşkanı ve başbakanın bazı yayın kuruluşlarını, yazar ve gazetecileri hedef alan beyanları ise güvenlik tehdidi oluşturacak boyutlara gelmiştir.

 

Kitap tanıtımlarının ya da doğrudan yazarların engellenmesi gibi yayınlama özgürlüğüne yönelik farklı müdahale biçimleri de varlıklarını sürdürüyor. Örneğin bu yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi reklam panolarında, Nedim Şener (Hayırsever Terörist) ve İsmet Orhan’ın (Atatürk’ü Ben Öldürdüm) kitaplarının tanıtımları siyasi içerikli olduğu iddiasıyla engellendi. Kocaeli Kitap Fuarı ise sosyal medyadaki tepkilere uyarak yazar Murat Menteş’in söyleşi ve imza etkinliğini iptal etti.

 

İfade özgürlüğü ile ilgili en büyük yapısal sorun da, AB müktesebatıyla uyum çerçevesinde somut ilerleme hedefleri belirlendiği halde, doğrusal bir ilerleyiş olmaması. Diğer deyişle bu konuda bir istikrar sağlanmaması. Gerçekten de “zaman” ve “zemin”e bağlı olarak sıklıkla, hem mevzuatta, hem de uygulamada hedeften sapmalar ya da ciddi geri dönüşler görülmekte ve tutarlılık sağlanamamaktadır.

 

Bu konuda son dönem için, özellikle Gezi Olayları ve hükümete uzanan 17-25 Aralık soruşturmaları birer milat oldu. İfade özgürlüğünün bir parçası olan toplanma ve gösteri yürüyüşleri hakkı, Gezi’den sonra, önce fiili uygulamalarla, ardından İç Güvenlik Yasası’yla çok büyük oranda geriletildi, protestolara katılanlara açılan çok sanıklı ceza davaları halen sürüyor.

 

17-25 Aralık soruşturmaları sonrası ise hükümet doğrudan yargıya müdahale etti: Savcı ve yargıçları görevden almanın ötesinde, ceza usul sisteminde kendi lehine olduğunu düşündüğü kökten değişikliklere gitti. Temelde, arama, dinleme, tutuklama gibi tedbirleri kontrol altına alma amacı taşıyan düzenlemelerin doğrudan yayın özgürlüğünü etkileyen bir sonucu da oldu. Yeni düzenlemeyle kurulan sulh ceza hâkimlikleri sistemiyle, her adliyede bu göreve getirilen birkaç yargıç tüm “erişimin engellenmesi” ve “cevap-düzeltme (tekzip)” kararlarını veren yargıçlar haline geldiler. Değişiklik ile üst mahkeme olan asliye ceza hâkimlerinin denetleme yetkisi kaldırıldı. Onun yerine sulh ceza hâkimlerinin kararlarını yine bir sulh ceza hâkiminin denetlediği bir sistem getirildi. (Bu değişikliğin yayınlama özgürlüğüne verdiği zarara ilişkin ayrıntılı değerlendirme, raporumuzun “Kuşatma Altında Gazetecilik” başlıklı bölümünde yer alıyor.)

 

17-25 Aralık’la birlikte “doğrudan” yayınlama özgürlüğü mevzuatına yönelik kısıtlamalar da getirildi. İnternetin temel kanunu sayılabilecek, 5651 Sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun”da yapılan değişiklikler bunlardan biri. AB İlerleme Raporlarında zaten eleştirilen ve hükümetten ifade özgürlüğü lehine düzeltilmesi beklenen yasada, daha da kısıtlayıcı, ifade özgürlüğü aleyhine denetimi artırıcı hükümler getirildi. Bu geriye gidiş politikasının yarattığı sorunları raporumuzda irdelemeye çalışacağız.

