Yazarlar
Hasan Cömert
1983’te doğdu. Uluslararası İlişkiler mezunu. Gazeteci, sinema yazarı. 2009-2013 arasında NTVMSNBC’de Kültür-Sanat editörlüğü yaptı. Birçok gazete, dergide söyleşi ve yazıları yer aldı. Halen Altyazı, Arka Pencere, Ekşi Sinema gibi yayınlarda film eleştirileri yazmaktadır.
Tüm Yazıları
"What is happening" (Ne/Neler oluyor) sorusuna cevap vermek için tasarlanan Twitter’da neden 100, 150, 200 değil de en fazla 140 karakter yazılabiliyor? Bilen biliyordur ve çok da anlam yüklemeye gerek yok aslında.
İstanbul Film Festivali’nin bu yıl belki de en zayıf kuşağı “Edebiyattan Beyazperdeye” idi. İyi filmler elbette vardı ama genel olarak yaratıcılıktan uzak ve yönetmenlikten nasibini almamış uyarlamalar çoğunluktaydı. Kağıt üstünde Henry James, Victor Hugo, Charles Dickens gibi 'baba' isimlerle karşı karşıya kalsak da sonuç hüsran oldu açıkçası.
“Bence bütün çocukları mezarda doğurup hemen gömmek lazım. Hiç yorulmamış olurlar.” Daha’daki bu cümleyi herhangi bir Hakan Günday kitabının içine koysanız da yerini rahatlıkla bulur. Dünya aynı dünya. Aynı, çünkü çekilir gibi değil bu hayat! Okuması, hazmetmesi bile zor. Bir yumruk boğazınıza iniyor, diğeri suratınıza, midenize çalışıyor.
Her Temas İz Bırakır ve Son Hafriyat'ı Erdal Beşikçioğlu'nun performansını unutarak ya da Pilli Bebek'in müzikleri olmadan düşünmek imkansız neredeyse. Kolay değil, fenomen olmuş bir uyarlamadan bahsediyoruz. Hem de Türkiye televizyonlarının alışık olmadığı bir şekilde, “kirli” hikaye anlatan bir diziden.
Cormac McCarthy’nin 80 yaşında ilk senaryosunu yazması karşısında heyecan duymuyorsanız bu yazıyı okumayı bırakabilirsiniz! Geçtiğimiz ay izlediğimiz Danışman (The Counselor) bizi tatmin etmese de, McCarthy’nin varlığıyla edebiyat-sinema buluşmasının özel işlerinden biri olarak hafızamızda yer edindi.
Yılın en güzel zamanlarından !f İstanbul, 13 Şubat’ta 13. kez yola çıkıyor. “O kadar oldu mu!”, “Sakın kaçırma!”, “Bu sene en çok merak ettiğim...” muhabbetleri arasında gelip geçecek festivalin programında bir hayli heyecan verici film var.
Terry Gilliam”ın Brazil’i gibi bir atmosfer, retro futuristik tasarımlar, karanlık, boğucu bir dünya... Simon için böyle bir dünyadan daha kötüsü ise çevresindeki insanlar. Ya da kendisi. Annesi için Simon tam bir hayal kırıklığı. İşyerinde de silik bir adam. Sevdiği kadına açılamayacak kadar utangaç. Kimse tarafından fark edilmiyor.
Ülkede sular durulmuyor, siyaset her yerimize nüfuz etmiş durumda ve nefes almaya her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Bitmeyen yasaklar ve genel olarak iktidar ve erkeklik mücadelesinden geriye ne kalır bilinmez ama aslolanın sokak olduğu açık. Hem mücadele hem de yaşam alanı olarak sokağın önemini geçen bir yılda çok daha iyi anladık.
Her şeyi çabucak isteyen çocuklar gibi biraz James Franco. Henüz 36 yaşında olmasına rağmen oyunculuğunun yanına yönetmenlik, yazarlık, müzisyenlik gibi unvanları ekledi bile. Hatta kurgu masasına oturdu, görüntü yönetmenliğini denedi, yapımcılığa da devam ediyor. Kötü mü ediyor, tabii ki hayır.
"Kötülüğe karşı koymamak hakkında ne düşünüyorsun?" Uzandığı kanepesinden Aydın'a bu soruyu soran Necla, Çehov'un dünyasından Kış Uykusu'na usulca sızmış adeta. Aydın'a rahatsız edici sorular soran, onun yazılarını ve düşüncelerini eleştiren Necla, İyi İnsanlar'ın Vera Semyonovna'sı bir anlamda.