Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Fantastik Edebiyat: Kara deliğin içinde; küçük, oyuncu ışık toplarının peşinde...




Toplam oy: 1974

Fantastik edebiyata duyduğu ilgiyle Tzvetan Todorov’un “Fantastik” kitabını eline alanlar, kısa süre içinde ciddi bir hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Çünkü Todorov, yapısalcı bir yaklaşımla bu edebi türü incelerken, her şeyden öte onun alegorik ve şiirsel okumaya kapalı olduğunu belirler.  Ve türü ortaya koyan ilk eserleri ele alır: Maupassant’ın, Henry James’in, Hoffmann’ın öyküleri, Balzac, Nerval gibi yazarların bu türe giren romanlarıdır bunlar ve günümüzün fantastik anlatılarıyla hiç ilgileri yoktur.  Çalışmanın nihayetinde ise fantastik edebiyatın Kafka’yla birlikte bittiğini belirtir Todorov. Çünkü, fantastik anlatılar doğal bir olaydan yola çıkarak doğaüstüne varırken, Kafka (Dönüşüm’ü masaya yatırarak)doğaüstü bir olaydan yola çıkarak anlatı boyunca bu doğaüstü hali doğallaştırmıştır. Yani “türün sorunlaştırdığı karşıtlığı Kafka askıya almış” ve fantastiğe son vermiştir.

Oysa ki malumunuz, fantastik için her şey daha yeni başlıyordur. J.R.R. Tolkien Yüzüklerin Efendisi’nde görkemle ve onun ardından Ursula K. LeGuin Yerdeniz Beşlemesi’nde zarafetle giriş yaparlar fantastik edebiyatın tam içine. Üstelik alegorik (her ne kadar Tolkien bunu reddetse de) ve şiirsel okumanın kapılarını açarlar türe. Yanlarında birisi daha var dır: Mervyn Peake. Bu eksantrik yazar, Gormenghast Üçlemesi’yle fantezi edebiyata onun en lirik-satirik ürününü armağan eder. Fantastik kurgu ile bilimkurgu arasındaki sınırlar bellidir belli olmasına ama fantezinin tarihine göz atarken Frank Herbert’ın Dune serisi ile Asimov’un Vakıf serisi de içimizden geçer ister istemez. Özellikle Dune serisinde fantastik kurgunun izleri çok belirgindir. C.S. Lewis her ne kadar masal türüne daha çok yaklaşsa da “Narnia Günlükleri”yle,  Anne McCafreyy ise Pern serisi ile türün temelini atanlar arasında yer alırlar. 80’li yıllara geldiğimizde fantastik edebiyata Tery Prancet adının ve Disk Dünya kitaplarının damgasını vurduğunu görürüz. Son yıllarda ise Fantastik edebiyat okurlarının gönlündeki isim kuşkusuz Robert Jordan olur. Zira kendisi dünya üzerindeki en uzun fantastik seriye imzasını atmıştır: Zaman Çarkı.

Fantastik, ama niçin?
Todorov’un yanılgıları ile yapısal çözümlemelerini bir yana bırakırsak, düşünürün fantastiğe dair belli bazı yargılarının günümüz anlatılarını da kapsayabildiğini görürüz. Ona göre fantastik, yazarın ve edebiyatın bir anlamda elini kolunu bağlayan iki tür sansür biçimini aşmıştır: Yazarın gerçekçi bir dille aşmayı başaramayacağı bazı izlekler doğaüstü anlatı yoluyla aşılır: ensest, eşcinsellik, çoklu birleşme, ölüsevicilik, vampirizm ve aşırı şehvet gibi toplumsal olarak sansürlenmiş sen izlekleridir bunlar. Diğer bir sansür biçimi ise yazarın kendi kendine uyguladığı sansür biçimidir; yani ben izlekleri. Her türlü taşkınlık biçimi, şeytanın, karanlık tarafın hesabına yazıldığı sürece dile getirilebilir olur. “Doğaüstünün işlevi, yasanın kıskacından kurtararak metnin yasayı delmesini sağlamaktır”, Todorov’a göre.   