 

Yayınlama özgürlüğü üzerine düşünüldüğünde, ifade özgürlüğüne yönelik devlet ya da toplum kaynaklı baskının ön sırayı alması kaçınılmaz. Yayıncılık sektörünün yaşadığı, yaratıcı, yayıncı ve okuyucuyu olumsuz etkileyen her sorunun, ifade özgürlüğü ve bilgiye ulaşma hakkı alanında sonuç doğurduğu da açık. Ancak yayınlama özgürlüğü sorunları, baskı veya otoriterlikten kaynaklanan ifade özgürlüğü meselelerinden ibaret de değil. Dağıtım ve satış tekelleri, vergilendirme teknikleri, bandrol uygulaması, promosyon kitap dağıtımı, zincir kitabevlerinin kitap alım politikaları, küçük yayınevlerinin ve özellikle İstanbul, Ankara gibi merkezler dışında yaşayan yazarların okurlara ulaşamaması gibi pek çok başlık yayınlama özgürlüğünü kısıtlıyor. Yayınlama özgürlüğünün önündeki engelleri tartışırken, yayıncılık faaliyetine yönelik bu sorunları da mutlaka dikkate almak gerekiyor.

 

 

II. AB ve Yayınlama Özgürlüğü

 



 

 

AB Müktesebatı içerisinde, yayınlama özgürlüğüne ilişkin ilke ve kurallar daha çok ifade özgürlüğü dolayımında yer alıyor. Bunun için müracaat edilmesi gereken yazılı kaynakların başında AB Temel Haklar Şartı ve müzakere sürecinde açılmış fasıllar geliyor. Fasıllar arasında özel olarak “yayınlama özgürlüğü” için açılmış bir başlık yok. Ancak, 10. (Bilgi toplumu ve medya) 23. (Yargı ve temel haklar), ve 24. (Adalet, özgürlük ve güvenlik) fasılların içerisinde yol gösterici düzenlemeler mevcut. AB’nin bu konudaki bakış açısını görmenin en kestirme yolu ise Avrupa Komisyonu’nun fasılları ayrı başlıklar altında değerlendiren Düzenli İlerleme Raporları. Bu raporlar aracılığıyla AB müktesebatına aykırı görünen konuları, dayanaklarıyla birlikte incelemek mümkün.

 

Yayınlama özgürlüğüne ilişkin esas kaynağı ise Avrupa İnsan Hakları ve Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi (Sözleşme ya da AİHS) ve AİHM’nin Sözleşme’ye dayalı içtihadı oluşturuyor.

 

 

a. AB Temel Haklar Şartı

 


AB Temel Haklar Şartı, ancak 2009 yılında yürürlüğe girmiş bir bildirge. Gerçekte asıl işlevi, girişinde de yazdığı gibi;

 

Üye Devletlerin ortak uluslararası yükümlülükleri ve anayasal gelenekleri, Avrupa Birliği Antlaşması, Topluluk Antlaşmaları, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi, Topluluk ve Avrupa Konseyi tarafından kabul edilen Sosyal Bildirgeler ve Avrupa Toplulukları Adalet Divanı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihat hukukundan kaynaklanan hakları yeniden teyit etmek.

 

Bildirge, güçlü içeriği ile de bunu başarıyor. Bu belge hem Avrupa Adalet Divanı hem de üye devletlerin ulusal yargıları için bağlayıcı nitelikte. Ancak uygulaması henüz çok yeni ve henüz yerleşmiş bir içtihattan bahsetmek mümkün değil. Gene de gelişmeler, gerek Divan’da, gerek ulusal mahkemelerde gittikçe daha çok referans alınmaya başlandığını gösteriyor.

 

Bununla birlikte AB’de halen geçerli olan metin yine Sözleşme. Bu durum, Temel Haklar Şartı’nın 52/3. maddesinde açıkça düzenlenmiş durumda. Burada, Temel Haklar Şartı’nda ele alınan hakların AİHS’de teminat altına alınmış haklara karşılık gelmesi halinde, söz konusu hakların anlamı ve kapsamının AİHS’de belirlenenlerle “aynı” olacağı belirtiliyor. Ancak bu hükmün devamında gelen cümle, Temel Haklar Şartı’na atfedilen önemi gösteriyor: “Bu hüküm Birlik hukukunun daha kapsamlı koruma sağlamasını engellemez.”

