Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Çiçek toplayan biri



Toplam oy: 474
Mustafa Çevikdoğan
Can Yayınları
Temiz Kağıdı'nın dikkate değer özelliklerinden biri de, Çevikdoğan'ın seçtiği konular itibariyle günceli yakalamış olması. Bir sabah uyandığında evini üçüncü nesil kahveciye dönüşmüş olarak bulan hanımkızın çaresizliği mesela...

Mustafa Çevikdoğan'ın ismini, yayına hazırladığı ve editörlüğünü yaptığı onlarca kitabın künyesinde görmeye alışık olsak da, müelliflerin adının yazıldığı ön kapakta görme saadetine de eriştik. Temiz Kâğıdı ismini verdiği kitabındaki on üç öykü, güncel Türkçe edebiyat rafımızdaki yerini aldı.


Öykü türü –doğası gereği– küçük insanı odağa alarak onun dünya üzerindeki varoluş tecrübesini, çatışmalarını, hassasiyetlerini, yaralarını ve zaferlerini dile getirmekte pek mahirdir. Gerçi 21. yüzyıl bize yapacağımız bu tarz tanımların her an tuzla buz olabileceğini söylese, deneysel metinler içinden çıkılamaz bir hal alsa ve türler arası geçişler bir türsüzlük durumuna açılsa da, bizim şu güzel eski öykümüzün yüz akı örnekleri yazılmaya devam ediyor. Hatta "öykü yükseliyor mu?" sorusunun tartışıldığı edebi kamuoyuna, "evet, yükseliyor," diyeceğimiz öyküler yüreciğimizi serinletiyor. Çevikdoğan'ın öyküleri de, bu örnekler arasında gösterilebilir. Nitekim, Çevikdoğan'ın bu kitaba giren öykülerinin tümü sahici bir dert üzerine kuruluyor. Bu dert, Türk eğitim sisteminden pekiyilerle mezun olmuş, rasyonel ve tedbirli bir gencin enkaz altındaki bilimsel akıl yürütmeleriyle doğa-insan çatışması da olabilir; din üzerine muhasebe yapan gencin kasten gitmediği bir cuma namazı saatinde yaşadığı gerilim üzerinden insanın dinle kurduğu ilişki de. Diğer yandan, öykülerin merkezindeki derdi karaktere giydirmek, fikrin cılız kalmaması için karakteri derinleştirmek de öykücünün karşılaşacağı zorluklardan biri olarak karşımıza çıkar. Çevikdoğan bunu da başarıyor. Üçüncü olaraksa, öykünün kurgusunun, dilinin ve üslubunun da öyküdeki fikirle, olayla ve karakterle uyum göstermesi, öykünün zevkini katmerler. Eskiler, müzik eserini seslendiren sanatçının besteyle, güfteyle, güftenin anlamıyla uyumlu okuyuşunu ifade etmek için “fem-i muhsin sahibi” derler. Henüz öykücülerimiz için bu anlamı muhtevi bir kavramın ortaya çıkmayışı bizim suçumuz. Ancak Çevikdoğan'ın üzerinde uzun uzun çalışıldığı, mükemmelleştirmek için uğraşıldığı belli olan öykülerinde bu ahengin yakalandığı görülüyor.

 

Temiz Kağıdı'nın dikkate değer özelliklerinden biri de, Çevikdoğan'ın seçtiği konular itibariyle günceli yakalamış olması. Belki elli sene sonra gayretli bir sosyal bilimci, 2000'lerin ilk yarısında Türkiye'de yaşanan değişimlerin edebiyattaki izdüşümlerini incelerken Çevikdoğan'a da başvuracak. Bir sabah uyandığında evini üçüncü nesil kahveciye dönüşmüş olarak bulan hanımkızın çaresizliği mesela... Karşı gecekondu mahallesine dikilen gökdelenleri izleyen gençlerin Teşkilat'a girmeli gelecek hayalleri örneğin... Ya da, değişen yapılaşmayla mahalle kahvesini gösterişli bir kafeye çeviren adamın biraz karanlık hikayesi, Türkiye'nin orta sınıflaşmasını gösterecek. "Arkaya ilerleyelim beyler," üzerinden patlak veren otobüs savaşları öyküsü ise, halimizin harikulade bir alegorisi olarak okunmaya hazır. Bilge Karasu metnin nihai amacının, “soluk verişin doğallığında, akıcı, akan bir metin oluşturmak, çiçek toplayan birinin vücudunun ahengine ulaşmak,” olduğunu söylüyordu. Mustafa Çevikdoğan'ın Temiz Kâğıdı'ndaki öykülerin dil ve üslup bakımından bu amaca ulaştığını; öykülerin konuları, temaları ve kurgularıyla da o çiçeklerden harikulade bir demet yaptığını söyleyebiliriz.

 

 


 

 

Görsel: Gökçe İrten

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.