Dolayısıyla hiç şüphesiz bir karşı çıkıştır fantastik edebiyat. Edebiyat zaten başlı başına bir muhalefet etme biçimiyse eğer, fantastik anlatı da onun en muhalif kollarından biridir. Hayal kurmak ne kadar özgürleştiriyorsa benliğimizi, fantezi de o ölçüde özgürlüğün peşindedir. Hayal kurmak ne denli uzaklaştırıyorsa bizi gerçeklerden ve hayattan işte fantezi de ancak o denli kaçış edebiyatı yapıyor demektir.

Düşünürün bir başka saptaması ise dile dairdir. Ona göre, “Doğaüstü, dilden kaynaklanır, aynı zamanda hem bir sonucu hem bir kanıtır: Şeytanlar ve vampirler yalnızca sözcüklerden ibaret olmakla kalmaz; dil, aynı zamanda hiçbir zaman olmayanı, “doğaüstü” yü algılamamızı sağlar”. Öyleyse fantastik anlatıya karşı duyduğumuz yoğun ilginin sebeplerinden biri de açık seçik ortada demektir: En başta yarattığımız dilin doğasındadır, doğaüstü. Biz onu kim bilir belki de hiç olmayacak hikayelerimizi anlatabilmek için icat etmişizdir! O zaman fantastik anlatılardan kaçmak, onu kaçmakla suçlamak, edebiyatın kötü çocuğu ilan etmek niye?

Kim korkar ejderhalardan?

Ursula K. LeGuin, “Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar” adı altında topladığı seçme yazılarından birinde bu sorunun cevabını incelikle verir. “Amerikalılar Ejderhalardan Niye Korkar?”, diye sorar önce ve sonra bu korkunun sadece Amerikalılara ait olmadığını, teknolojik olarak ilerlemiş tüm toplumların az ya da çok fanteziye karşı olduğunu belirler. Hatta sadece fanteziye değil, kurmacaya da karşıdırlar. LeGuin’e göre bunun temelinde püritenlik, çalışma ahlakı, her şeyden kar etme zihniyeti ve hatta cinsel eğilimlerimiz yatar. Daha doğrusu bugün dünyayı yöneten otuz yaşını geçmiş beyaz-erkeklerin eğilimleri... İş adamlarının dünyasında “Savaş ve Barış”ı da “Yüzüklerin Efendisi”ni de okumak -eğer bu edime bir eğitim ya da kendini geliştirme değeri yakıştırılmıyorsa-  “iş” değildir. Ve dolayısıyla da bunları okuyanlar ya kendi içlerine kapanıyorlardır sapkın bir biçimde ya da kaçıyorlardır, tabii eğer bir edebiyat öğretmeni ya da eleştirmen falan değillerse. LeGuin, zamanımızın asıl kaçış edebiyatının “sahte gerçekçilik” olduğunu söyler. Bunun en başarılı örneğininse, “o bütünüyle gerçekdışı şahaseri, günlük borsa raporlarını okumaktır.” Oysa fantezi ile para birbirleriyle ters orantılı olarak gelişirler. Hayat anlayışınız sadece gündelik dertlerden, maddi başarılarınızdan ve iş, para, ev gibi onun türlü göstergelerinden ibaretse, bir hobbitin sihirli bir yüzüğü bir yanardağın derinliklerine atmak için gösterdiği çaba elbette ki sizi ilgilendirmez, tıpkı iktidara ve hırsa karşı gösterilen tüm insani çabaların ilgilendirmediği gibi...  “Fantezi elbette hakikidir. Olgulara dayanmaz, ama hakikidir. Çocuklar bilir bunu. Yetişkinler de bilir, zaten çoğu bu yüzden fanteziden korkar. Fantezideki hakikatin, yaşamaya mecbur edildikleri ve kabullendikleri hayatın sahteliğine, kofluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma, hatta tehdit oluşturduğunu bilirler. Ejderhalardan korkarlar, çünkü özgürlükten korkarlar.”  Yerdeniz Beşlemesinin dördüncü  kitabı Tehanu, yazarın bu görüşlerinin en etkileyici alegorisidir belki de. Başına kötü, çok kötü şeyler gelmiş bir kız çocuğunun etkileyici bir ejderhaya dönüşümünü anlattığı bu hikayede, ruhumuzdaki özgürlük arayışını, ejderhalar ve dolayısıyla olağanüstü anlatıyı yansılar LeGuin. Dünyanın cümle kötülüklerine karşın, içimizde yaşattığımız ejderhaları uyandırmaya çağırır gibidir bizleri...

