Marguerite Yourcenar... An’ın içinde geçmişi, tarih içinde yazgıyı arayan bir izsürücü; latif, zarif ve bir o kadar vahşi; sözdeki müziği arayıp bulan bir dil büyücüsü, edebiyat için bir mucize... Onun başyapıtlarından biri olan “Doğu Öyküleri”nin satırları arasında geziniyorum son birkaç gündür, masalların, mitlerin içinde, kusurlu, sıradan insanlara benzeyen kahramanlarının hüzünlü, şiirsel, bilge, kimi zaman acımasız ve kanlı yazgılarının içinde... “Doğu Öyküleri”ni okumadan, edebiyatın bize kattığı bilgeliğin, dilin güzelliğinin ve sınırsızlığının olanaklılığının yetersiz geleceğini düşünüyorum, tüm varlığımla seziyorum ve açıkçası bütün bunlara şaşıyorum... Marguerite Yourcenar; birkaç cümle önce de söylediğim gibi, edebi bir mucize gibi...
Belçika doğumlu Yourcenar, Amerika’nın, İsviçre’nin ve Fransa’nın yanı sıra İtalya’da ve Yunanistan’da da yaşamış. Belli ki “Doğu Öyküleri”nin esini yazara bu iki ülkede deneyimlediklerinden geliyor. Ancak yanlış anlaşılmasın, sadece Slav efsaneleri ve Balkan baladlarından değil, Çin kıssa’larından, Hindu efsanelerinden ve İstanbul’un lalelerinden de yararlanmış yazar. Dinlediği balatları, okuduğu masalları, efsaneleri ve kıssaları yeniden bambaşka bir biçimde kaleme almış.
Kitapta yer alan öykülerden ilki ve en dikkat çekicilerinden biri olan “Wang-Fo Nasıl Kurtuldu?” Çinli bir ressamın sanatla iç içe geçen yaşamının fantastik hikayesi. Ressamın çırağının gözünden başlıyor hikayemiz. Çok zengin, varlıklı bir ailenin çocuğu olan Ling’in hayatı, Wang-Fo’yla tanıştıktan sonra tamamen değişiyor, dünyaya, insanlara, hayvanlara ve bitkilere bakışı değişiyor. Ressamın sanatını icra etmesi kaygısıyla malını, mülkünü, cebindeki son kuruşunu, hatta dünyalar güzeli karısını bile kaybediyor Ling. Öyle ki, kendini ağaca asan karısının dehşet verici görüntüsü karşısında onu resmetmeye çalışan ustası için saatlerce boya karıştırabiliyor. İnsanın kanını donduran bu son derece etkileyici sahnede Yourcenar, hayata karşı sanatın üstünlüğü düşüncesinin sınırlarını zarifce zorluyor. Ancak hayat elbette her zaman sanattan yana değil... Wang-Fo, Han Krallığı’nın prensinin eline muhteşem resimleri yüzünden düşüveriyor. Yaşamın onun resimlerindeki kadar gerçek, onun resimlerindeki kadar güzel olmadığına öfkelenen prens, Wang-Fo’yu gözlerine mil çektirmek üzere cezalandırıyor ve cezanın öncesinde yarım kalan bir resmini tamamlamasını istiyor. İşte bu resmin tamamlanması kahramanımızın ve çırağının fantastik kurtuluşu oluyor. Ölümlü bedenlerimizdense ölümsüz ruhlarımıza sirayet eden sanatsal bir kurtuluş...
Paganizme ağıt
Doğu Öyküleri’nin diğer bir etkileyici hikayesi ise “Kırlangıçlar Meryem”i. Paganizmle birlikte doğayla iç içe olma duygusunu yitiren insan bilincinin trajik gelişimini aktarıyor bu öykü aracılığıyla yazar. Bu öykünün çıkış noktası, eski Atina’nın kırlarındaki küçük bir kilisenin adını anlatmak arzusu. Ancak bu mütevazı arzu öykü içinde giderek paganizmin, doğanın ve anaerkil dönemin izlerinin silinişine dair yazılmış bir ağıda dönüşüyor. “Boynu Vurdurulan Kali” de yine aynı izlekleri taşıyan bir başka öyküsü yazarın. Bir büyük Hindu efsanesinden esinlenen Yourcenar, burada Hindu Tanrıçası Kali’nin trajik öyküsünü yorumlamış. Kıskanç tanrılar yüzünden, saflığın ve güzelliğin simgesi başı, bir fahişenin bedeniyle birleşen Tanrıça, güzelliği ve çirkinliği, saflık ile pisliği, şehveti ve masumiyeti, kısacası dünya üzerindeki cümle ikilikleri varlığında tek bir biçimde taşımak zorunda kalıyor, acılar içinde. Öykünün sonunda ona umut veren bilgenin sözleri ise tüm insanlığa, özellikle de kadın cinsine sesleniyor adeta: “Arzu, sana arzulamanın boşuna olduğunu öğretti, dedi bilge. Şimdi de pişmanlık, pişmanlık duymanın fayda etmediğini söylüyor. Sen, birer parçası olduğumuz Yanılgı; Sen, kusursuzluğun içinde kendiliğinden bilinçlenen kusurlu güzel; Sen, ille de ölümsüz olmayan Gazap... Sabret.”
“Doğu Öyküleri”nin bir özelliği de Yourcenar’ın belki de Türkçedeki en güzel çevirisi olması. Buradan Hür Yumer’e bir teşekkür de benden... Geldiğimiz bu noktada Marguerite Yourcenar’ın Doğu Öyküleri için ayrıca şahane bir kitap dememe, bilmem gerek var mı!
Yeni yorum gönder