 

Bu nedenlerle, Temel Haklar Şartı’nın AB’deki uygulanma gücü arttıkça, bir hedef norm olarak Türkiye’yi yakından ilgilendireceği ve etkisini göstereceği de açık.

 

AB Temel Haklar Şartı’nın, yayınlama özgürlüğünü de ilgilendiren “İfade ve bilgilenme özgürlüğü” başlıklı 11. maddesi ise şöyle:

 

1. Herkes, ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları dikkate alınmaksızın, görüş sahibi olma ve fikir ve bilgilere erişim ve yayma serbestisini içerir.


2. Medyanın özgürlüğü ve çoğulculuğu gözetilir.

 

Görüleceği üzere, maddenin istisnaya yer vermeyen yapısı, hedeflenen hukuksal çerçeveyi son derece özlü biçimde çizmekte, ifade ve medya özgürlükleri yönünden ideal olanı işaret etmektedir. Ancak uygulamasının çok yeni olması ve AİHS’nin asıl kaynak olması nedeniyle, yayınlama özgürlüğünün kapsamı için diğer kaynakları gözetmek kaçınılmazdır.

 

 

b. Avrupa Komisyonu 2014 Yılı İlerleme Raporu


 

İlerleme Raporları her yıl düzenli olarak hazırlanmaları ve somut uygulamaları yakından izlemeleriyle verimli bir kaynak oluşturuyor. 2014 yılı raporuna baktığımızda, Türkiye’deki ifade özgürlüğü sorunlarının ve kısmen de yayınlama özgürlüğü sorunlarının AB gözüyle çekilmiş fotoğrafını görebiliyoruz: (7)

 

 

Bilgi Toplumu ve Medya (Fasıl 10)



2014 Raporu’nda “Bilgi Toplumu ve Medya” başlığı altında yalnızca 5651 sayılı İnternet Yasası’na değinilmiştir. Buna göre 5651 sayılı İnternet Yasası’nda yapılan “ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı” değişikliklere ve Twitter ve Youtube’a erişimin yasaklanmasına dikkat çekiliyor. Bu konular için de Fasıl 23’e gönderme yapılıyor. Bunlar dışında bir tespit ise yer almıyor.

 

 

Yargı ve Temel Haklar (Fasıl 23)


 

2014 İlerleme Raporu’nun “Yargı ve Temel Haklar” faslında ifade ve yayınlama özgürlüğü kapsamında yapılan tespitler, AB’nin aradığı ölçütleri göstermesi bakımından çok önemli. Bu nedenle ilgili kısımları alıntılamakta yarar var:

 

• Kürt ve Ermeni meseleleri gibi hassas addedilen konularla ilgili tartışmalar açık ve canlı bir şekilde yapılmıştır.


• Eylül 2013’te açıklanan demokratikleşme paketinin uygulanmasına ilişkin mevzuat Mart ayında kabul edilmiştir. Söz konusu mevzuat, diğer hususların yanı sıra, geleneksel olarak günlük hayatta kullanılan dil ve lehçelerde özel eğitim verilmesine imkân tanımıştır. X, Q ve W gibi Türkçe olmayan ve Kürtçede kullanılan harflerin kullanımına izin verilmiştir.


• Türk Dil Kurumu’nun Kürtçe-Türkçe ve Türkçe-Kürtçe sözlük çalışması devam etmektedir.


• Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi İhlallerinin Önlenmesine İlişkin Eylem Planı (8) ile, AİHM tarafından Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiği tespit edilen konularda Türk Ceza Kanunu’nun basın ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan bazı hükümlerinin gözden geçirilmesi öngörülmektedir. Ancak, Eylem Planı, ifade özgürlüğünün kısıtlanması konusunda başvurulan Terörle Mücadele Kanunu veya Türk Ceza Kanunu’nun ilgili tüm hükümlerinin gözden geçirilmesini öngörmemektedir.


