Kurtadam edebiyatının mazisi zengin, özellikle de öykü türünde. Çağdaş kurtadam romanları ise, 1990’ların sonu ve 2000’lerin başından beri ne yazık ki vampir edebiyatıyla aynı kaderi paylaşıyor. Paranormal aşk romanları ile erotik şehir fantazyaları, vampir, kurtadam ve hatta zombi gibi canavarları iliğine kadar kuruttu! Sinema ve diziler aracılığıyla popüler kültüre sızan ve daha önce olmadığı kadar görünür olan, kitle kültürünün çarklarına dişlerini geçiren vampir ve kurtadamlar yavaş yavaş çekilince, bu sefer “postmodern” diyeceğimiz, daha edebi, daha sorgulayıcı kurgulara kaldı meydan. Köken olarak bir Amerikan yerlisi olan Stephen Graham Jones’un romanı Melezler de, işte bu postmodern metinler arasında öne çıkanlardan biri.
Melezler’de bazı bölümleri bir kurtadam olan anlatıcımızdan dinlerken, bazı bölümleri de üçüncü bir gözden görerek okuyoruz. Korkunç bir öykü değil okuduğumuz, ama korkunçlukla alakalı. Maceranın veya gerilimin oynaması gereken bir rolü yok bu romanda, çünkü S. G. Jones, daha çok bir kahramanın büyüme öyküsünü anlatmaya uğraşıyor ve bunu yaparken psikolojik unsurlarla daha çok ilgileniyor. Adrenalinimizi yükseltmeye değil, adrenali çoktan dolunaya kadar yükselmiş bir canavarın buhranlarını, cevap aradığı sorularını ortaya koymaya çalışıyor.
Roman bir kurtadam edebiyatı ürünü olarak kendi mitolojisini de inşa ediyor. Popüler kültürdeki, özellikle filmler aracılığıyla yerleştiği düşünülen yanlışlar düzeltiliyor, daha önce pek üstünde durulmamış detaylara ağırlık veriliyor. Kurtadamların sindirim sistemlerinden dönüşüm süreçlerine, avlanmalarından ısırıklarındaki nüanslara kadar eğiliyor Jones. İçeriden bilgi verirmiş gibi yapıyor roman ama anlatıcı yer yer değiştiği için metinle aramızdaki mesafe de bize gelgitler yaşatıyor.
Bu romandan birkaç sene önce yayımlanan ve bu sefer bir İngiliz yazarın, Glen Duncan’ın kaleminden çıkan Son Kurtadam da postmodern korku eserlerinden biriydi ve bu edebi gelenekte hâlâ anlatılacak hikayelerin ve kullanılacak üslupların olduğunu kanıtlıyordu. Son Kurtadam’daki kahramanımız bir anti-kahramandı. “Gerçekçi” olduğundan kaynaklanıyordu bu “anti”lik. “Kurtadamlar gerçek olsaydı bu romandaki gibi olurdu,” dememiz için belki de… Daha pis, daha ham, daha çiğ taraflarını gördüğümüz ve bunları dolaysız bir şekilde gördüğümüz için “romantik” olmadığı fikrine kapıldığımız bir kurtadam portresi çiziyordu Duncan. Jones’un kimlik bunalımlarıyla dolu büyüme öyküsünü anlattığı kahramanı ise öncelikle -roman geleneği bağlamında bakarsak- sıradan bir kahraman. Elbette bir kurtadam ailesine mensup olduğundan toplumun yabancısı, uygarlığın ötekisi gibi yaftaları yapıştıracağımız biri ama roman zaten bize bunun neden böyle olduğunu, fazlasıyla gerçekçi bir şekilde, daha doğrusu kendi gerçekliğini doğaüstü temellere dayandırarak gösteriyor, kısacası sıradanlaştırıyor. Böylece, Glen Duncan’ın romanındaki gibi gerçekçilikten romantikliğe doğru değil, tam aksi yöne gidiyoruz ve aslında romantize/idealize edilmeyen bir kurtadam karakterinin hikayesinde buluyoruz kendimizi.
