“Ne zaman bir öykü anlatılsa gece olur. Nerede oturulursa oturulsun, zaman ve mevsim ne olursa olsun, masal anlatmak saçaklardan sessizce yıldızlı bir gökyüzünün ve beyaz bir ayın çıkıp süzülmesine ve dinleyenlerin kafalarının üstünde asılı durmasına neden olur. Kimi zaman masalın sonuna doğru oda şafakla dolar, kimi zaman arkada bir yıldız parçası kalır, kimi zaman da fırtınalı bir gökyüzünden bir paçavra parçası. Ve arkada kalan her ne olursa olsun, bu şey çalışmak için, ruh-yapımında kullanmak için bir armağandır.” Çalışmak, iyileşmek ve mutlu olmak için; bir armağan olarak, bir ilaç olarak öykü... Televizyonda, sinemada ve hatta edebiyatta örneklerini bolca gördüğümüz eğlendirici ya da yaşamın çürüyüşünü gözler önüne seren öykülerin dışında kalan öykü: Tarihin ve eğitimsiz bilgeliğin dudaklarından dökülmüş, var olabilmek için bir hayatın baştan sona geçmesini bekleyen, anlatılmak için izin istenen ve okurlarında/dinleyicilerinde iyileştirici etkileri olan...
Clarissa P. Estés, nam-ı diğer kurtlar koşan kadın ve kurtlarla koşmayı öğreten... 25 yılını verdiği baş döndürücü çalışması Kurtlarla Koşan Kadınlar ile işte bu türden öyküler aracılığıyla insanın vahşi doğasına derin psikanalitik kazılar yapıyor. Amacı, bütünsel içgüdüsel doğayı hastalıklı halinden kurtarmaya ve onun doğal dünyayla ruh-dolu ve temel psişik bağlarını göstermeye çalışmak. İnsanlığın özellikle 19. yüzyılda gittikçe belirginleşmeye başlayan doğadan kopuşuna, bu durumun kapitalist düzende daha da keskinleşen yüzüne karşı savaşmak için içimizdeki vahşi insanı çağırmamız gerektiğini söylüyor öncelikle Estés.
İçimizdeki vahşiyi çağırmadan, onu serbest bırakıp onunla yüzleşmeden gerçek yaratıcılığa, güce ve şifaya kavuşmamız imkansız. Ancak vahşi insanla yüzleşebilmek için elimizden alınan iki önemli araç var: Doğa ve masallar. Estes’e göre masallar, özellikle kadınlara cinsellik, sevgi, para, evlilik, doğurma, ölüm ve dönüşüm üzerine dersler veren mucizevi hazineler. Ve ne yazık ki eski kadınların gizlerini açıklayan peri masallarının ve mitlerin üzeri zaman içinde ustalıkla örtülmüş, masallar deformasyona uğrayarak yitirilmiş. Yaşlı şifacılar kötü cadılara, hayaletler meleklere dönüşmüş; masallardaki cinsel öğeler atılmış, yardımcı hayvanlar ve yaratıklar ifritlerle, cinlerle yer değiştirmiş... Ancak Estes, kulağa imkansız gelen hatta biraz da Donkişotvari bir tavırla işe öncelikle bugüne ulaşan öykülerin özünü derlemeye çalışarak başlamış; sonrasında da bu öyküler üzerinde psikanalitik çalışmalar yapmış.
Mavisakal, İskelet Kadın, Elsiz Kız, Kırmızı Ayakkabılar, Çirkin Ördek Yavrusu, Bilge Vasalisa, Kelebek Kadın, Üç Altın Saç, Kibritçi Kız ve daha pek çok masal Kurtlarla Koşan Kadınlar’da yeniden hayat buluyor, öz anlamlarına göre açıklanıyor. Estés, bir yandan bireyin erginleşme süreçlerini, ‘diriliş, erginlenmenin başlangıcı, ötekiyle birleşme, tuzakları tanıma, kendine dönüş, kutsal cinselliğin ele geçirilmesi’ gibi başlıklar altında izlerken bir yandan da bu masalları, mitleri, arketipleri incelemeye tabi tutuyor. Masal tadında terapiler bunlar! Ve doğayla bağını koparmamış, seçimlerini yaparken duygularıyla sezgilerine başvurmaktan korkmayan vahşi kadın arketipine ulaşmak için dinlememiz gereken vahşi masallar!
