Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Teknolojik ütopya kime cennet, kime cehennem?




Toplam oy: 1141
Jaron Lanier
Allen Lane
Yeni teknolojilerin, dünyayı sinir krizinin eşiğinde insanlarla doldurduğuna işaret ediyor Jaron Lanier.

Dünyamızı değiştiren teknoloji, iki yüzyıldır ivmesini artırmış durumda. Bir insan ömrüne sığabilen değişimler o kadar çoğaldı ki artık kanıksamış durumdayız, sanki her zaman bizim yaşadığımız oranda teknoloji değişirmiş gibi düşünüyoruz. Düşünsenize, otuz yıl önce sabit telefonları kullanmak bile halkın geniş kesimine mucize gibi gelirken, bugün saatlerimizden gözlüğümüze iletişimi giymemiz mümkün. Elli yıl önce kimlerin araba sahibi olduğunu mahallelerimizde tek tek bilmekteyken, şimdi her gün caddeleri tıkayan o makinelere dudak büküp geç tesis edilmiş metro ağlarına yöneliyoruz. Savaş hallerinde ölümün, elimizdeki demir-çelik keskinliğinden geldiği yılların yerini, uzaktan kumanda ile yönetilen bir drone’un mikro-bombalarından geldiği bir dönem aldı. Peki ivmesi azalmayacak, hayatın her alanını kaplayacak, yayıldıkça melezleşip en cüretkar bilimkurgu yazarını bile şaşırtan mucizeler sunacak bu teknoloji kime yarıyor, hayatın değişiklikleri kime kazandırıyor?

 

Geçtiğimiz aylarda, ülkemizdeki siyasi gerilimler esnasında, halihazırdaki iletişim kurumlarını kontrol altına alan büyük siyasi oluşumların (partilerin ya da paralellerinin) bireylerin oluşturduğu teknolojik iletişim ağlarını da kontrol altına alma, kullanma mücadelesine şahit olduk. Mikro-blog siteleri vasıtasıyla sesini duyurabilecek milyonların iradelerinin hiçe sayılarak, sadece bir iki başat kavganın aktörlerinin arzuları doğrultusunda bu mikro-blog sitelerinin erişime engellendiğini, işgal edildiğini ve etkisiz hale getirildiğini gördük. Bu tatsız gelişmeler, insanlığın kullanımına sunulmuş cihazlar ağının (sanal ağın) suistimali miydi, yoksa zaten bu ağ büyük kurumların (devletler, devletlerüstü organizasyonlar, devletlararası şirketler vs) inisiyatifiyle oluşturulmuş bir yapı değil miydi?

 

Rast geldiğim bir çalışma, Jaron Lanier’in Who Owns the Future? (Gelecek Kimin Olacak?), ilham verici bir açılım sağladı kafamdaki sorulara. Geçtiğimiz yıl yayımlanan çalışmasında, bilgisayar dehası Lanier, özellikle çok fazla sayıda cihazın kullanılmasıyla toplanan devasa verilerle ekonominin, toplumsal ilişkilerin ve hayatın nasıl şekilleneceğini irdeliyor.

 

Bir dehadan tavsiyeler

 

1960 doğumlu, Avrupa’daki Yahudi katliamlarından kaçmış ebeveyne sahip, annesini dokuz yaşında bir trafik kazasında kaybetmiş, babasıyla çadır-kentte yaşamış, ama 13 yaşında New Mexico Üniversitesi’nde ders almaya başlamış, Amerikan Ulusal Bilim Kurumu’ndan burs almış, henüz 19-20 yaşlarında bilim projeleri yönetmiş, Manhattan’da sanat okulunda okumuş, sıkılıp New Mexico’ya dönerek ebelik yapmış, California’da Richard Feynman gibi dehalarla tanışmış, 23 yaşında Atari’de çalışmaya başlamış, 80’lerin sonlarında sanal gerçeklik kavramı üzerine pek çok teknoloji geliştirmiş, 90’lardan bu yana internet ve özgürlük kavramları üzerine araştırmalar yapan, dersler veren, yazdığı kitaplarla yeni teknolojilerin açmazlarını, risklerini ortaya koyup okurları uyaran bir deha, Jaron Lanier.