• Yargılama öncesi azami tutukluluk süresinin on yıldan beş yıla indirilmesiyle, çok sayıda gazeteci tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır. Ancak, AGİT istatistiklerine göre Haziran 2014 itibarıyla cezaevlerinde bulunan gazeteci sayısı 22’dir. Haziran ayından bu yana, bir gazeteci daha serbest bırakılmıştır. Türkiye, cezaevindeki gazeteci sayısı en fazla olan ülkeler arasında yer almaya devam etmektedir.


• Dördüncü Yargı Reformu Paketi’nin uygulanması sonucunda, Türkiye’de ifade özgürlüğüne saygı gösterilmesine ilişkin olarak yasal çerçevede iyileşme sağlanmıştır. (9)


• Türk Ceza Kanunu’nun silahlı örgüte üyelik hakkındaki 314. maddesi gibi bazı maddelerinde hâlâ değişiklik yapılması gerekmektedir. Sol görüşlü veya Kürt kökenli gazeteciler hakkında kovuşturma başlatılması için bu madde esas alınmıştır. Kürt meselesi hakkında yazan ve çalışan yazar, avukat, akademisyen, öğrenci ve gazetecilere karşı açılan davalar devam etmiştir.


• Türk milletini aşağılamayı suç sayan Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi hakkındaki iki AİHM kararı hâlâ uygulanmamıştır. Eylem Planı’nda bu maddenin gözden geçirilmesi öngörülmektedir. 2013 yılında, Adalet Bakanı’na yönlendirilen dava sayısı 373 iken, bu davaların 40’ı için soruşturma izni verilmiştir. 2014 yılının ilk yarısında yönlendirilen toplam dava sayısı 228 iken, bu davaların 14’ü için soruşturma izni verilmiştir.


• Türk Ceza Kanunu’nun “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” başlıklı 216. maddesi, özellikle bahse konu suçlar gayrimüslim cemaatlere yöneltildiğinde, yargı mensupları tarafından kısıtlayıcı bir şekilde yorumlanmaya devam etmiş ve bu soruşturmalar çoğunlukla takipsizlik kararıyla sonuçlanmıştır.


• Mayıs ayında, Anayasa Mahkemesi, ilk kez cinsel yönelime dayalı nefret söyleminin ceza gerektiren bir suç olduğuna karar vermiştir.


• Devlet yetkilileri tarafından verilen demeçler medya ve basın üzerinde caydırıcı etki yaratmış ve bu demeçler, savcılar tarafından, örneğin editör ve gazetecilere karşı, soruşturmaların açılmasına yol açmıştır. Ayrıca, devlet yetkilileri gazeteci ve yazarlar aleyhinde bizzat davalar açmaya devam etmiş; bu davaların bazıları hapis cezaları ile sonuçlanmıştır. Bu husus, çok sayıda gazetecinin işten çıkarılması ve medya kuruluşlarının mülkiyetinin, bilginin serbestçe yayılmasının ötesinde menfaatleri olan iş çevrelerinin elinde yoğunlaşmasıyla bir araya geldiğinde, gazeteciler ve medya patronlarının, yolsuzluk iddiaları gibi kamu yararını ilgilendiren konularda da olmak üzere, yaygın oto-sansürüne neden olmaya devam etmiştir. Akredite gazeteci statüsü sağlayan basın kartının Devlet tarafından verilmesi ve bu kartın alınmasıyla ilgili aşırı sıkı şartlar - genç gazeteciler, serbest çalışanlar ve çevrimiçi medya dahil bu tanıma uymayan kişiler hariç olmak üzere - oto-sansüre yol açmaktadır.

 

• Toplum ve medyadaki kutuplaşma, meslek etiğine yönelik ortak kuralların belirlenmesini içeren öz düzenleme yapılmasını ve sendikalar kurularak mesleki dayanışmanın sağlanmasını engellemektedir.


• Nisan ayında kabul edilen Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’da gizli istihbaratı yayımlayan gazeteci, editör ve diğer kişilerin dokuz yıla kadar hapis cezasına çarptırılmasına ilişkin hükümler yer almıştır.


