“Tarih, zafer kazananların yalanlarıdır.” ya da “Yenilenlerin özyanılsamalarıdır.” Peki şuna ne dersiniz: “Tarih, belleğin kusurlarının, belgelemenin yetersizlikleriyle buluştuğu noktada üretilen kesinliktir.”
Her hikayenin bir cümlesi vardır, ama bazılarınınki, o hikayenin içinden çıkar çıkmaz daha kesin, daha net belirir gözlerimizin önünde. İşte bu cümle, bu düşünce de Julian Barnes’ın son romanı Bir Son Duygusu'nun belkemiği… En az Fransızlar kadar çok sevdiğimiz İngiliz yazar Barnes’a 2011 Man Booker Ödülü’nü getiren Bir Son Duygusu, tarih, zaman, bellek üzerine düşünen bir roman. Tarihi, kişisel tarih; zamanı, insani bir geçişlilik duygusu üzerinden; belleği ise aklın eklemeleri ve çıkarmalarıyla beraber düşünen bir roman. Daha insani olamazdı herhalde. New York Times yazarı Geof Dyer’ın bu kitap için "Ortalama romanın çok iyi bir örneği." demesi, kurgusu, dili bir yana bu kavramları son derece ortalama biçimde işlemesinden geliyor sanırım ve çağdaş dünya okurları, ortalama ile gayet insani olan arasında kendi tercihlerini şimdiden yapıyorlar.
Evet, tarihi kişisel tarihimiz açısından ele alıyor Barnes. Yazarı takip edenler onun bu tür hafıza didiklemelerine, “anımsama yoluyla hayatı irdelemelerine” alışıktırlar. Bir Son Duygusu'nun anlatıcısı Tony Webster, emekli tarihçi, ergenlik yıllarının sancılarını anlatıyor gibi yaparak başlıyor anımsamaya. Okul yılları, yakın arkadaşlıklar, kız arkadaşlar, zamanı, cinselliği, dostluğu keşfediş var ilkin bu anılarda. Ama onlar bize anlatıldığına göre, diyoruz, her şey bu kadar sıradan olamaz, bu işte bir iş var… Anlatıcı da bu işkillenmelerimizi besliyor. Bazı yerleri özellikle boş bırakıyor, kendisinin bazı yerleri doldurmaktan özellikle imtina ettiğini bize söylüyor.
“Burnumuzun dibinde olan tarihin en açık seçik tarih olması gerekir ancak en çok uçucu olan da o. Zaman içinde yaşıyoruz, zaman bizi bağlıyor ve tanımlıyor ve zamanın tarihin de ölçüsü olması gerekir, öyle değil mi? Ama zamanı anlayamazsak, onun yürüyüşü ve ilerleyişindeki gizemleri kavrayamazsak, tarihten yana, hatta ondan payımıza düşen kendi küçük, kişisel, büyük ölçüde belgelenmemiş parçamız açısından, ne şansımız kalır?” Evet, sorunun cevabı pekala sorunun kendisinde: Hiç. Tony Webster’ın bu hiçliğe yenik düşmemek için hafızasını çalıştırmaya başladığı belli. Ama son yine de başından belli: Belleğin kusurları, belgelemenin yetersizliğiyle birleşip bir kesinlik doğuracak gözlerimizin önünde. Tıpkı hepimizin kişisel tarihinde olacaklar gibi…
İlk gençlik yıllarında hayatına giren ve onun hemen ardından en yakın arkadaşlarından biriyle beraber olmaya başlayan Veronica Ford’u ve ona dair her şeyi bilinçli bir şekilde unutmuştur Tony Webster. Ama Veronica’yı ve ona dair pek çok şeyi tekrar tekrar geri getiren bir şey vardır ortada. Bir gizem, bir sır, bir bilmeyiş, bir anlamayış… Arkadaşı Adrian’ın intiharı, ona bırakılan tuhaf bir miras ve belleğinin oynadığı çeşitli oyunlar… Webster, olan biteni gerçekten anlamak istemekte midir, yoksa tamamen unutmayı mı istemektedir? Bu sorunun cevabını tüm bilinmezliğiyle, hayat verecektir.
Bir Son Duygusu, konusunun zenginliğine rağmen oyunlu, oyuncaklı yollara sapmadan, bilinmezlik duygusunu olağanüstüne yaslamanın kolaycılığına kaçmadan yazılmış sade, zarif ve neredeyse kısa öyküden beklenecek kadar sıkı, yoğun bir roman. Barnes’ın ustalık eseri.
(Manşette kullanılan görsel Ross Cook'a aittir.)
Yeni yorum gönder