Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

''Dağları Tanımak İnsanı Tanımaktır''


Vasat
Toplam oy: 152
Dağlarda dolaşmak kafa dengi bir dost yanınızda olduğu zaman bir başka güzel, yalnız olduğunuzda bir başka… Dağlara dair hislerimi bütün dağ tutkunlarının paylaştığına şüphem yok. En azından muhterem Dursun Çiçek Beyefendi ile dağlara dair tutkularımızın örtüştüğünü gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Çünkü kendisinin geçtiğimiz ay Muhit Kitap’ın Deneme serisi içerisinde yayınlanan, Benim Dağlarım ismini taşıyan kitabını okuduğumda aynı duyguları hissettiğimizi açık bir şekilde görmüş oldum.

Çocukluk yıllarımın büyük bir bölümünü ailemizin yaylak ve kışlak hayatı yaşaması nedeniyle dağlarda geçirdim. Ailemizin yaşadığı hatırı sayılır bir geçmişi olan bir köyümüz vardı, ancak hayvancılıkla uğraşanlar ilkbahardan sonbahara kadar dağlara kurdukları sayalarda vakitlerini geçirirlerdi. Hafızamın beni dünya ile buluşturduğu dönemden itibaren babamın beni dağlara götürdüğü, dere tepe, bayır demeden yanında taşıdığını hatırlıyorum. Bu hayat tarzının tabii bir sonucu olarak, tabiatın, dağların, yazın, baharın, kışın, kelebek uçuşunun, kuş cıvıltısının, dere suyunun sesinin, vahşi hayvanların yaşamının, dağ esintilerinin, rüzgâr fısıltısının, ayazın, sıcağın ne anlama geldiğini iyi bilirim.


Dağ tutkusu
İnsanoğlu tutkularıyla yaşar. Bu tutkular bazen bir arkadaş grubu, aile veya meslektaşlarla bazen de bir başına ayrı bir tat katar insanoğlunun hayatına… Bu tutkularımız sayesinde yaşamanın gerçek anlamını, zevkini ve heyecanını yaşar, keşfeder, iliklerimize kadar hissederiz. İnsanoğlunun kişiden kişiye farklılık gösteren pek çok tutkusu vardır. Kahve, çay, seyahat, kitap, futbol, müzik, bir enstrüman çalmak, pul veya para koleksiyonu yapmak, müze gezmek, tarihi eserleri görmek, kervan yollarını yahut antik yolları dolaşmak, fotoğraf çekmek, doğal yaşamı gözlemlemek nasıl insanların icra etmekten zevk aldıkları birer tutku ise aynı şekilde dağları dolaşmak, onun dilini anlamaya çalışmak, dağlarla hemhâl olmak da tarifsiz, ancak yaşamakla anlaşılabilecek bir tutkudur.
Kahve, seyahat, fotoğraf ve kitap başta olmak üzere bu saydıklarım benim de tutkularım… Bununla birlikte keçi sevgisini ve dağlarda dolaşmayı ayrı bir yere koyarım hep... Köroğlu Dağları’nın yamaçlarında büyüyen bir çocuk olarak dağlarda dolaşmanın verdiği hazzı diğerlerinin hiçbirine değişmem. Eğitim hayatım büyük şehirlerde geçse de hayat şartları bizi metropollerde yaşamaya mahkûm etse de bu tutkum hiç değişmedi. Aksine daha büyük bir zevke dönüştü, gittiğim şehirlerin veya ülkelerin meşhur dağlarında dolaşmak en büyük zevkim oldu. Romanya’da Babadağ, Arnavutluk / Kruje’deki Sarı Saltık Tepesi aklıma gelenlerden sadece ikisi...