• İnternet sitelerinin orantısız kapsam ve sürelerle yasaklanması devam etmiştir. Ağustos ayında, Türkiye’de 50.000’den fazla internet sitesine erişim sağlanamadığı ve bu sitelerden sadece 6.000 tanesinin mahkeme kararı ile engellendiği bildirilmiştir. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB), yasaklanan internet siteleri ile ilgili olarak, Mayıs 2009’dan bu yana bir istatistik yayımlamamıştır.


• İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun, Şubat, Mart ve Eylül aylarında hızlı bir şekilde ve ilgili paydaşlarla istişarede bulunulmaksızın değiştirilmiştir. Bu değişikliklerle, internet sitelerine orantılı erişim yasağı kavramı mevzuata eklenmiş ve yer ile erişim sağlayıcılarına verilen hapis cezaları ortadan kaldırılmıştır. Bununla birlikte, söz konusu Kanun, TİB’e verilen aşırı yetkiler kapsamında ifade özgürlüğünü daha fazla kısıtlama potansiyeline sahiptir ve Kanun’un Avrupa standartları doğrultusunda gözden geçirilmesi gerekmektedir. Mart ayında TİB, Twitter ve YouTube’a erişimi yasaklamıştır. Anayasa Mahkemesi, her iki yasağın da Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile güvence altına alınan özgürlükleri ihlal ettiğine karar vermiştir. Bu karar, TİB’in, Twitter ve YouTube’a erişim yasağını kaldırmasıyla sonuçlanmıştır. Anayasa Mahkemesi ayrıca, TİB’e erişimin engellenmesine yönelik olarak verilen yetkinin kapsam ve sınırlarına ilişkin yasal dayanağın, kanunilik ilkesinin asgari koşulunu oluşturan, kanunun anlaşılır, açık ve net olması gerekliliğini karşılamadığına karar vermiştir.

 

• Ekim 2014’te Anayasa Mahkemesi, İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ile getirilen ve özellikle internet sitelerinin engellenmesi ve verilerin saklanması konusunda TİB’in yetkilerini genişleten hükümleri iptal etmiştir.


Bu tespitlerin ışığında ise Rapor’un sonuç kısmında şu kanaate varılıyor:

 

İnternet sitelerinin yasaklanması ve İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun dahil olmak üzere, ifade özgürlüğünü daha fazla sınırlayan mevzuat kabul edilmiş ve ifade özgürlüğünün etkili bir şekilde kullanılması uygulamada kısıtlanmıştır. (…) Düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne ilişkin konuların AB standartlarıyla uyumlu hale getirilmesi için ilgili yasal çerçevede ve bu çerçevenin uygulanmasında kapsamlı bir reform yapılmasına ihtiyaç vardır.


Raporda yer verilen sorunlu mevzuat ve uygulamaların ayrıntılı biçimde belirtilmesi, üzerinde çalışmakla yükümlü olunan ifade ve yayınlama özgürlüğü başlıklarını göstermesi bakımından çok önemli. Rapor bu yönüyle iyi bir kaynak. Ama raporun sonuç kısmında yer verilen kanaat, başka ve daha önemli bir işlev taşıyor. Burada yer verilen “kapsamlı reform talebi” bugüne kadarki onca yeni mevzuat ve köklü sistemsel değişikliğin kâğıt üzerinde kaldığına işaret ediyor. Bu da Türkiye’de yayınlama özgürlüğü üzerine düşünürken, tartıştığımız konuların ayrıntı olmadığını, ortada “yapısal bir sorun” olduğunu gösteriyor.

 

Adalet, Özgürlük ve Güvenlik (Fasıl 24)


2014 İlerleme Raporu’nun “Adalet, Özgürlük ve Güvenlik” başlıklı faslında tekrar 6551 sayılı İnternet Yasası’na değinilmiştir:

 

Türkiye, 2010 yılında imzalamış olduğu Avrupa Konseyi Sanal Ortamda İşlenen Suçlar Sözleşmesini Mayıs 2014’te onaylamıştır. Bu Sözleşme 1 Ocak 2015’te yürürlüğe girecektir. İnternet kullanımını düzenleyen mevzuata ilişkin olarak Eylül 2014’te kabul edilen ve “ulusal güvenlik ve kamu düzeninin korunması” için gerekli olarak sunulan kanun değişiklikleri, ifade özgürlüğüne aşırı kısıtlamalar getirmesi nedeniyle endişe yaratmıştır (Bkz. Fasıl 10- Bilgi Toplumu ve Medya ile Fasıl 23-Yargı ve Temel Haklar).