Hal böyleyken, tüm bu korkulara ve toplumsal dışlamalara rağmen, fantezi anlatıya karşı çılgınlığa varan toplu ilginin kaynağında ciddi bir karşı çıkış olduğunu görmemek mümkün değil.  Kimi eleştirmenler, bu karşı çıkışın temelinde artık tamamen çökmüş olan modernizm projesini görürler. Teorik olarak akıl çağıyla bağdaşan, bilime ve teknolojiye büyük bir inanç ve hayranlık besleyen insan zihni, tüm bunların kültürel karşılığı olan modernizmle uyum sağlayamamış, bu uyumsuzluk postmodernizmi doğurmuş ve bu doğum ise beraberinde kocaman ruhsal kara delikler yaratmıştır gönüllerimizde. Fantezi anlatılar,  postmodern yaşamın kara delikleri içinde, gönlümüzü umutla dolduran, küçük, oyuncu ışık toplarıdır öyleyse.   

Fantastik edebiyatın başyapıtları

Yüzüklerin Efendisi - En büyük kaçış destanı
İngiliz edebiyatı profesörü ve dilbilimci J.R.R. Tolkien’in, çocuklarına güzel bir masal yazmak için kalemi kağıdı ilk eline aldığı an, edebiyat tarihinde yepyeni bir dönemin açıldığı ana denk düşer. Bugün kabul ettiğimiz anlamda fantastik edebiyatın kurucusudur Tolkien ve yine kabul etmek gerekirse henüz onun yapıtını gölgede bırakacak, onu aşacak bir eser verilmemiştir. Ama açılan yol öylesine geniş öylesine zengindir ki, pek çok farklı bakış açısını, türü kucaklar ister istemez. Tolkien’in Hobbit’le başlayıp Yüzüklerin Efendi’siyle süren, Silmarillion ve Güç Yüzüklerine Dair adlı kitaplarıyla derinleşen anlatısının en belirleyici özelliklerinden biri, normal bir dünyada baş gösteren olağanüstülükleri anlatmak yerine tamamen olağanüstü bir dünyaya ve o dünyada geçen olaylara dair olmasıdır. Günümüzde fantastik anlatıları tanımlamak için konulmuş genel geçer bir kural haline gelen bu özellik yine bugün bize pek sıra dışı gelmese de eserin yayımlandığı 1950’li yıllar için kendi çapında bir sansasyon anlamına da gelir. Yapıtın ikinci başat özelliği ise insanı bir “tür” olarak ele alması ve hikaye içinde ona ikincil hatta daha da aşağı sıralarda bir yerlerde yer vermesidir. Yüzüklerin Efendisi’nin başkahramanları tartışmasız hobbitler ve Orta Dünya’yı terk ettikleri için hüzünlendiğimiz elflerdir. Tolkien, insanı, “türlerden, bir tür” olarak ele alırken, varoluşumuzdan bu yana aklımızı ve yüreğimizi kurcalayan, evrendeki başka akıllı varlıklara olan özlemimizi, ihtiyacımızı vurgular. Diğer yandan da “dünya sadece bize ait değil” düşüncesine yönlendirir okurlarını.

Yüzüklerin Efendisi, güce ve iktidara karşı verilen büyük bir savaşımın hikayesidir. Yazarına göre ise başlı başına bir tarih kitabıdır. Yazımı on yedi yıl süren, yazarının ölümüyle yarım kalan Orta Dünya tarihi… Lehçeleriyle birlikte kendine ait dilleri, koskocaman bir tarihi, kendine özgü türleri olan, tıpkı bizim yaşadığımız dünya gibi karmaşık ve zorlu bir yerdir Orta Dünya ve Yüzüklerin Efendisi Orta Dünya’da geçen en dramatik, en görkemli epik hikayedir. Fedakarlık ve dostluk, doğa sevgisi ve barış üzerine yazılmış bir yolculuk, bir büyüme hikayesi. 

