Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

ÇizgiRoman // Sistemde sıkıntı var



Toplam oy: 822
Cihan Kılıç
Mürekkep Basım Yayın
Ve Sinem, ilginç ve başarılı bir çizgi roman, yarın da hatırlanacak. Orta sınıflara, metropole, şimdiki zamana bu kadar yakından bakan yerli bir çalışma konuşulmayı hak ediyor.

Ve Sinem, yakın dönemin popüler çizgi romanlarından biri. Mizah dergiciliği küçüldüğü ve kadrolar daraldığı için yeni üretimler eskisi kadar çıkmıyor. Cihan Kılıç, Uykusuz dergisinde daracık bir alanda başladığı çizgi romanının ilk albümünü iki yıl önce yayımlamıştı. Yeni albüm yine dergide çıkmış işlerin derlemesi olmuş.


Cihan Kılıç, 1987 doğumlu; ilk albümü Ama Arkadaşlar İyidir, 2012’de çıkmıştı. Aşağı yukarı on yıldır dergilerde çalışıyor. Tarzı ve mizah anlayışı, bir ucu Tuncay Akgün’e bir diğeri Umut Sarıkaya’ya benzetilebilecek bir ayrıntıcılığa dayalı. Onlara kıyasla görsel dile, kareler arası akışkanlığa daha fazla önem veriyor. Çizgileri, frankofon havasında, mekanları fotoğraf ayrıntısında gerçekçi. En çok ilgi gören çalışmasına adını veren Sinem, orta üst sınıf diyebileceğimiz bir aileden gelen, Edinim (!) isimli bir vakıf üniversitesinde okuyan, biraz masum, biraz fettan, güzel bir zamane kızı. Hikaye, merkezinde Sinem’in olduğu ekseriyeti ona arzu duyan erkeklerden oluşan bir karakter kadrosuna sahip. Ve Sinem’in Amerikan sitkomlarından aşina olduğumuz yumuşak bir kötücüllüğü, espri yapmıyorum diyen bir espritüelliği var. Tiplemeler komik ve karikatürizeler, fonda gerçekçi İstanbul ayrıntıları resmediliyor. Aktüel siyasetle sınırlı bir ilgisi olmakla birlikte bu ilgi, orta sınıf mesafesi ve konuşkanlığını göstermesi bakımından ilginç.


Hikayenin ana ekseni, Sinem’in ablası Ebru’nun nişanlısı olan Engin’in Sinem’e duyduğu saplantılı cinsel arzu üzerine kurulu. Engin, tutkusunu hem nişanlısından gizlemek hem de görmüş geçirmiş, güvenilir bir abi, sır tutan bir akraba rolünü oynamak zorunda. Üstelik Sinem’in Kral dediği sevgilisi Alper’le çaktırmadan rekabet etmek hiç kolay değil. Bazen Sinem olmasa Ebru’yla devam edemeyeceğini hissediyor Engin, sonra o konfordan vazgeçemiyor, sonra yine kafası karışıyor, Sinem’in etrafında dolaşmaya, bir ümidi kovalamaya devam ediyor vs. Engin’in gerginliği pek çok bölümün temelini oluşturuyor. Burada bir parantez açalım. Mizah dergilerinde ve bant karikatürlerimizde, enişte-baldız esprisine dayanan hayli hikaye anlatılmıştır. Suavi Süalp’in elma yanaklı enişteleri, Altan Erbulak’ın kıvırcık saçlı bıcırık baldızları, Bedri Koraman’ın Milliyet’in pazar sayfalarında uzun uzun anlattığı ilişki ve kaçamak dersleri bir çırpıda sayılabilir. Kılıç’ın farklılığı, aynı meseleyi daha yavaş ve derinleştirerek anlatması. Engin, kadın görünce dili dışarıya çıkan, gözleri büyüyen, renk değiştiren, eli ayağı birbirine dolanan karikatürlerin aptal erkeklerine benzemiyor diyemem ama fırsat kollayan psikolojisi, dolambaçlı ciddiyeti onu geçmişteki örneklerden ayırıyor. Harareti var eden unsur, onun başarıya ulaşma ihtimali değil, o ihtimalin etrafında dolaşması. Kılıç, kamerasını taraflara çevirdiği için meseleyi sadece Engin’in gözünden de izlemiyoruz. Herkese daha içerden, daha yakından bakılıyor. Sinem, ablasıyla didişirken, başka kızları kıskanırken, ödevlerini çalışkan birilerine yaptırırken, babasıyla kavga ederken, Alper’i aldatırken, toplu taşıma araçlarından ve sokaklardaki insanlardan iğrenirken, baldız karikatürünün dışına çıkıyor. Kılıç, karakter katmayı, hikayeyi öne değil yana doğru genişletmeyi sevdiğinden enişte-baldız ekseninin dışına çıkmak istiyor. Bir bölümde Engin’in kardeşi Utku’nun hayatı, bir diğerinde Alper’in babasının hatıraları veya Sinem’i üniversitedeki hocasının cool’luğunu anlatabiliyor. 

