Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Etgar Keret: Hayatım tuhaflıklardan ibaret *


Nimrod Çıldırışları, Gazze Blues, Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü kitaplarındaki kısa ama etkili hikayeleriyle tanıdığımız, 2010 yılında Tanpınar Edebiyat Festivali’nin konuklarından biri olarak İstanbul’a gelen Etgar Keret, geçen günlerde İstanbul’da yine okurlarıyla buluştu. Keret’in senaryosunu yazdığı “Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikâyesi” de !fistanbul kapsamında gösterildi. 

 

Kitapları şimdiye dek 14 dile çevrilen İsrailli yazarın kendi hikayesi, yazdığı hikayeler kadar tuhaf. İbranice’de Etgar zorluk demek, üç düşük ve bir riskli hamilelikten sonra dünyaya geldiğinde bu isim ona boşa verilmemiş. İsrail’de üç yıl zorunlu olan askerliği başladığında Etgar Keret’e “Al sana zorluk” demişler ve Keret üç yıl boyunca tuvalet temizlemiş. İlk bakışta komik gelen bu hikâye aslında Keret’in yazarlık yaşamının başlangıcı. “Askerde hayatta kalmak için bana dair ne varsa gizlemek zorundaydım ve yazmaya başladım. Bana gerçekte kim olduğumu hatırlatan tek şey yazı oldu.

 

Keret daha önceki söyleşimizde böyle demişti ama bu İstanbul’a ikinci gelişinde ona yeni sorularım olmadığı anlamına gelmiyordu… Ne de olsa o son yıllarda Türkiye’deki okurun en sevdiği yazarlardan biri, hem de en deli güzeli…

 

Hikâyelerinde hep kara mizah ve absürdlük var. Evde ailenle akşam yemeği yerken ya da iş toplantılarında da böyle misin? 

 

Öyle sayılır; genelde hep tuhaf şeyler anlatıyor olurum çünkü hayatım başıma gelen bir sürü tuhaflığın toplamından ibaret. Eşim, hayatı bana bu şekilde davranmaya sevk edenin yine ben olduğumu düşünüyor ama bana sorarsan masumum, hep başıma gelenler yüzünden böyle oluyor.  

 

Yazdığın gibi mi yaşıyorsun hayatı ya da yaşadığın gibi yazıyorsun? 

 

Hayatı yazdığım gibi yaşasaydım sanırım yazmama gerek de olmazdı. Yani hayır... Yazı benim için yaşamda cesaret edemediklerimi telafi etmenin bir yolu gibi.  

 

Çok fazla absürd, aşırı kara mizah ve histerik bir gerçekçilikle eleştirildiğin oldu mu?

 

Bir insan nelerden dolayı eleştirilebilirse hepsini duymuşumdur ve soykırımdan çıkmış bir aileye mensup olduğum için sanırım bunların hepsinden dolayı ben de kendimi suçlamışımdır.  

 

Sahi, edebiyat eleştirisine nasıl bakıyorsun?

 

Eleştirmenler iyi ki varlar, yazdıklarımı beğendikleri sürece... Diğerlerine fazla saygı duyduğum söylenemez.

 

Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şöförü kitabında müzeye bağışlanan bir anne rahmi var. Bunun çıkış noktasını, bu hikayeyi bu şekilde yazmana tetikleyici olan unsurları merak ediyorum…


Bu öykü aslında çocuk kalma isteğine dair. Çocukluk statüsünün epey korunaklı bir yanı var. Ama öyküdeki gibi zaman ilerleyip yaş büyüyünce buna ısrarla tutunmaya çalışmak suni ve sapkın bir noktaya getiriyor insanı.  

 

Senin için öykü ve senaryo, edebiyatla sinema arasında nasıl bir ilişki var?

 

Kurgu çok özel ve kişisel bir deneyim. Bir film için çalışmak ise daha sosyal bir iş, bir partiye gitmek gibi neredeyse.  İkisini de yapabildiğim için çok memnunum ama seçmem gerekse yazıyı seçerdim.  

 

Hikâyelerindeki dil yalın ve sade. Üstelik hem hikayeler kısa hem de cümlelerin. 500 sayfalık klasiklerle aran nasıldır?

 

Okuduğum kitap iyiyse kıskanırım tabii ama sıkıcıysa kendi okurlarıma o şekilde vaaz vermemeyi seçtiğim için şanslı hissederim. Açıkçası bir metnin ne kadar uzun olduğunu pek umursamam. İyi olup olmamasına bakar.  

 

Peki bana yazar değil de “Okur Etgar Keret”i anlatır mısın? Başucu kitapların, yazarların kimler, nasıl okursun, okuma ritüellerin var mı?

 

Kafka, Gogol, Babel, Carver ve benzeri yazarlardan oldukça etkilendiğimi söyleyeyim. Tek bir okuma ritüelim var - okuduğum kitabı gerçekten beğenirsem asla kendimde tutmam. Eğer iyi bir kitapsa bir başkasına vermem gerekir.  

 

Şimdi de yazar Etgar Keret’e gelelim. “Keşke ben yazsaydım” dediğin kitapları merak ediyorum, vardır herhalde?

 

Hayır, var diyemem. Okuduğum bir şeyi çok beğenirsem yazıldığı için sevinirim  sadece.  

 

Edebiyat senin için ne ifade ediyor? Bir röportajında kötü edebiyatı daha ilginç buluyorum demişsin…

 

Öyle bir şey söylediğimi sanmıyorum. Hikayenin kendisinin ve anlatanın tutkusunun teknik meselelerden daha fazla ilgimi çektiğini söylemiş olabilirim. Bir şey okuduğum zaman yazarın zekasını sergileme biçimi beni fazla bağlamaz, ne anlattığıdır önemli olan.

 

Daha önceki röportajımızda sana Filistin ve İsraille ilgili soru sormuştum şimdi de Mısır’daki son olaylarla ilgili ne düşündüğünü merak ediyorum…

 

Mısır'da olan bitenlerin son derece ilham verici ve saf bir tarafı var. Ama gelecek nasıl şekillenecek onu bilemiyorum. Bir şeylere karşı çıkmak, işleyen bir alternatif kurmaktan daha kolay diye düşünüyorum.  

 

Yine İstanbuldasın ve bu Türk okurların hiç azımsanmayacak derecede fazla, üstelik sana duyulan bu hayranlık ne bir pop-rock yıldızına duyulan bir hayranlık ne de bir yazara… Sen de başka bir şey var? Hatta bende onlardan biriyim ama bunun ne olduğunu bilmiyorum…

 

Bunu duyduğuma çok sevindim. Öykü yazarının okuruyla yakın bir ilişki ya da dostluk kurma çabasını yansıtır ve eğer bunu başardıysam gerçekten dünyanın en şanslı adamı olmalıyım. Teşekkür ederim!

 

* Röportaj: SİBEL ORAL

 




Toplam oy: 1358

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.