Tolkien, kovuğunda oturan basit bir hobbitin 111’inci yaşgünü kutlamasının hazırlıklarını anlatmaya başladığı daha ilk anda, belki de romanın daha ilk satırında, bize büyük, tahmin edemeyeceğimiz kadar büyük bir hikayenin içinde olduğumuzu sezdirir. Bu sezdiriş, roman ilerledikçe artarak devam eder, heyecanımıza heyecan katar. En şahanesi ise yazarın bizi bir kere bile hayal kırıklığına uğratmayacak olmasıdır. Hikayenin hiçbir yerinden eli boş dönmeyiz ve belki de yüz milyonlarca insan sırf bu sebepten Yüzüklerin Efendisi’ni böylesine çok severiz. Boşluk kelimesi, Tolkien’in literatüründe yok gibidir. Bir büyücünün her zaman tam vaktinde olması gereken yerde olduğunu, her altının parlamadığını ve her gezginin yolunu yitirmediğini çok iyi biliriz.

Narnia Günlükleri - Olmayan ülkede büyüme savaşı
C.S.Lewis, Yüzüklerin Efendisi ile aynı yıllarda kaleme alır Narnia Günlükleri’ni. Onun Tolkien’le iyi arkadaş olduğunu ve iki yazarın sık sık bir araya gelerek görüşlerini paylaştıklarını biliyoruz. Narnia Günlükleri, özellikle kahramanlarının çocuk olması ve kurgusu itibariyle fantezi bir hikayeden çok masal türüne yaklaşsa da fantastik kurgu olarak kabul edilir. Kahramanlarımız Narnia’ya gerçek dünyanın içinden geçtikleri gizli bir kapı aracılığıyla girerler. Burası, kötü bir hükümdarın emrinde, halkının tarihini unuttuğu bir ülkedir... Kahramanlarımızın kötülükle yüzleşip, tamamen kurtarmakla yükümlü oldukları büyüleyici, içimizdeki o yok ülke ve bu yok ülkede geçe masalsı, kendin özgü bir büyüme hikayesidir bizleri bekleyen.

Yazıldığı dönem ve üslubu göz önüne alındığında Narnia Günlükleri’nin türün temelini atan eserlerden biri olduğu kabul edilir. Bu kabul edişte hikayenin bugün bile hala çok sevilip okunmasının da önemli bir rolü olduğu söylenilebilir.

Yerdeniz - Yeryüzüne bir zarif dokunuş
Ursula K.LeGuin, bir üçleme olarak tasarladığı, zaman içinde altı kitaba ulaştırdığı Yerdeniz serisini 1960’lı yılların sonunda yayımlar. Fantezi hikayelerinin hala bir edebiyat türü olup olamayacağının tartışıldığı bu yıllarda Yerdeniz Büyücüsü edebiyat çevrelerine verilmiş, lafı gediğine oturtan etkili bir yanıt olur. Üstelik dili öyle etkileyici bir biçimde kullanmıştır ki yazar, türün saygınlık derecesini o zamana dek görülmemiş bir biçimde yükseltmiştir.

Yerdeniz’in öyküsü fantastik edebiyatın klasik kurgusu olan kahramanın epik yolculuğu temeline oturur. Yazarın deyişiyle yolculuk üzerine uzun helezon biçiminde bir kurgu… Efsanevi kahramanımız genç büyücü Ged’in olgunlaşma yolculuğunun hikayesinde, onun üzerinde yaşadığı adalardan mürekkep Yerdeniz dünyasını ada ada tanımaya başlarız ilkin. Zira tanımak önemlidir çünkü, LeGuin bu fantastik öykünün merkezine isimlendirme dediği şeyi koymuştur. İsimlendirme, Yerdeniz dünyasındaki büyü sanatının temelinde yatan unsurdur. Yerdeniz dünyasının büyücüleri kişilerin, hayvanların, bitkilerin ve nesnelerin gerçek isimlerini bildikleri zaman büyü yapabilirler ancak. Büyü, bir anlamda tanımak, bilmek, daha doğrusunu söylemek gerekirse bilgi demektir. LeGuin anlatısı boyunca bilginin gücünü vurgulamaktan vazgeçmez. Diğer yandan da dil ve gerçeklik ilişkisini, dilin aynı anda hem hapsedici hem de özgürleştirici tavrını sorgular ustalıkla.