23. Fasıla yapılan gönderme ile asıl gözetilecek konuların yukarıda sıraladıklarımız olduğu yinelenmiştir.

 

 

c. Sözleşme ve AİHM İçtihadı



Türkiye’de kimi zaman karıştırılsa da, bilindiği üzere AİHM, AB’nin değil Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin organıdır. AB ise şu an için Sözleşme’ye taraf değildir. Bu nedenle, “AB’nin eylemleri” nedeniyle AİHM’e başvuru yapılamaz.

 

Bu istisna haricinde, AB hukukuyla ilgili sorunlar düzenli olarak AİHM’nin önüne gelmektedir. Aynı şekilde Sözleşme ve AİHM içtihadı hem AB hem de üye devletler için uyulması zorunlu standartları belirlemektedir. Bu nedenle de Türkiye’nin iç hukukunun bir parçası olan Sözleşme ve içtihat hukuku, AB ölçütleri yönünden de asıl temel kaynak durumundadır. Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesi şöyledir:

 

1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.


2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.

 

Birinci fıkra, ifade özgürlüğünün üç unsurunu teminat altına alır: Kanaat sahibi olma özgürlüğü, bilgi ve kanaatlere ulaşma özgürlüğü, bilgi ve kanaat açıklama özgürlüğü. AİHM içtihadına göre, bu özgürlükler serbestçe, kamu otoritelerinin müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlardan bağımsız olarak kullanılabilmelidir.

 

10. maddenin koruduğu “ifade” yazılı ya da sözel kelimelerle sınırlı değildir, bir düşünce ifade etmeyi ya da bir bilgi sunmayı amaçlayan resimleri, görüntüleri ya da eylemleri kapsar. Ayrıca 10. madde bilgi veya düşüncenin sadece içeriğini korumaz, bunların ifade edildikleri biçimi de korur. Bundan dolayı basılı belgeler, radyo yayınları, tablolar, filmler ve elektronik bilgi sistemleri de bu maddenin koruması altındadır. Bunun anlamı, bilgi ve fikirlerin üretim ve iletimi, aktarılması ve dağıtımı için kullanılan araçların da 10. maddenin kapsamına girdiğidir. Diğer deyişle, bu madde yayınlama özgürlüğünü doğrudan ilgilendirmektedir. (10)

 

İçerik yönünden ise raporumuzun giriş bölümünde belirttiğimiz gibi, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen “haber” ve “düşünceler”i değil, aleyhte olan, şok eden ve rahatsız eden haber ve düşünceleri de kapsar.

 

10. maddenin ikinci fıkrası ise ifade özgürlüğünün kullanılmasına getirilen sınırlamaların çerçevesini çizer. Buna göre üç konuda ifade özgürlüğüne sınırlama getirilebilir:

 

1. Genel yararı korumaya dönük olanlar (ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliği, düzeni koruma, suçu önleme, sağlık ya da ahlakı koruma),


2. Diğer kişisel hakları korumaya dönük olanlar (başkalarının şöhret ya da haklarının korunması, gizli haberlerin açıklanmasının engellenmesi),

 

3. Yargı erkinin üstünlüğünün ve tarafsızlığının sağlanması için zorunlu olanlar.

 

 

Bu konular dışında sınırlama getirilemez. Bu nedenlere dayanarak yapılacak sınırlama da “demokratik bir toplumun gereklerine” aykırı olamaz. Bunun sağlanması da ancak, elde edilmek istenen amaçla kullanılan araç arasında bir “orantılılık” ve bu yönde “ağır bir sosyal ihtiyacın olması” halinde mümkündür. İfade özgürlüğünün sınırlanması ancak bu koşulların varlığı ile mümkündür ve her halükârda AİHM’nin denetimine tabidir. Sözleşmenin 10. maddesinde yazılı haklar söz konusu olduğunda ise bu hakların önemi nedeniyle denetim çok daha sıkı uygulanmalı ve üye devletin sınırlama zorunluluğu inandırıcı bir şekilde ortaya konulmalıdır. (11)