Yine de Melezler’de şöyle romantik pasajlar çıkabiliyor karşımıza: “İnsanlar kurtadamların hayvan olduğunu söylerler ama bu yanlış. Çok daha kötüsüyüz. Biz pençeleri, dişleri iki gün boyunca dayanabilecek ciğerleri, koca ormanları aşabilecek bacakları olan insanlarız.” Kurtadamın insani ve hayvani yanını teraziye koyan, gotik edebiyatın köklerindeki müphemliği, korku edebiyatının kanına giren akımlardan biri olan romantik edebiyatın aslında ne kadar önemli bir yapıtaşı olduğunu gösteren bu yaklaşım, bize korku edebiyatının gerçeklik ve romantiklik damarlarının nasıl yakınlaşıp uzaklaştığını da gösteriyor.
Hangisinin yadırgatma kuvvetinin daha baskın olduğu tartışmaya açık. Glen Duncan’ın fazlasıyla dışa dönük, serseri, şımarık, küstah, küfürbaz, bir roman kahramanı kadar ideal kurtadamının mı; yoksa S. G. Jones’un ezik, kaçak, kendi dünyasında kurtadam olmanın dertleriyle uğraşan, fazlasıyla içe dönük ve roman boyunca ne kadar deneyimleyip deneyimlemediğinden emin olmadığımız, yani idealize ettiği bir kurtadamlığı tarif eden, bir gerçek hayat karakteri kadar romantik kurtadamının mı?
Melezler, bir kurtadamın büyüme öyküsü olmasının yanında -ki “dönüşüm” kadar büyümeye uygun başka bir edebi tema var mıdır?- aynı zamanda kaçmaya, uzaklaşmaya mahkum bir ailenin -ama aile de olmayı başaramayan bir ailenin- yolculuk öyküsünü de anlatıyor. “Dikiz aynasında ölüm” olan bu yolculukta, her kaçışta, her arada kalışta, her yeni “ev” arayışında bize geriye, nereden gelip nereye gittiğimizi, kim olduğumuzu sorgulamamıza neden olan hikayeler kalıyor. Romanda dedikleri gibi, “kurtadam hikayelerinin her zaman bir sebebi vardır.” Bu hikayelerin kimi “kurtadamlar gerçek olsaydı…” dedirtir, kimi de “kurtadamlar gerçek olmasaydı…”
Ödüllerden ödül beğen
Her devir kendi yazarlarını yaratır. Belli yazarların özellikle bazı dönemlerde popülariteye kavuşması, beklenenden daha fazla değer görmesi, hatta ilgili ödüllerde boy gösterip bunların da pek çoğunu kazanması kaçınılmazdır. Bu durumun iki temel sebebi var tabii: İlki, ortaya çıkan ürünlerin geçekten çok iyi olması, yurt dışındakilerin deyimiyle “anında klasik” hale gelmesi, türe yeni bir şeyler sunması, onu etkilemesi ve değiştirmesi sayılabilir. İkincisi ise eserlerin iyi olmaması, haliyle kalburüstü eserlerin başyapıt muamelesi görmesi, çölde bir vahaymışçasına ne kadar önemli olduklarına dair methiyeler düzülmesi.
Bundan yaklaşık 30 sene önce Mars Üçlemesi’yle Kim Stanley Robinson, bilimkurguda böyle etki yapmış ve serinin üç kitabı da önemli ödüller alarak döneme damgasını vurmuştu. Aradan geçen sene bu ödülleri meşru kıldı ve şu an dahi Robinson’ın bu eserlerinin ne kadar önemli olduğunun farkındayız. Yaklaşık aynı dönemde Orson Scott Card da Ender serisiyle benzer bir başarıya ulaşmış ve son zamanların en büyük bilimkurgu destanını yaratmıştı. Hâlâ da bu sagayı büyütmeye devam ediyor.
Bundan birkaç sene önce, Ann Leckie, çok daha görkemli bir biçimde Radch İmparatorluğu serisinin ilk kitabı Adalet’le tür için en önemli beş ödülü almakla kalmayıp serinin devam kitapları ile de hatırı sayılır bir başarı elde etmişti. Bu ödüller çok yakın bir zamanda verildiğinden ve Leckie’nin şöhretinin bir anda parlamasından dolayı özellikle okurlar ikiye bölünmüş durumda. Bu eserlerin gerçekten çok iyi olduğu için mi, yoksa kendi sıkletinde bir rakip bulamadığından mı bu ödülleri kazandığı halen daha tartışılıyor.
