“Annemin ölümü beni en vahşi halim olan kişiliğimle tanıştırdı. Beni ihtiyacım olan bir şeyden mahrum bıraktı. Annem hayatımın köküydü. Sonra birden yok oldu.” Cheryl Strayed, Yaban adlı biyografik eserinde anlattığı 1800 kilometrelik yabani yolculuğuna atılmadan önceki halini, bu şekilde dile getiriyordu. Annesiyle derin, oldukça yakın bir ilişkisi vardı. Ancak annesine kanser teşhisi konulduktan sonra Strayed, ani bir çöküş yaşadı. O zaman 26 yaşında olan Strayed kısa süre içinde okulu bıraktı, eşini defalarca aldatarak evliliklerinin yıkımına sebep oldu ve hatta bir noktada uyuşturucu kullanmaya başladı. Strayed kelimenin tam anlamıyla en yabani, en vahşi, hatta belki en ilkel haline dönmüş ve kendi içinde kaybolmuştu.
Bir gece, aracının bozulması üzerine, kendini kamp malzemeleri satan bir dükkanda buldu. Bu dükkanda Kaliforniya çöllerinden başlayıp, Sierra Nevada’nın tepelerinden ve Oregon’un sık ormanlarından geçip Washington eyaletindeki Tanrılar Köprüsü’nde sona eren 1800 kilometrelik bir yürüyüş yolu hakkındaki bir kitapla karşılaştı. Kaybolmuşluğundan kurtulmak isteyen Strayed bu yolculuğa çıkması gerektiğine karar verdi, hem de daha önce hiç doğa yürüyüşü ve kamp deneyimi olmamasına rağmen. Yine de altı ay sonra yola koyulmuştu bile...
Yaban’ı sıradan bir yolculuk kitabı olarak tanımlamak imkansız. Bu daha ziyade, Strayed’in de ifade ettiği gibi, “ilkel bir yeniden doğuş hikayesi.” Bir kadının hayatını tekrar kurmaya çalışmasının ve kendini bulmaya çalışmasının hikayesi. Strayed, yabana atıldığında, içinde ihtiyaç duyacağı kamp malzemelerinin olacağı gerçekten de çok ağır bir sırt çantası taşıyordu. O anda fark etmese de bu çantanın fiziksel yüküne ihtiyaç duyuyordu aslında; çünkü bu yük, hayatının omuzlarına binen yükünün fiziksel bir temsiliydi. Annesi için tuttuğu yas, bıraktığı okulu sebebiyle devlete olan borcu, yıkılan evliliği… Strayed bu yüklerin altında boğulmaktaydı ve boğulmak yerine yükünü sırtlanması, kendini ileri taşıması gerektiğini anlamak için bunu fiziksel olarak yapabileceğini kendi kendine kanıtlaması gerekiyordu. Bu “deli” yolculuğa atılmasının sebeplerinden biri buydu.
Ancak Strayed’in çılgın yolculuğunun ardında başka sebepler de vardı. Kendisinin en ilkel ve vahşi haliyle tanışan, kaybolan birinin kendini tekrar bulabilmek için bilinmeyene atılması ve yabanla gerçekten tanışması gerekiyordu belki de.
Strayed’e bu yolculuğa çıkarken korkup korkmadığı defalarca sorulmuş olmalı. Bunun cevabıysa çok basit: elbette ki korkuyordu. “Hayatta en korkutucu olan şeylerden biri, yapmak istediğimizi bildiğimiz şeyleri yapmaktır,” dedi Strayed bu korkuyu açıklamaya çalışırken. Bu durumda söz konusu korkumuzu yenmenin tek bir yolu olabilir. O da korkuyor olduğumuzu kabullenmek, onunla yüzleşmek ve ona rağmen yolumuza devam etmek.
Strayed’in yolculuğunu tamamladıktan sonra yaşadıklarını Yaban adlı kitapta toplamasının ve kitabın daha sonradan Reese Witherspoon’un başrolünü üstlendiği bir filme çevrilmesine izin vermesinin sebebi de bu mesajı paylaşabildiği kadar insanla paylaşmak istemesiydi. Kitabın bunca dile çevrilmesinin ve beğenilmesinin, filmin bu kadar sevilmesinin sebebi de bu mesajın insanları derinden etkilemesiydi.
“Yaban” dediğimizde aklımıza ilk gelen şey sık ağaçlı ormanlar, geniş ovalar ve karlı dağlar olabilir. Ancak bazen yaban, içimizde yaşayan, en kalabalık ve en yoğun şehirlerin ortasında köklenen bir şey. Bizi korkutan, bazen kendimize yabancılaştıran, hatta ilkelleştirebilen bir şey. Böyle durumlarda yapabileceğimiz iki şey var; ya kendi yabanımıza, ilkelliğimize ve korkumuza yenilmek ya da tüm bunlara rağmen bilinmeyene atılmak ve kendimizle yüzleşmek.
Yeni yorum gönder