 

Bu ilkeler çerçevesinde hareket eden AİHM, ürettiği içtihat ile çoğunlukla ifade özgürlüğünü ileriye taşıyan bir organ durumundadır. AİHM’nin 10. madde kapsamında ele aldığı konuların çeşitliliği de dikkat çekicidir. AİHM’nin bugüne dek aldığı kararlar arasında yayınlama özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilecek konu başlıkları (bunlarla sınırlı olmamak üzere) şöyledir:

 

• Bilgi ve kanaat sahibi olma özgürlüğü,


• Bilgi ve kanaat açıklama özgürlüğü (özellikle basın/medya özgürlüğü),

 

• Hükümeti, kamu otoritelerini ve politikacıları eleştirme özgürlüğü,


• Ticari ifadelerde (reklam vb.) bulunma özgürlüğü,


• Sanatsal ve bilimsel üretim/yayın yapma özgürlüğü,


• Siyasi konularda yorum yapma özgürlüğü,


• Gazetecilerin kaynaklarının korunması,


• Gazetecilik mesleğinden yasaklanma,


• İfade özgürlüğünün biçim ve araçlarının korunması,


• Saldırgan ve kışkırtıcı üslubun korunması,


• Devlet memurlarının ifade özgürlüğünün korunması,


• Yargı kurumlarının eleştirilmesi,


• Kin ve düşmanlığa tahrik,


• Dinin ve dinsel değerlerin eleştirilmesi ve din - ifade özgürlüğü çatışması,


• Cevap-düzeltme hakkının kullanılması,


• İnternet yayınları,


• Radyo-TV yayınlarında kamu tekeli,


• Müstehcen içerikli yayın yapılması,


• Yayınların toplanması, yasaklanması ya da bunlara el konması,


• Yayın yoluyla hakaret ve memura hakaret,


• Yayınlanmış / kamunun bilgisindeki bir bilginin tekrar yayınlanması,


• Yasadışı elde edilmiş bilgilerin haberleştirilmesi,


• Gizli ya da sır niteliğindeki bilgilerin haberleştirilmesi,


• Askerliğin ve ordunun eleştirilmesi ve aşağılanması,


• Irkçı propaganda...

 

Bu konu çeşitliliği, gerçekte Türkiye’deki ifade ve yayınlama özgürlüğü sorunlarının pek çoğuna karşılık verir niteliktedir. Başka bir deyişle, Sözleşme’nin ve AİHM’nin eksiksiz uygulanması halinde, hem Türkiye toplumunun ifade özgürlüğü arayışında hem de AB Müktesebatına uyumda esaslı bir ilerleme yaşanacaktır. Bunun önünde herhangi bir engel de yoktur. Gerçekte, özellikle savcı-yargıç eğitimleriyle bu geçiş hızlandırılmaya da çalışılmaktadır. Buna paralel olarak hem idareden, hem de yargıdan nitelikli sonuçlar da alınmaktadır. Ancak, örneklerine raporumuzda yer vereceğimiz üzere, genel uygulamada hâlâ çok büyük sorunlar olması, Türkiye’de gerçek bir yayınlama özgürlüğünden söz edilmesini engellemektedir.



1 Vogt v. Almanya, başvuru no: 17851/91, s. 51 (i), Kayasu v. Türkiye, başvuru no: 641119/00 ve 76292/01, s. 88.

2 U. Eco - J.C. Carierre, Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın, s. 17 (“Kitap tıpkı kaşık, çekiç, tekerlek ya da makas gibidir. Bir kere icat ettikten sonra daha iyisini yapamazsınız. Bir kaşıktan daha iyi olacak bir kaşık yapamazsınız. … Kitap değerini kanıtladı, aynı şekilde kullanmak üzere kitaptan daha iyisini nasıl yapabileceğimiz bir muamma. Belki bileşimine giren unsurlar gelişim gösterecektir, belki sayfaları kâğıttan olmayacaktır artık. Fakat neyse o olarak kalacaktır.”).