Ejderhaların ve büyünün özel bir yeri vardır Yerdeniz serisinde. Ejderhalar, olgun, güçlü, bilge yaratıklar olarak karşımıza çıkarlar ve işte tam da bu nedenle kayıptırlar. Ruhumuzun ta en gerilerine sürgün ettiğimiz, “öteki”leştirdiğimiz yanlarımızın birer temsilcisi gibidirler. Büyücülük ise bir anlamda sanatçılık demektir. Bu bağlamda LeGuin, Yerdeniz serisinin sanat, yani yaratıcı tecrübe ve yaratıcı süreç üzerine olduğunu söyler.

Ancak bu temel izleklerin yanı sıra Yerdeniz’in her kitabı ayrı ayrı izlekler üzerine kuruludur. Yerdeniz Büyücüsü, büyümek üzerinedir; Atuan Mezarları, cinsellik ve cinsel kimliğini bulma savaşına dair yazılmıştır; En Uzak Sahil ölümü, Tehanu, kötülüğü ve o kötülükle yüzleşebilmeyi, Öteki Rüzgar ise, dönüşümü ve yaşamı anlatır.    

Gormenghast Üçlemesi - Tartışmasız özgün
Edebiyat dünyasının en gizemli, en eksantrik ve belki de en kadri kıymeti bilinmemiş kalemlerinden biri olan Mervyn Peake’in elinden çıkma Gormenghast Üçlemesi için; kimileri fantastik edebiyatın gelmiş geçmiş en iyi yapıtlarından biri olduğunu, kimileri onun gotik yazın kategorisine sokulması gerektiğini, kimlileri eserin kategori dışı kabul edildiğini, çoğunluk ise fantastik edebiyatın tahtına oturmada Yüzüklerin Efendisi dışındaki tek aday olabileceğini söyler. Hepsi temelde haklıdır aslında. Zira Gormenghast bu yargıların aynı anda hem hepsi hem hiçbiridir çünkü. Ve işte tam bu noktada elimizde ve aklımızda yapıta dair tek bir şey kalacaktır: Yapıtın tartışmasız özgünlüğü.

Üçlemenin iki kahramanı vardır: Steerpike ve Titus. Steerpike, ahçı yamaklığından Gormenghast şatosunu ele geçirmeye dek yükselecek, hırslı, hasis ve bir o kadar şahane bir anti-kahramandır. O Gormenghast’ı içten içe yıkmaya ve fethetmeye koyulduğunda karşımıza Gorgmenhast tarafından yutulmuş nice tuhaf karakter çıkacaktır.  Titus ise, binlerce yıldır hüküm süren bir hanedanın tek varisi ve şatodan, tüm o geleneklerden kurtulup dış dünyayı tanımaya can atmaktadır.  Bu iki kahramanın, üçleme boyunca sürecek gerilimi arasında gözlerimizin önünde tekrar tekrar tek bir şey yükselir: Gormenghast, “eklemli surların yumrukları arasından parçalanmış bir parmak gibi yükselen ve saygısızca göğe işaret eden” o şato. Bilinmeyen bir zamanda, bilinmeyen bir diyarda var oluşunu sadece ve sadece kendisini bilmekle bulan bir şato... Nereden çıktıkları bile bin yıllar önce unutulmuş gelenekler ve adetlerle ayakta duran; kendini, içinde yaşayan belki de yarı-deli tüm karakterleri,  delicesine ciddiye alan...

Anthony Burges’e göre üçlemenin anlatımı, eski pagan hikayelerine yakındır. Ölen ritüel ustası, çıkagelen kahraman, şato, hizmetçiler koridoru, dağ, göl, çarpık ağaçlar, tuhaf yaratıklar, önseziler ve karanlık... Bunların hepsi tarih öncesi bir Avrupa’ya aittir. Üçlemeye hem bu bağlamda, hem de yazarın kullandığı son derece görkemli dilin etkisiyle epik terimini yakıştırabiliriz.

