Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Edebiyat cephesinde yeni bir şey yok



Vasat
Toplam oy: 810
Amerikan PEN Derneği'nin İfade Özgürlüğü Cesaret Ödülü'nü Charlie Hebdo dergisine verme kararıyla başlayan ve dünya edebiyat entelijansiyasını kamplara bölmüş gibi gözüken tartışmalarda yeni bir yan yok.

Edebiyatın bir cephe haline getirilmesi mümkün. Yazarın sorumluluk duygusuyla hareket etmesi de öyle. Bir davanın tarafı olması ve davayı kazanmak için manevralara girişmesi de. Devrimciler, muhalifler, hatta muhafazakarlar bile edebiyatla uğraşırken paylaşım mücadelesine girebilir, tanınmaya, fikirlerini yaymaya veya propaganda yapmaya çabalayabilir. Bugüne dek, doğrudan yapıtlarıyla ya da yapıt dışı eylemleriyle edebiyat cephesinde savaş veren sayısız isimle karşılaştık. Dolayısıyla Charlie Hebdo saldırısının üzerinden birkaç ay geçmişken Amerikan PEN Derneği’nin İfade Özgürlüğü Cesaret Ödülü’nü Charlie Hebdo dergisine verme kararıyla başlayan ve dünya edebiyat entelijansiyasını kamplara bölmüş gibi gözüken tartışmalarda yeni bir yan yok. Aslında bu meseleyi, "din (siyasal-kültürel kategori) adına hareket ettiğini iddia eden silahlı kişilerin, bu dine hakaret edildiğini öne sürerek bir dergiyi basmalarının" vehametini unutturmama çabası olarak yorumlayabiliriz. Yazarların kendi aralarında hararetle tartışmaları bu konuya dikkat çekme niyetlerinin bir sonucu.

 

Ödülün genelde devlet kurumlarının düşünce özgürlüğüne bireysel veya kategorisel olarak müdahale etmesini kınadığını iddia etti Peter Carey, Teju Cole, Rachel Kushner, Taiye Selasi, Francine Prose ve Michael Ondaatje ile başlayan ve 200'ün üzerinde yazarın katılımıyla büyüyen grup. Bu ödül siyasal-kültürel bir kategorinin -bir dinin- temsilcisi gibi davranan bağımsız “manyakların” kurbanı bir dergiye verilerek, nasıl olurdu da bir devlet ihlaline işaret etme imkanından vazgeçilebilirdi? Hatta söz konusu yazarlar, bir bakıma, saldırı gerçekleşmeden çok önce de, Charlie Hebdo’nun eleştiri oklarının hakaret olarak algılandığını hatırlattılar. Kabaca ifade edersek, "kendileri ettiler, kendileri buldular" demeye çalışmıyorlardı elbette; ama bir kültürün (Fransız toplumundaki Müslümanlar, Kuzey Afrikalılar vs) değerlerini rencide ettiklerinin akıldan çıkarılmaması gerektiğini söylüyorlardı. Yazdıkları açık mektupta, Amerikan PEN'in hangi kriterlere dayanarak bu ödüle Charlie Hebdo’yu layık gördüğünü anlayamadıklarını ve gerçekleştirilecek törene katılmayacaklarını belirtmişlerdi.

 

Karşılarına Salman Rushdie dikildi. Kültürler arası kavgalardan en fazla etkilenen, yazarlık kimliği ve kariyeri “Şeytan Âyetleri” sonrasında radikal şekilde dönüşen bir isim olarak Rushdie, yazdıkları yüzünden bir sanatçının risk altında kalmaması gerektiğini, PEN Amerika’nın vereceği ödüllerle kendilerini sansürlemeden, açık açık ifade etmeleri konusunda sanatçılara destek olması gerektiğini belirterek, ödüle karşı çıkan yazarları sorumlu davranmaya çağırdı. Tabii konuyu bu kadar ayrıntılı ele almadı. Sadece birkaç tweet’le söz konusu yazarların korkak olduklarını ve karakterli olmaları gerektiğini söyledi.