 

Son kitabında da bizi, birbirleriyle bağlanan cihazların yarattığı ağda dolaşan verileri toplayan ve gittikçe devleşen veri kurumlarının (Facebook’tan Twitter’a, Google’dan Apple’a) bir yandan insanların hayatlarında olumlu değişiklikler yaratacaklarını, ancak ne yazık ki bu değişikliklerden ve yeni ekonomiden ancak üst tabakadaki insanların yararlanacağını, orta sınıf kabul edilen ve mensuplarına güvenli ve düzenli hayat sürdürecek imkanlar sağlayan işlerin gitgide ortadan kalkarak yeni teknolojilerin kitleleri çok daha yoksul kılacağını söyleyerek uyarıyor. Özellikle 1960’larda, yazarın doğduğu dönemde gelişmiş Batı ülkelerinde en geniş boyutuna ulaşan orta sınıf konforunun, teknolojik devrimle otomasyona yer vermesi, peyderpey kitlesel üretim yapan ve kopyalamayı, dolayısıyla transferi kolaylaştıran teknolojilerin geliştirilmesiyle de malların insanlarla ilişkisinin koparılması gerçeğini gözler önüne seriyor, Lanier’in yazdıkları. Elbette bir zamanlar maddi üretim ve malların paylaşım sürecine katılmayan, dünyanın geri kalan ülkelerinin ve kıyıda köşede kalmış insanların ekonomiye katılmasını sağlayan büyük gelişmelerin yaşandığını da inkar etmiyor ama yeni teknolojilerin insanları büyük oranda yaratıcı yapmaya zorlaması ve dolayısıyla bir bakıma tükenmişliğe, yetersizliğe ve muazzam depresyonlara itmesinin dünyayı sinir krizinin eşiğinde insanlarla doldurduğuna işaret ediyor. Tüm bu gelişmelere rağmen neden daha işsiz, daha parasız ve daha umutsuz olduğumuzu bir nebze anlayabiliyoruz.

 

Tabii bu büyük veri toplaşmasının, en ufak bir detayın bile neredeyse dünya ölçeğinde kayda alınmasının, bedensel durumumuzdan düşünsel ifadelerimize, kimlerle iletişim kurduğumuzdan neler satın aldığımıza dair bilgilerin cihazlar üzerinden kurumların kullanımına sunulmasının pek çok başka riskini de anlatıyor Lanier. Bugün her şeyi cihazlarına aktaran insanların, önce güçlü şahıslar (Wikileaks), medya (Leveson) sonra da devletlerin istihbarat kurumlarının (Snowden) dinleme, gözleme mekanizmalarına yakalandıklarını öğrendiğimiz bir dönemde, Lanier gibilerinin sözlerine daha fazla dikkat kesilmemiz ve kişisel/kurumsal tedbirlerimizi almamız gerekiyor. Yasalara henüz yeni yeni yansımakta olan geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde filizlenmiş teknolojilerle ilgili deneyimlerimiz, önümüzdeki günlerde bizlerin tek tek davranışlarına “ayar” verecektir. Bazılarımız gönül rahatlığıyla şeffaflaşacak, yazdıklarının, söylediklerinin, yaptıklarının herhangi biri tarafından görünüp yorumlanmasından çekinmeyecek, ama bazılarımız, çifte hayatlarının gözler önüne serilmesinden oldukça utanacak, yara alacak ve sıkıntıya girecektir. Makinelerin saldırısından kurtulmak ve enformasyonunu kaptırmak istemeyenlere en kaba tavsiye, Battlestar Galactica mantığıdır: Kumandan Adama’nın gemideki bilgisayar teknolojisini Saylonlara enformasyon kaptırmama adına paylaşıma açmaması gibi, biz de mahremimizi cihazlara değil gene kağıtlara aktarmayı seçebiliriz.

 

 

 


 

 

* Görsel: Onur Atay

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.