Sözün kısası, diğer fantastik serilerden okuyucu kitlesinin azlığıyla da ayrılan Gormenghast Üçlemesi, hem fantastik kurgunun hem de modern edebiyatın tartışmasız klasiklerinden biri.  Ayrıca, Dost Körpe tarafından Türkçeleştirilmiş eserin çevirisi de ne mutlu ki Yüzüklerin Efendisi ile Yerdeniz serisinin çevirisi kadar etkileyici.       

Diskdünya Serisi - Fantezi bir şaka olsa!
Yaşam ve ölüm, tanrı ve öteki dünya üzerine yazılmış, bu kavramları mizahi bir dille sorgulayan, “komik” yanı ağır basan farklı bir fantastik seridir Tery Pratchett’in Diskdünya’sı. Yazar, komik ve sakar büyücü kahramanıyla asil duruşlu, vakur ve bilge büyücü imgesini bir güzel kırar zihinlerimizde.  Ve kimilerine göre, daha önce fantezide görülmemiş bir şekilde,  Shakespearevari bir yergi ustalığı gösterir seri boyunca.

Disk dünya, bir kaplumbağanın sırtında uzayda yol alan, dümdüz bir dünyadır.  Yazarının deyişiyle “bir dünya ve tüm dünyaların aynası”. Günümüzün mega-metropollerine; hırsızları, fahişeleri, karanlık sokakları, hiç oturmamış altyapısı ve iç bulandırıcı tüm mezbelelikleriyle pek benzeyen, Diskdünya’nın baş mekanı Ankh-Morpork ekseninde etkileyici bir sistem eleştirisi yapar Pratchett. Yazarın keskin dilinden ürün verdiği edebiyat türünün kendisi de nasibini alır. Pratchett, fantastik kurgunun trajedinin ve destanların içinden çekip çıkararak yeniden yarattığı kılıç ve kral mitlerini yerden yere vurmaktadır.  Ve bu bağlamda Diskdünya serisi aracılığıyla, fantastik kurgu içinde oldukça farklı bir kapı açmıştır.    

Ejderha Mızrağı Destanı - Hiç durmaksızın büyüyen bir destan
“Kahinin Gülü”, “Karakılıç”, “Ölüm Kapısı”  serileriyle de tanıdığımız fantastik anlatının efsanevi ikilisi Margaret Weis ve Tracy Hickman’ın en önemli serisidir “Ejderha Mızrağı”. Krynn adlı dünyanın Ansalon kıtasında geçen ve edebi olarak o kadar da güçlü olmayan bu anlatının önemi hiç durmaksızın büyümesinde yatar. Şöyle ki, Weis ve Hickman bu seri için öncelikle üç ana kitap yazmışlardır (Güz Alacakaranlığının Ejderhaları, Kış Gecesi Ejderhaları, İlkbahar Şafağı Ejderhaları), ancak yarattıkları dünya o kadar sevilip benimsenmiştir ki hem kendileri hem de pek çok farklı yazar bu dünyada geçen çeşitli hikayeler kaleme almışlar ve almaya da devam ediyorlar. Ejderha Mızrağı adı altında seriler serileri, tarihçeler tarihçeleri kovalıyor. Ve Ansalon hep yaşıyor. 

Ejderha Mızrağı serisinde son durum: İngilizcede basılmış tam 190 kitap!
 
Zaman Çarkı - Bırakın Ejder bir kez daha zamanın rüzgarlarına binsin
Yazarı Robert Jordan’ın 2007 yılındaki ölümüyle 11. ciltte kalan, dünya üzerindeki en uzun fantastik serilerden biri:Zaman Çarkı. Ama hayranları ve takipçileri zaten biliyordur, Jordan’ın tamamlayamadığı serinin son cildi (ki onun da üç kitaptan oluşacağı ilan edildi), yazarın notları eşliğinde Brandon Sanderson tarafından tamamına erdiriliyor. Bu bağlamda elimizde Zaman Çarkı serisinin 12. Kitabı: Fırtına Toplanıyor var. Mürekkebi kurumadan söyleyelim, Sanderson’un kaleme aldığı kitap Jordan hayranlarını hayal kırıklığına uğratmayacak düzeyde.

