Thomas Bernhard novellası, sert tek espresso gibi. Amras ve Watten’i okuduktan sonra koyu, şekersiz, rehavetsiz bir lezzet kaldı damağımda. Bu lezzet bana, edebiyatı da, Thomas Bernhard’ı da yanlış anladığım bir yaz ayını hatırlatıyor.
Café Sacher’de, bir yandan Bernhard okurken bir yandan da Viyana’ya Almanca öğrenmeye gelmiş turist edebiyat öğrencisinin kendini beğenmişliğiyle kendi kendime, “Thomas Bernhard, Viyana kahvelerindeki kendini beğenmiş edebi ortamı hiç sevmezmiş,” diyorum.
Ana öğünlerimi Mensa’da geçiştirip, her gün Sacher’de oturacak parayı kendime mutlaka ayırıyorum. Okuduğum kitap, Bernhard’ın otobiyografik anlatısı Wittgenstein’in Yeğeni: Bir Dostluk. Almancam orijinaline yetmiyor, İngilizceden okuyorum. Viyana’ya Almanca öğrenmeye gelmiş turist edebiyat öğrencisi kendini beğenmişliğiyle, okurken görünmek istediğim kitap bu. Kendimi içine oturttuğum bu Kodak fotoğrafını, laktoz alerjime rağmen sipariş ettiğim sütlü Mélange kahve tamamlıyor. Her şey kusursuz. Her şeyi yanlış anlıyorum. Kendimden uzaklaşmak için Viyana’dayım, kendim için bir "kayıp aranıyor" fotoğrafı vererek varoluşumu ilan ediyorum güya. Üstelik Bernhard ve Wittgenstein adlarını kullanarak! Olur da arayan bir göz o esnada Sacher’e bakmıştır diye. Belki beni bulur da, bana teslim eder. Estetik ve kusursuz bir fotoğraf karakteri olmak uğruna. Oysa o yaz, edebiyatla sıfatsız bir ilişki kurmayı bilseydim, Thomas Bernhard’ın romanlarında defalarca yeni baştan kurduğu cümleler ve hastalıklı roman karakterleri ile 'kusursuz' olanın var olmadığını ispatladığını fark edebilirdim.
Yapı Kredi Yayınları, Bernhard’ın iki erken dönem novellası Amras ve Watten’i "anlatı" olarak kitaplaştırmış. Amras ve Watten, biçem ve tema açısından Bernhard külliyatından ayrı düşmüyor hatta sonraki romanlarda karşımıza çıkacak imge ve sahnelerin ilk temellerini içinde barındırıyor. Özellikle Düzelti’yi okumuş olanlar, bu iki novellada tanıdık temalar bulacaklar.
Amras’ta, hep birlikte intihar etmeye karar veren bir aileden bahsediliyor. Anne ve babanın ölümüyle sonuçlanan bu karardan sonra hayatta kalan iki erkek kardeş, bu korkunç travma ile başa çıkabilsinler diye dayıları tarafından Amras kasabasındaki bir kuleye kapatılıyorlar. Kardeşlerden biri kendini öldürene kadar.
Watten ise adını dört kişilik bir kart oyunundan alıyor. Anlatıda watten oynayan kasabalılardan biri intihar ettiği için artık oyuna katılmayı reddeden bir doktor ve onu yeniden oynamaya ikna etmeye çalışan bir kamyoncunun hikayesi anlatılıyor. Kusursuz bütünlük hep eksilmeyle tehdit altındadır. Ebeveyn eksilir, kardeş eksilir, oyun arkadaşı eksilir, para ve statü eksilir. Ne kule, ne watten kartları koruma sağlar. Amras-Watten’de yaşam, geride kalanlar için ölmeden önce duraklanan bir bekleme odasına dönüşür. Amras’ta anlatıcının kardeşini defalarca doktora götürmesi, Watten’de kamyoncunun doktoru defalarca kart oyununa davet etmesi nafiledir. Thomas Bernhard’ın, Camus ve Beckett etkisiyle dolu dünyasına hoşgeldiniz: “…Durmaksızın şu soruyu soruyorduk: neden hala yaşamamız lazımdı...” (Amras) “…Uyanırken genelde düşünürüm: neden yaşıyorum…” (Watten)
Kule ve kart oyunu watten, insan yaşam ilişkisini anlatmak için çok iyi metaforlar. Yaşanan travmatik bir olay, kulemize çekilmemize neden olur. Kulede kendimizi insanlardan soyutladıkça, şifa bulmak yerine acının daha derinlerinde, zihnin daha karanlık köşelerinde hapsoluruz. Dışarıda ise bir ses bizi yarım bıraktığımız oyuna geri dönmemiz için çağırır. Oysa oyuncuların hepsi yalancıdır.