Hepimizin o çok iyi bildiği Çirkin Ördek Yavrusu masalından psikolojik ve tinsel bir kök öykü çıkarıyor mesela yazar. Ve Çirkin Ördek Yavrusu onun nazarında, vahşi doğaya uyum sağlayabilmek için kendi vahşi güzelliğimizi kabullenmemiz gerektiğine, hatırlamanın ve ne olursa olsun devam etmenin gerekliliğine dair bir öyküye dönüşüyor. Mavisakal masalı ise kadınlara onları sezgisel doğalarından koparan dış etkenlerle baş etmenin yollarını aktaran bir anahtar oluveriyor. Çoğunluğun aşırı duygusal ve aptalca hüzünlerden güç alan öykülerden biri olarak kabul ettiği Kibritçi Kız da, uyuşturulmuş psişenin iyi bir ifadesine ve fanteziye duyulan bağlılığı iyileştirmeye yönelik bir öykü olarak can buluyor Estés’in kaleminde.
Bağımlılıklardan uzak durmak-kırmızı pabuçlara sahip çıkmak
‘Kırmızı Pabuçlar’ın yeri ise apayrı. Kendi elleriyle yaptığı kırmızı pabuçları sözde bir sıcak yuva arzusu yüzünden kaybeden ve bu yüzden büyülü kötücül kırmızı pabuçların peşine düşen küçük kızın öyküsü hüzünlüdür. Kırmızı pabuçlar için ayaklarını kaybetmeye ve ömrü boyunca başkalarının hizmetinde kalmaya mahkum olan kız çocuğunun masalı, kadının kendi tasarladığı hayatını ve tutkulu yaşama gücünü kaybetmesini, bundan böyle çok uysal, bastırılmış bir yaşam sürmesini temsil eder. “Masal, bir vahşi ruh kıtlığına düştüğümüzde kapılabileceğimiz tuzak ve zehirlere dikkatimizi çekmektedir. Vahşi doğayla sıkı bir işbirliği içinde olmayan kadın acıkır ve ‘kendini daha iyi hissetme’lerden, ‘beni yalnız bırak’lardan ve ‘lütfen beni sev’lerden oluşan bir saplantıya düşer(...) Sahip olduğumuz şeyleri elde tutmak, Vahşi Kadın’a geri dönen yolu bulmak için hangi hataların bir kadını böylesine tuzağa düşürdüğünü görmek gerekir. O zaman bu yolu izleyerek geri dönebilir ve onarabiliriz.”
Clarissa P. Estés, alanında tam bir fenomen. Öykü bulucusu, derleyicisi ve anlatıcısı, bir şair, araştırmacı ve psikanalist... Başyapıtı, “Kurtlarla Koşan Kadınlar”, kitapçı raflarında, şiir, kadın araştırmaları, kültürel araştırmalar, mitoloji ve din bölümlerinde aynı anda bulunuyor. Yola çıktığı nokta vahşi kadın arketipine dair mit ve öyküler olabilir, ama varış noktası kadınları ve erkekleri, tüm sosyal sınıfları birarada kapsayan son derece derinlikli bir kültürel-psikanalitik harita. Alarm veren doğa, alarm veren insan ruhu üzerine dikkat çekmekle, ruhlarımızı ısrarla ormana çağırmakla kalmıyor, bu sorunlara karşı son derece etkin, duyarlı ve en önemlisi de uygulanabilir çözüm önerileri sunuyor. Bireysel ve toplumsal dertlere karşı bir ilaç olarak öykü! Yüzeysel, eğlencelik, çürümeye ayna tutan değil, yer yer korkutucu, vahşi ve yüzü yaşama dönük bir tür olarak öykü... Sanırım üzerinde düşünmeye değer.
Estés’in o meşhur teyzelerinden birinin dediği gibi, bilmediğini bilmemek cehalettir ama bilmediğini bilmek ve bunu umursamamak kötülük demektir. Kurtlarla Koşan Kadınlar, kendisi hakkındaki bilmediklerinin farkında olan ve bu eksikliklerle yüzleşmekten çekinmeyenlerin başucu kitabı oldu, olmaya da devam edecek şüphesiz... Ve sadece bu haftanın değil, nice haftaların şahane bir kitabı...
"... türk edebiyatında kadın karakterler varmı" sorusuna cevap vermek istedim.. Hemen ilk aklıma gelen: Melih Cevdet Anday'ın 'Raziye' romanını okumalısın derim ;)
çokda önemli değil belki ama türk edebiyatında kadın karakterler varmı o olmak isteyebileceğim?
Yeni yorum gönder