Hakikatin özü nerede? Kaynağı belirsiz düşlerimizde, bilinçaltımızın bilinçsizliğinde mi; kaderi şahsi bir trajediye dönüştüren mekanlarda mı, binlerce yılın kalıntılarını emen, sokaklarına, evlerinin temellerine karan şehirde mi; yoksa çocukluğumuzda, çocukluğun da gerisinde ötesinde diplerinde mi? Hakikatin bulunduğu yerde mi durur peki zaman? Orada mıdır hep, belli bir yerde durma eğimi var mıdır? İçinde tüm geçmişi barındıran bir şimdinin içindeki insan geçmişsiz bir şimdiyi yaşayabilir mi? Yaşarmış gibi yapanların yanında, –mış gibi- yapamayana hep deli derler. Yaşamın akıldışılığını hep örtmek isteyenler…
İnsanın suratına soğuk bir su gibi çarpan, zihnini açan vahşi alaycılık, bitimsiz bir dil ve biçim arayışı, ve sonsuz bir edebi haz. Leyla Erbil deyince ilk aklıma gelenler… Ondandır ki, Erbil’in yapıtlarını elime almadan önce içimde bir parça tedirginlik hisseder, hemen elime alıp okumaya başlayamam. Beni çarpacak, sarsacak, içimde kendimin bile dokunmaktan, görmekten, dile getirmekten çekindiğim şeylere cesurca dokunacak olduğunu, ipliğimi pazara çıkaracağını bilirim de ondan; korktuğumun başıma geleceğini… Öyle de olur hep... Politiktir dili, kendini politikadan ayrıştırmaz, karanlığa baktırır, ikiyüzlülüğünüzü yüzünüze vurur, deliliğe davet eder, deli olmaktan besler dilini ve kurar biçimini… Türk edebiyatının tartışmasız kraliçelerinden Leyla Erbil, bu yıl sekseninci yaşını kutluyoruz, nice yaşları olsun. Şimdi “Kalan”la karşımızda.
Zaman, hakikat ve bellek üzerine yazılmış politik bir şiir, diyebilirim “Kalan” için. Evet, “Kalan”, bir tür şiir kitap. Doğrusu Erbil’e aşina olanlar, onun dilinin şiirselliğini bilenler için hiç de yabancı gelmeyecek bir biçem. Zor mu? Biraz belki, ama yorucu değil kesinlikle. Anlatının kahramanı bir anlatan/yazar, Lahzen. Aydın olmanın, devrimci ve kadın olmanın tüm zorluklarını, çelişkilerini içinde barındıran Lahzen’in bilinçakışında geziniyoruz “Kalan” boyunca. Annesi, annesinin sevgilisi ve ablasıyla geçirdiği çocukluğun dibini kazıyoruz. Bir vakitler Fatih’in Urum tebaasına ayırdığı Fener semtinin kıyısında, Rumlardan, Ermenilerden ve Yahudilerden kalan o çok da eski olmayan kozmopolit, çok kültürlü İstanbul’u hatırlıyoruz.
Hikayenin devamında Lahzen’in özgürleştiremediği kadınlığı, kocası, sevgilisi ve politik arayışı var. Aslında bir kaybedenin, tutunamayanın hikayesini okuduğumuzu, dinlediğimizi daha en baştan biliyoruz.
Türk edebiyatında bilinçakışı tekniğini en usta şekilde kullanan yazarlardan biri hiç şüphesiz Erbil ve bu şiir kitapta, söz konusu ustalığını, yeteneğini tertemiz bir şekilde gözler önüne seriyor, hadi doğrusunu söyleyeyim, döktürüyor. Lahzen, ilaçlarla bastırılan, değiştirilmek istenen bir bilince sahip. Peki baktığımız aynanın bizzat kendisi çarpıksa, gördüklerimizin tamamen doğru, dosdoğru olma imkanı yok mu? Ya da şöyle sorayım, Lahzen’in anlattıkları, bizi onun gerçekliğine götürebilir mi, onun, yaşadığı ülkenin, kültürün gerçeğine? “sen hangi bilinçtesin lahzen / hangi göklerin bulutlarından yağdın/bu çorağa söyle/ son bilinç ölüm olacağına/ölüm anındaki bilincin bilinci yazılamayacağına göre/hangi kavşağındasın tinsel gerçeğin” Hakikatin özünü arıyor Lahzen ancak onun ilaçla bastırılmış, çarpıtılmış zihni, tıpkı bizim çarpıtılmış toplumsal belleğimiz gibi, özü bulmaktan uzağa düşürüyorsa da kendini, arayışı anlamlı kılıyor.
Marguerite Yourcenar, tragedyayı tragedya yapan şeyin dekor olduğunu, mekan olduğunu söyler. Leyla Erbil de Lahzen’in hem toplumsal hem de kişisel trajedisinde doğup büyüdüğü şehrin, İstanbul’un etkisini kurcalıyor. Bozulan, dağılan, yozlaşan sürekli değişimden mustarip İstanbul’a, Roma’dan, Bizans’tan, Osmanlı’dan ve Cumhuriyetin ilk yıllarından kalan, acılı ve bir o kadar da tekinsiz ve büyülü olan bir yazgı Lahzen’e de hakim.
Başta da dediğim gibi politik bir şiir “Kalan”. Lahzen’i delirten, karanlığa bırakan kişisel mücadelesi ülkenin siyasi çalkantılarıyla karışıyor. 6-7 Eylül olayları, Dersim, Ermeni katliamı, kanlı pazar, ülkede yaşanan tüm darbeler ve niceleri Lahzen’i nasıl delirtmez, ve hatta milletçek hepimizi… Erbil’in şiirinden, büyülü dilinden son derece radikal toplumsal-siyasal eleştiriler sızıyor.
“Kalan”, Leyla Erbil’in sekseninci yaşında bize verdiği beşinci roman. Kapak arkası yazılarının şaşaasına okur olarak hepimizin karnı tok, ama bu defa yayıncılar çok haklı: Leyla Erbil’in kaleminde devleşiyor edebiyat ve bir şölene dönüşüyor kalan…
Kalan; koca bir tarihin bir kitaba sığdırılma ustalığı.Sözün bittiği yer; okumak gerek.Eli öpülesi bir kadın yazar.Onun nice bol yazmalı yıllar geçirmesini istiyorum.
Yeni yorum gönder