3 http://internationalpublishers.org/freedom-to-publish?showall=1&limitstart=

4 http://turkyaybir.org.tr/birlik-bilgileri/332

5 İfade Özgürlüğü Konulu Bağımsız Değerlendirme Raporu (Peer Review), İstanbul ve Ankara, 12-16 Mayıs 2014, http://avrupa.info.tr/fileadmin/Content/Files/File/Docs/Turkey_report_rev_WB_KNM_final_Jan_2015.pdf.

6 Güncel bir örnek için Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) açıklaması

https://en.rsf.org/IMG/pdf/rsf_220515_tr-3.pdf.

7 Raporun tamamı için: http://www.ab.gov.tr/files/ilerlemeRaporlariTR/2014_ilerleme_raporu_tr.pdf.

8 “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi İhlallerinin Önlenmesine İlişkin Eylem Planı” 24 Şubat 2014 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilmiş ve 1 Mart 2014 tarihli ve 28928 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

9 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 30 Nisan 2013 tarihli ve 28633 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

10 İfade Özgürlüğü, AİHS’nin 10. maddesinin uygulanması için kılavuz http://www.anayasa.gov.tr/files/insan_haklari_mahkemesi/el_kitaplari/AIHSmad10Ifade.pdf.

11 Prof. Dr. Durmuş Tezcan, Avrupa’da Düşünce Özgürlüğü, http://www.anayasa.gov.tr/files/insan_haklari_mahkemesi/kitaplar/dusunceozgurlugu.pdf.

 

* Görsel: Serpil Yıldız

 

 

>>> Yayınlama Özgürlüğü Raporu - 2

 

>>> Yayınlama Özgürlüğü Raporu - 3

 


 


Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Haber Yazıları

İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali (İTEF) İtalya Özel programıyla sanatseverlerin karşısına çıkıyor. 23-27 Ağustos 2021 tarihleri arasında ekranlara gelecek olan etkinlikler sayesinde İtalya'ya ve İtalyan edebiyatına uzanan yeni bir yol açılacak.

 

 

Sanat Kritik’in yeni podcast serisi, Seval Şahin’in editörlüğünde dinleyicilerle buluşuyor. “Yaz Sıcağında Bir Esinti” başlıklı serinin ilki 120. doğum yıldönümü vesilesiyle Ahmet Hamdi Tanpınar’a ayrıldı. Dergâh Yayınları’nın desteğiyle hayata geçen projeye farklı alanlardan birçok yazar, şair, sanatçı ve akademisyen katıldı.

Kültür Sanat Şehir dergisi Z, 5. kez okur karşısında. Zeytinburnu Belediyesi tarafından yayımlanan tematik dergi, “kütüphane” konusunu mercek altına alıyor. 508 sayfa boyunca insanlık tarihinin bilinen en eski dönemlerinden günümüze kadar farklı kültürlerde kütüphanenin seyri, kütüphanenin unsurları, kütüphaneciler, kütüphane sahipleri ve kütüphane literatürü inceleniyor. 

Türk edebiyatının usta ismi Sait Faik Abasıyanık'ın hatırasını yaşatmak amacıyla her yıl bir öykücüye verilen "Sait Faik Hikâye Armağanı" bu kez Şermin Yaşar'ın oldu.

 

Sosyal medya paylaşımları, konuşmalar, anketler, veriler gösteriyor ki pandemi günlerinde evde geçen zamanın ciddi bir kısmını kitaba ayırdık. Türkiye ve dünya genelinde İNSAMER'in yaptığı araştırma kitap yayımı ve okuma oranlarındaki artışa odaklanıyor. Kitapyurdu ve Idefix sitelerinden alınan veriler de korona istatistiklerine katkı sunuyor.

 

 

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.