Zaman Çarkı dünyasında Tanrı yoktur. Çark dünyanın ve üzerinde yaşayanların kaderlerini dilediği gibi dokur. Bizler bu olağanüstü dünyayı  “Yenidendoğan ejder”in yeniden doğduğu  zamandan itibaren tanımaya başlarız. Roman başlar başlamaz anlarız ki İki Nehir adı verilen yerde basit bir çiftçi ailesinin oğlu olarak dünyaya gelen, koyun çobanlığı yapan kahramanımız Rand Al’Thor’un kaderi, çarkın dokuduğu desenler arasında belki de en görkemlisi olacaktır. Zira o Zaman Çarkı dünyasında yüzyıllardır beklenen, kehanetlerde dillendirilen “Yenidendoğan Ejder”in ta kendisidir. Rand’ın ondan önce dünyaya gelen, Karanlık Varlık’la yaptığı savaşın sonucunda gücün eril yarısını lekeleyen ve yeryüzünü kaosa teslim eden bir önceki “ejder”in başarısızlığına uğramaması mümkün müdür? Gücün temiz dişil yanını kullanan Aes Sedailer’den birisi tarafından bulunan ve kaderine yönlendirilen Rand’ın yolculuğuna İki Nehir’den dört arkadaşı daha katılacaktır ve bu beş toy insan Karanlık Varlıkla yapılacak Son Savaş da dahil olmak üzere insanlığın kaderini etkileyen önemli görevlerde bulunacaklardır.

Zaman Çarkı, liderlik, siyaset, savaş, hırs, entrika üzerine yazılmış bir eser, dünya üzerinde hala hüküm süren ataerkil, savaşçı politikaları tıpkı bizimkine benzer bir dünya yaratarak eleştirir Jordan. Anlatının kahramanları iyi bir siyasi mücadele kurguladıkları ölçüde başarılı olurlar. Ancak başarının bedeli kendine ve sevdiklerine yabancılaşmakla ödüllendirilir ne yazık ki. Kişinin kendini tanıması, içindeki zayıflıkla da güçle de yüzleşmesi gerekliliğinin altını çizer gibidir yazarımız. Rand, hem dünyanın kurtarıcısı hem yıkıcısı olarak beklenir. Açık ki, Jordan gücün erkeklikle birleşiminden savaş ve yıkım, kadınlıkla birleşiminden siyaset, entrika ve bir parça da bilgelik öngörmektedir.

Gelelim beklenen o büyük Son Savaş’ın ilk kitabına. Fırtına Toplanıyor’da savaşın bir adım öncesinde saflar sıklaşıyor, taraflar daha da belirginleşiyor ve kahramanlarımız görevlerini tamamen kabulleniyorlar. Hikaye birbirlerini hiç görmeseler de Yenidendoğan Ejderliğiyle barışmaya çalışan Rand ve Beyaz Kule’nin en tepesine Amirlyn Makamına ulaşmaya çalışan Egwene arasında geçiyor, yani gücün dişil ve eril yarısının karanlığa karşı kendilerini tamamen bulma ve güçlendirme süreci işleniyor. Beyaz Kule’nin Seancan baskınına karşı verdiği mücadele ve Egwene’nin kuleyi birleştirmek yolunda attığı adımlara dair yazılmış bölümlerin özellikle etkileyici olduğunu söylemeden geçmeyelim.

Yorumlar

Yorum Gönder


Selamlar, Oylum Hanım.
Yazınızı çok beğendiğimi öncelikle belirtmek istemekteyim. Fakat başlığı okumaya başlamamdan itibaren, gözlerim George R. R. Martin'in Buz ve Ateşin Şarkısı serisini aradı. Robert Jordan'ın bile övdüğü, böylesi güzel ve dönemin başat fantastik kitabı kabul edilen bir seriyi listenize almamanız, açıkçası beni üzdü. Ayrıca, Türk fantastik kitaplarıyla dünya kitapları arasında bir karşılaştırma olsaydı, ya da herhangi bir Türk fantastik kitabından bahsedilseydi iyi olurdu. Bu hususta Paradokya ve Yedi Kartal Efsanesi var, oldukça sevilen. Ulusal olarak yazarlık konusunda gelişmemiz gerektiğini düşünüyor ve hatırlatıyor, yorumumu/eleştirimi bu sözlerle noktalarken yazılarınıza devam etmenizi diliyorum.
Saygılar.

