(Büyütmek için tıklayınız.)
İşte bu masadan çıkmış bir metin; Hakan Bıçakcı’nın henüz plan aşamasındaki yeni romanı için aldığı ilk notlardan:
“Hava çok güzelmiş değil mi bugün babaanne?”
“Güzel ya. Çok güzel hem de. Hangi aydayız biz şimdi?”
Babaannemin biraz da laf olsun diye sorduğu bu basit sorunun cevabını bilemedim. Bir an için hatırlayamadım hangi ayda olduğumuzu. Günlerden pazartesi olduğunu biliyordum ama ayla ilgili hiçbir fikrim yoktu. Düşünmeye çalıştıkça iyice karıştı kafam. Hangi ayda olduğumuzu bilemediğim gibi ayların isimleri de manasızlaşarak birbirine girmişti aklımda. Harfler rüzgârla uçuşarak, güneşle eriyerek, karla kaplanarak okunamaz olmuştu. Hatırlayamıyordum. Babaannem üstelemedi. Büyük ihtimalle geciken cevap yüzünden sorusunu unutmuştu. Yine de bundan emin olamıyordum. Belki de nefesini tutmuş yanıt bekliyordu. Aramızdaki sessizlik ilk defa rahatsız edici olmuştu. Zamandan muaf bir yavaşlıkla yan yana yürümeye devam ettik.
Panik halinde düşünmeyi bıraktığım an cevap kendiliğinden geldi. Nisan ayındaydık. Tuhaf olan, hatırlayınca takvim üzerindeki yerimi bulup rahatlayacağıma içimdeki manasızlık hissinin devam etmesi oldu. Babaanneme baktım. Güneşin iyice buruşturduğu yüzü uzaklara dönmüştü. Sorusu zaman aşımına uğradığı için hangi ayda olduğumuzu söylemekten vazgeçtim.
* Fotoğraflar: Pelin Ulca
Yeni yorum gönder