Mizahın hiç eğlenceli olmadığını düşünen insanların tarafındayım; yanlış anlaşılmasın sakın – mizahın bizi güldürmesinin saçma olduğunu ima ediyorum. Mizahın bir dönüşüm, imge, hatta suret meselesi diye algılanması neden uzak; karikatürize edilen görüntülerin komikliğini, komiğin ne olduğunu kim saptadı – kitlelerin ortak tepkisinden hareket ederek bir istatistik çıkartırsanız felsefenin saçmalığı, cadıların varlığı da tekrar kabul görmeye başlayabilir. Çünkü çoğunluk o yönde karar verecektir. Demek ki mizahi olanın insanı mutlu ettiği de sadece bir genellemenin dayatılmasından, böylelikle paylaşılan bir reflekse dönüşmesinden başka bir şey değildir. Mizahın doğada bulunmaması, insan tarafından yaratılmışlığını kanıtlar ki bu da zekânın gerçekten ‘yapay’ yahut bu gezegene ait olmayışı ile ilgilidir. Zekâ, dış uzaylıdır.
Bir cerrahın ameliyat masasındaki hastanın derisine neşteri ilk değdirdiği an ile bir yolcunun yola çıkış için attığı ilk adım arasında ise fark aranmaz; siyasi çürümeler, çevrenin talanı, eskiyi korumak için postmodern zırvaların temini, tarım toplumunun sanayi devrimi sonrası birdenbire içine düştüğü bilişim girdabı ( buna kısaca zaman’ın algı’ya tecavüzü denilebilir ), genesis ile cinsel kimlik arasında “queer kavramı kimi kurtaracak” diye düşünce açıkları vermek, gereksiz bir teşekkür-mihnet, züppeliğin ele geçirdiği hoyrat hayatların sadece güzel sayılanın kullanışlı olması ihtimaliyle hâlâ bir miktar mizah taşır. Arzu ile vahşetin tekme tokat birbirine girmesini önleyen o zekâ, işte mizahın gücü, hatta hükmü altındadır.
Cerrahın canlı kesmek için yasal hakkı olmasını tıp eğitimine bağlarsanız, onu sanki eğitimsizlik nedeniyle canileşmiş bir bireyden sadece iyileştirme edimi mi ayıracaktır? Cerrah ile caninin ayırımı için derinin altını merak etme ve araştırma yöntemlerinin bilime yakınlığı yeterli değildir elbette; ayırım, tamamen sosyaldir. Cerrahın, bir güruhu temsilen kendini fedası, ahlaka boyun eğmesi o kitleyi aklayacaktır: Çünkü, genel geçer her başarı saçtığı ışıltıyla gözleri önce kamaştırır, ardından kör eder. Kibrin doğuşudur bu. Kibrin olağanlaştırılmasıdır. Bilimin faşizme hizmeti insanlığın önünde böyle aklanır: Kurbanın reenkarnasyona uğrayarak liderlik mertebesine yükselmesi. Derinin altındaki sırlardan biri budur.
Caninin kurbana yönelirken onu birdenbire liderlik makamında görmesi çoğu vakada şizofreniye bağlı sabuklama diye adlandırılsa da cani ile kurban / lider arasındaki ilişkinin algoritmasının caninin istemi dışı bozulmasına bağlıdır aslında. Tanımlamanın değişmesi, adlandırmanın yeniden yapılması, koşulların güncellenmesi caninin asli işlevini yörüngeden çıkartır; o da şudur: Azot döngüsünün bir benzeri olan korunma / beslenme merkezli saldırganlığın yol açtığı ölmek-öldürmek eylemlerinin altüst olması – yani kaçınılan şeyin aniden sığınılması şart şeye evrimi. Ki bu evrim insan eliyle gerçekleştirilmiştir. Buradaki tehlikeli zekâ ise iç uzaylıdır. Dünyalıdır. Saklandığı için değil, kimse bilmediği için sır olanla karşılaşma şanssızlığı. Derinin altındaki diğer sırlardan biri de budur.
Cerrahın, yolcunun, caninin özlediği şuursuz mizah, bedeni ele geçirmiş ruhun altüst edilmesiyle şekilleniyorsa, tamamlanmaya çalışmak, anlamlanmaya çalışmak, bu çabadaki yoğun ısrar bizi hastalandıracaktır. Bu noktadan sonra düşünülmesi gereken ilk ve tek konu da şudur: Sıradan bir hastalığın mı, bulaşıcı / ağır salgın emelli bir hastalığın pençesine mi düşmek? Örnekleme yapıldığında hangi hastalığı geçirdiğinle övünebilme ihtimali.
Michel Faber, Derinin Altında adlı kitabını kaleme alırken otostopçu erkekleri arabasına alan Isserley’nin hangi vahşi ipuçlarını aradığını belki de bilmiyordu; hatta farkına bile varmamıştı başlarda. Ama her ipucu gitgide bir sırrı çözerken bambaşka sırlara rahim açmıştı. Faber, mizahi bakışla, mizahın özgürleştirdiği hüzünle düşüncenin sınırı aşma, sınırı aşıp doğaya ulaşma aşamalarında sırları açıklıyor.
Neden-Sonuç ilişkisine bir mola verip Nasıl-Sıfır Noktası’na meyledenler için keyifli bir kitap Derinin Altında.
Yeni yorum gönder