39%
61%

Yazıyı çok beğendim. Örneklemeler az, çok, eksik hiç önemli değil. Tam olarak fantastik edebiyatın ruhunu yansıtmış. Bu grileşen, insanın ruhunun modern dünya objelerine hapsedildiği dünyada, özün içten içe yabancılaşmaya karşı çıkışının, arayışının renklendirilmiş, yüceltilmiş, edebileştirilmiş halidir fantastik edebiyat. Doğadan kopmuş insanın doğayla özdeşleşmesidir. Kahramanlığın hız pistlerinde, çoklu oyunculu oyunlarda, paraşütle atlamakta değil özde fedakarlıkla insan için olduğunu anlatır. Kötülüğün bencilliğin nasıl şekillendiğini, türlü hallerde nasıl karşımıza çıktığını anlatır. Bugün korkudan arabamıza otostopçu bile alamazken insanların eskiden hiç tanımadığı kişilerle nasıl yola çıktığını, nasıl savaştığını ve nasıl güvendiğini anlatır. Kısaca insanın özünü hatırlatır. Nasılki hayvanlar insanların geliştirdiği teknolojilerle başa çıkamayıp, yeterince hızlı evrimleşemeyip hızlı bir şekilde yok oluyorlarsa, insanlarda artık bu hıza yetişememekte, bilgi ve zekaca adapte olmaya çalışsada manevi olarak erimektedir. Temel değerlerimizi yaşatan hatırlatan bu edebiyat gelişmektedir vede gelişecektir.

43%
57%

Oylum Hanım Merhaba ;

13 yaşından beri iyi bir kitapsever olarak çok farklı türlerde kitaplar okudum ve hala okumaya devam ediyorum. Şu ana kadar fantastik edebiyat ilgimi hiç çekmemişti diyerek dürüst davranmak isterim :) Yazınızı dikkatle okudum fakat hiç bilmeyen biri olarak nereden başlayacağım konusunda kararsız kaldım. Sizden ricam ben ve benim gibiler için bir sıralama ile fantastik edebiyat için bir okuma listesi ve sırası verebilir misiniz ? Piyasada çok fazla kitap var bu anlamda. Seçici olabilmek adına başlangıç orta ve ileri düzey için bir okuma listesi yapabilmeniz münkünmü acaba ?

Şimdiden teşekkürler

50%
50%

Açıkçası en çok okunan fantastik kitaplardan olan Unutulmuş Diyarlar (Forgetten Realms) serisinin yazarı R. A. Salvatore'un üzerinde durulmaması yazının en büyük eksiklerinden.. Ama genel itibariyle fantastik edebiyat konusunda oldukça bilgilendirici bir yazı olmuş.. ellerinize sağlık..

50%
50%

benim en beğendiğim fantastik kurgu serilerinden biri ise David Eddings'in Elenium üçlemesidir. Gerek dili, gerek okunurluğu ve heyecan düzeyi olsun...bence mükemmeldir.

35%
65%

Fantastik edebiyat deyince hep şu seri atlanmıştır, ben de Stephen King - Kara Kule serisini de eklemeden geçemeyeceğim bu listeye. Bunun haricinde benim favorim Ursula Le Guin'in yerdeniz kitapları. Genel kanıdan farklı olarak, çok çeşitli karaktere boğmadan, fasikül fasikül uzatmadan da, ki kitaplar da kendi içinde gayet mütevazi sayfa sayısındadır, fantastik edebiyatın nasıl derinleştirilebildiğini göstermiştir. Hatta tüm kitaplar birbirinden bağımsız bile okunabilir.
Gormenghast üçlemesini ise ne yazık ki uzun süredir bulmak mümkün değil. Basımını yapan yayınevi kapandıktan sonra herhangi bir yayınevi bu seriyi tekrardan ele almadı, yazık. Ejderha Mızrağı'nınsa artık resmen cılkı çıktı. Her şey tadında güzel değil mi? Edebiyat para için yapılmamalı. Bir yazık da buraya gelsin. :) Saygılar...
hamiş: Dosya için teşekkürler, sizi okumak bir zevk.

48%
52%

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.