Dursun Çiçek’in dağları
Dağlarda dolaşmak kafa dengi bir dost yanınızda olduğu zaman bir başka güzel, yalnız olduğunuzda bir başka… Dağlara dair hislerimi bütün dağ tutkunlarının paylaştığına şüphem yok. En azından muhterem Dursun Çiçek Beyefendi ile dağlara dair tutkularımızın örtüştüğünü gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Çünkü kendisinin geçtiğimiz ay Muhit Kitap’ın Deneme serisi içerisinde yayınlanan, Benim Dağlarım ismini taşıyan kitabını okuduğumda aynı duyguları hissettiğimizi açık bir şekilde görmüş oldum. Bununla birlikte, kitabı okuyanların da rahatlıkla göreceği üzere, Dursun Bey’in dağ tutkusunun ve dağlara dair tecrübelerinin, kendilerinin dağcı olduğunu iddia eden pek çok insandan ileri seviyede ve benim gibi amatör dağ meraklısının hayalinin epeyce ilerisinde olduğunu da itiraf etmeliyim. Dursun Çiçek, “Dağ bende bir fikir, bir türkü, bir şiir, bir ağıt ve bir dua” sözleriyle ifade ediyor dağlara olan tutkusunu... Ona göre, dağları tanımak, insanı tanımak anlamına geliyor. Bu sözünün kaynağı ise, “İnsanı bilmeyen dağları, dağları bilmeyen insanı bilemez” diyerek ona ilk dağ sevgisini aşılayan dedesi…
Tam anlamıyla bir Erciyes tutkunu olan Dursun Çiçek, Benim Dağlarım’da gezdiği, hissettiği, havasını soluduğu, ayazını yediği, güneşinde yandığı, fotoğraflarını çektiği dağları anlatıyor. Adeta o dağların diliyle konuşuyor. Kitabın satırlarında ilerledikçe, rahmetli dedemin asker arkadaşı oluşunu büyük bir övünçle anlattığı, değerli Halk Müziği sanatçımız Mehmet Erenler’in “Ali Dağı Dağların Hası, Çekmiş Kucağına Koca Talas’ı” türküsü dilime dolanıyor. Yazdığı satırlar sadece dağ tutkusunu değil Kayseri sevdasını da haykırıyor. Bununla birlikte Dursun Çiçek’in dağları Erciyes ile sınırlı değil elbette. Kitabı elinize aldığınızda onunla birlikte siz de yola koyulup, patika yollardan geçerek yaylalara çıkabilir, kır çiçekleri koklayabilir, gelinciklerle süslü tarlaların kenarından ilerleyip kekik kokulu dağ yamaçlarına tırmanabilir, Aladağ’larda gün doğuşuna, Toroslar’da gün batışına, Nemrut’un ayazına, Hasan Dağı’ndaki yörük çobanının ıslığına, Köroğlu Dağları’ndaki bir uçurumdan çağlayana şelalenin sonsuzluk şarkısına eşlik edebilirsiniz.

Peygamberler ve veliler yurdu
Dağlar, haklarında anlatılan hikâyelerle daha da büyürler. Bizim köyün hemen karşısındaki Erenler Tepesi’nde yer alan yüce çam ağaçlarının altında yatan evliyaların köyümüzü her türlü musibetlerden, kazalardan ve belalardan muhafaza ettiğini söylerdi rahmetli babaannem. Belli ki kadim zamanlardan beri dağlara yüklenen kutsallık onun köyümüzün koca çınarlarının zihinlerinde yer etmişti. Aslında babaannemin sahip olduğu bu düşünce Anadolu’nun farklı bölgelerinde hatta dünyanın pek çok yerinde yer alan bir olgunun bir Kınık köyündeki yansımasından başka bir şey değildi. Dünya üzerinde pek çok bölgede kadim zamanlardan beri dağlara hem kutsallık hem de pek çok anlam yüklendiğini hemen herkes bir vesileyle hatırlayacaktır. Dursun Çiçek’in de kitabında belirttiği gibi dağlar, sabrın, bekleyişin, teslimiyetin, arınmanın, mutluluğun, bilgeliğin, toplumun verdiği sıkıntı ve kederden kurtulmak isteyenlerin, peygamberlerin, velilerin, delilerin, dervişlerin, âşıkların, maşukların, dertlilerin, güçsüzlerin, kendini bilmek isteyenlerin sığınağı, anahtarı yahut ifadesidir. Çoğu peygamberin hayatında önemli yeri vardır dağların. Yüce Yaratıcı emaneti ilk önce dağa teklif etmiş. Nuh Peygamber’in kavmi Cudi Dağı’nda yeniden hayat bulmuş. Hz. Peygamber Nur Dağı’ndaki Hira Mağarası’nda Hakikat’a vâsıl olmuş. Musa Peygamber Tûr Dağı’nda Rabbü’l-Âlemin ile kelâma durmuş. Dağlar tarih boyunca ermişler ve evliyalar yurdu olmuş. Sarı Saltık hem Arnavutluk hem de Romanya’daki tekkelerini dağların tepesine kurmuş, büyük İslam velîsi Seyyid Hârun Küpe Dağı’nın eteğinde Seydişehir’e hayat vermiş, Abdal Musa Torosların zirvesinde çerağını uyandırmış. Bursa’nın sembolü Uludağ (Keşiş Dağı) yüceliğini burada kurulan manastırlarda ve tekkelerde yaşayan azizlerden ve dervişlerden almış. Sözlerimize yine Dursun Bey’in cümleleriyle son verelim: “Dağ arındırır, saflaştırır, berraklaştırır. Arı ve saf olanı berrak olanı ise muhafaza eder”. Kendimizi bulmak, bilmek, modern dünyanın keşmekeşinden bir lahza olsun kurtulmak için dağlara tekrar yüzümüzü dönelim. Dağ hayattır, nefestir, mutluluktur.
Dağlıcakla kalın!

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.