Amras-Watten’de karakterler arası ilişkiler, mekanla o kadar ilintili ve sınırlı ki, okurda adeta bir tiyatro eseri okuyormuş hissi doğuruyor. Aslında bu anlatım tarzı, yazarın bir karakterden çok 'zihin ve akıl' diyebileceğim varlıklar kurgulamasıyla oluşuyor. Bütün külliyata yayılmış bu ortak 'zihin ve akıl', varoluşun anlamsızlığı konusunda manik bir saplantı içinde, insanlara karanlık bir güvensizlikle yaklaşıyor, sırf hayatta olmanın acısını taşıyor. Yine bütün eserlerdeki ortak olumsuzluk ve karamsarlık retoriği, hem Bernhard okuru hem de Bernard karakterleri için, bir tür acıya dayanıklılık odaklı, büyüme ve hayatta kalma ritüeli.
Watten’de, “Tüm hastalıklardan tek bir felsefe yapmakla meşgulüm,” diyen doktor, tipik bir Bernhard karakteri. Yazar yaşamı boyunca hastalıklarla boğuşmuş. Hastalık olgusu bazen otobiyografik bir ayrıntı olarak, bazen bir metafor, bazen tiksinmeyle ihtiyaç duyma arası bir insan ilişkisinin nedeni olarak karşımıza çıkıyor Bernhard edebiyatında. Yaşamın, intihardan önceki bekleme odasında geçen bölümüne bir giriş kapısı aynı zamanda hastalık. Bu olgu “sağlıklı” okur için, metin karanlığa büründükçe bir yabancılaşma etkisine dönüşebiliyor.
Bernhard ve mizah
Bu kadar çok laf ettikten sonra Thomas Bernhard’ı tamamen anladığımı iddia edemem hâlâ. Yazarı, İngilizceye çevrilmiş romanları ile kült seviyesine koyan Batı edebiyat eleştirisinde, yazarla yapılmış söyleşilerde, hatta zekasını çok sevdiğim Geoff Dyer’ın yazılarında bile, Thomas Bernhard’ın mizah duygusundan söz ediliyor. Ben Bernhard’da ironik bir hüzün, hastalıklı bir sevgi, belki ölmeden önceki son acıklı kahkahayı bulsam da, o bahsedilen mizah duygusunu hissedemiyorum. Bernhard’ın materyalistik ve statü kaygılı insanları eleştirişinde, entelektüel sancılarında, devlet eliyle kültürün yönetilmesine karşı duyduğu öfkede rahatlatıcı bir espri molası yok bence. Ama bu, yani gülememek, benim kendimi beğenmişliğimdir, Bernhard’ın mizah eksikliği değil.
O yaz, Viyana’dan ayrılmadan önce, Wittgenstein’ın Yeğeni kitabını, içinde “Café Sacher’de okunmasını” öneren bir notla birlikte kaldığım öğrenci yurdundaki masanın çekmecesine bıraktım. Şimdi Viyana’ya gitsem bir kahve siparişi verecek kadar bile Almanca bilmiyorum. Bernhard’da mizah bulanlar buna da gülecektir şimdi.
merhaba,
amras'ın türkçe'ye kazandırılmış olmasına sevindim. bernhard'ın başka bir romanında (yok etme) karakterlerden biri diğerine bir okuma listesi salık verir, bu listede thomas bernhard isimli bir yazarın amras başlıklı bir kitabı da vardır. :) ben bu kitabın (baskısına kitabevlerinde rastlamadığımdan) hâyâl ürünü bir eser olduğunu sanmıştım. şimdi düşünüyorum da, bu kitap belki de yazarın kendine layık gördüğü okuruna tavsiye etmek istediği kitabıdır. (okuru kendine layık görmek ne kadar da bernhardça!)
mizah'a gelince, bernhard'la yapılan bir söyleşide bernhard ısrarla, sadece aklından geçeni yazdığını, asla mizah yapmaya çalışmadığını ifade etmişti diye hatırlıyorum. bu bana garip gelmiştir, çünkü bence özellikle "odun kesmek" ve "yok etme" başlıklı eserlerinde, anlatımdaki tekrarlarda ve anlatının sonunu bağlayışında kara mizah açıktır, okuru hemen ele geçirir. bu okurun o anki algısıyla ilgili elbette, "ben mizah yapmak için yazmıyorum," cümlesi bile kimi okur için dürüstlükten ziyade ironi ifade ediyor bile olabilir.
Yeni yorum gönder