Bu anlamda son fenomen, N. K. Jemisin. Daha önce Miras üçlemesiyle karşımıza çıkan yazar, yeni serisi Kırık Diyar ile adeta bir ödül canavarı yarattı. Adalet kadar aday olduğu her ödülü kazanamasa da, her kitabı bir şekilde önemli ödüllerden en az birini almayı başardı. Serinin ilk iki kitabı Hugo Ödülü’ne kavuşmuşken, üçüncü kitap Stone Sky henüz senenin ortasında hem Nebula hem de Locus’u alarak büyük bir başarıya ulaştı. Eserin Hugo’ya da aday olduğunu belirtmekte fayda var.
Bu sene için kısa roman dalında aynı başarıyı yakalayan bir isme de dikkat çekmek gerekiyor: Martha Wells. Wells’in bilimkurgu serisi The Murderbot Diaries’in ilk kitabı All Systems Red hem Locus hem de Nebula alarak Jemisin’le birlikte ödüllere damga vurdu. Asimov, Banks ve Adams üçlüsünün izlerini takip eden seri, devam kitaplarıyla da benzeri bir başarıyı gösterecek gibi duruyor.
Son yılları, en azından ödüller anlamında, böylesine etkileyen üç yazarın da kadın olması bir tesadüf değil. Erkek egemen bir sektörün daha erkek egemen bir alt kolunda yavaş yavaş gerçekleşen değişim, sonucun bu noktaya varacağını gösteriyordu. Umuyoruz ki bu değişim ivmesi aynı doğrultuda devam eder.
Kısa kısa...
- Son zamanların en büyük fenomenlerinden Stranger Things, franchise olarak büyümeye devam ediyor. Kısa bir süre önce yapılan açıklamayla Stranger Things evrenine hem kurgu hem de kurgu dışı eserlerle yeni eklemeler yapılacağı açıklandı. İlk iki sezonu kapsayacak bir sahne arkası kitabının yanı sıra üç tane de roman okurlarla buluşacakmış. Üçüncü eserin konusu henüz bilinmezken ilk eser Eleven’ın annesi ve onun deney süreci üzerine, ikinci kitap ise Komiser Jim Hopper’ın geçmişini ele alacak.
- Bilgisayar ve konsol oyuncuları için en önemli etkinliklerden biri olan E3 gerçekleşti ve 2018’in sonbaharında piyasaya çıkacak oyunların yanı sıra bizi önümüzdeki yıllarda bekleyen ve bir kısmı kült olmaya aday oyunlar da açıklandı. Last of Us II, Cyberpunk 2077, Doom Eternal, Spiderman ve Fallout 76 gibi çok beklenen oyunların bazıları için kesin tarihler verilirken bazıları da yaklaşık tarihlerle müjdelendi.
- Dizi piyasası bu kadar çeşitli ve yoğunken gözden kaçırılan, kâr etmediği için iptal edilen dizilerin olması da kaçınılmaz. Ancak son dönemlerin en iyi bilimkurgu dizilerinden biri olan Expanse ile, şehir fantazyasını mizahi bir dille ekranlara taşıyan Lucifer’ın iptal edilecek olması pek çok hayranı üzdü. Neyse ki Expanse’i Amazon, Lucifer’ı da Netflix kurtardı ve yeni sezonlar için çalışmalara başlandı.
Spekülatif Kurgu ilk 11’i
Hazır Dünya Kupası gündemdeyken, BaşkaDünyalardan bir kadroyu hazırlamamak olmazdı. İşte altın 11 ve Mary Shelley ile Poe önderliğindeki ekip!
Kaleci – H. P. Lovecraft (Ahtapot gibi olduğu söylenir.)
Stoperler – Jules Verne ve H. G. Wells (Arz’ın merkezinden Ay’a kadar, görünmez bir duvar.)
Sol bek – Douglas Adams (Yerinde duramayan, gerçek bir pırpır.)
Sağ bek – George R. R. Martin (Hem savunmada hem de hücumda ölümcül.)
Orta saha – Isaac Asimov, Robert A. Heinlein, Arthur C. Clarke (Hem yerden hem havadan eşsiz bir üçlü. Roket gibiler. Şimdi Barcelona orta sahası düşünsün.)
Sol açık – Ursula K. Le Guin (Sol kanat ondan sorulur.)
Sağ açık – J. R. R. Tolkien (Hücumun efendisi.)
Forvet – Stephen King (Sahaların en üretkeni. Adı zaten King.)
Teknik Direktör – Mary Shelley
Yardımcısı – Edgar Allan Poe
Görseller: Akif Kaynar
Yeni yorum gönder