 

Silahları uzak tutmak

 

 

Birkaç tweet ve birkaç e-postayla başlayan, çok geçmeden sayısız gazete, internet sitesi ve dergide yankı bulan bu tartışmanın, insanların zihninde çoğalacağını, böylece azımsanamayacak bir etki yaratacağını unutmamalı. Sevdiğimiz, adlarının geçtiği haberlere dikkat kesildiğimiz bu isimler sayesinde, herkesi şoke eden saldırılar ve bunların sebepleri-sonuçları, hayatın geri kalanındaki yansımaları üzerine düşünüyoruz. Tekrar tekrar neyin ifade özgürlüğü kapsamına girdiğine, sanatçının sorumluluğuna ve silahlıları kimin, nasıl uzak tutacağına kafa yoruyoruz; sanki silahlıları uzak tutmak yazanın, konuşanın, ifade edenin göreviymiş gibi, sanki sanatçının ölmemek, eziyet görmemek için dilini nasıl kullanacağını dikkat etmesi gerekirmiş gibi; sanki dünyanın tüm siyasi ve ekonomik kavgalarının bedellerini tüm insanlıkla birlikte, sanatçılar da ödemiyormuş gibi...

 

Mesela edebiyatçılar, işaret edebilirler, farklı bakış açılarını gösterebilirler, okumaya gönül indirenlere, dinlemeye heves edenlere meseleleri ifade etmeye çalışabilirler, ama ne ellerine silah alıp hedeflediklerine saldırabilirler ne de çok daha etkili yöntemleri harekete geçirecek kurumsal düğmelere basabilirler. Mesela karikatüristler, kimi zaman kantarın topuzunu kaçırsalar bile, sadece kağıt üzerinde (ve belki de enformasyon ağında, meseleler sürdüğü sürece dolaşımda kalacak) bir-iki hoş/nahoş çiziktirmeyle yetinmek zorundalar. Buna karşılık benimsedikleri söylemlerin gölgesinde, bahanelerin meşrulaştırıcı şemsiyesi altında, insanların hayatlarını hedef alan silahlı eylemciler, dünyanın gidişatında bir Houellebecq ya da Rushdie romanından çok daha fazla sapma yaratıyor. (Don DeLillo'nun Mao II romanındaydı sanırım, bir edebiyatçının bugün dünyayı etkilemesinin mümkün olmadığını, buna karşılık silahlı bir örgütün eylemleriyle dünyayı şoke ederek nasıl etkileyebileceğini işaret ediyor, zamanın sanatçılarının terör örgütleri olduğunu öne sürüyordu. Tüm bu olup bitenler üzerine düşünürken aklımda hep DeLillo’nun o satırları dönüp durdu.)

 

PEN Amerika’nın ödül töreni düzenlendi; Neil Gaiman, Paul Auster gibi isimler de oradaydı ama yüzlerce yazar ödül törenine katılmadı. Öte yandan, Charlie Hebdo’yla birlikte başkalarına da ödül verildi fakat şimdi onlardan bahsetmiyoruz. Ayrıca haberlere Charlie Hebdo’nun Fas asıllı bir çizerinin, ölüm tehditleri aldığı, artık dergiye katkıda bulunmamaya karar verdiği yansıdı. Bangladeş’teki ateist bir blog yazarının saldırıya uğrayarak öldüğü haberi de akışta şöyle bir geçti. Tıpkı zamanında Salman Rushdie yüksek güvenlik önlemleriyle korunurken, dünyanın çeşitli bölgelerinde yayıncılarına ve çevirmenlerine ölümcül saldırıların yapılması, kitabevlerine bomba konulması gibi. Edebiyatın "generalleri" ödülleri tartışadursunlar, blogg"erleri" edebiyat cephesinde kendilerini ifade etmeye çalışırken hâlâ hayatlarını yitiriyorlar.

 


 

* Görsel: Tayfun Pekdemir

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.