Bir hayalet gibi gezinen mutsuzluk

 

Çizgi romanlarımızda çok değil on yıl önce sadece kahramanın eylemlerinde odaklanan anlatım biçimi, epey bir zamandır farklılaşmış durumda. Bu da hikayeden çok karakterlerin, olaydan çok karakter özelliklerinin ve akıldan-güçten çok duygusal çatışmaların konuşulduğu başka bir anlatım evresine geçtiğimizi gösteriyor. Kılıç’ın çoğulcu anlatımı da bu sayede soap opera tahkiyesinden çıkarak, şimdiki zaman karakterlerinin panoramasına dönüşüyor. Kılıç karakterlerinin temel özelliği, kendilerini sakınmaları, asıl niyetlerini gizlemeleri, komik bir pozculukla büyüklenmeleri. Bir meseleye sinirleniyor gibi görünüyorlar ama o konuda öyle adamakıllı ısrarcı değiller, ısrarcı görünmek onlara bir hava katacaksa onun pozunu yapıyor ve o nedenle ısrarcılığı sahipleniyorlar. Hemen herkes birbirine akıl veriyor, tecrübe hikayeleri anlatıyor.  Eylemler ve konuşmalar, görünür olma tutkusunu önceliyor, dinleyen değil dinleten olmak istiyorlar, hepsi beğenilmek ve hayran yaratmak için yaşıyor gibiler. Küçük yalanlar, iddialar, jestler, ezberler hep bunun için dolaşımdalar. Duygular ve akıl yürütmeler, sahicilikle veya kullanılabilir olmasıyla değil medya romantizmiyle yapılandırılıyor. Çevrelerine sahte bir farkındalıkla bakıyor, asıl olarak nasıl göründüklerini umursuyorlar. Aşırı rekabetçi bir toplumun içindeler, kaygı ve depresyon onları bütünüyle etkiliyor; gözyaşı döküyor, anksiyete yaşıyor, gevezeleşiyor, savruluyorlar.


Köşeye sıkışmalarının nedeni, arzunun sürekli kışkırtıldığı bir hayatı yaşıyor olmaları. Yetinemiyor, kabullenemiyorlar. Biliyorlar ki o kadar da ilgi çekici değiller; eksikler, önemsizler, çalışmak, rekabet etmek zorundalar. Vasatlıkları konuşmalarından, cahilce kestirimlerinden, özentiliklerinden anlaşılabiliyor. Bir hayalet gibi gezinen mutsuzluk, belki de en çok buralarda kendini gösteriyor. Kendini yetersiz hissetmek, sürekli artan rakipler, harcayacak kadar para kazanamamak ve güvensizlik, mıh gibi akıllarda duruyor. Baba otoritesi karşısında özgüvenli Alper bile titrekleşebiliyor; alt sınıflarla, yoksullarla, travesti ve tinercilerle karşılaşıldığında korku ve tedirginliğe kapılıyor, bir an evvel kaçmak, evlere ve birbirlerine sığınmak istiyorlar. Sığınakta sesler farklı yankılanıyor elbette,  öfke patlamaları ve delikanlılık gösterileri, dönüp dolaşıp cinsel ilişkiye ve cinsel yeterliliğe indirgenen erkeklik halleri yaşanıyor. Kadınların bildiği, kullandığı, evirip çevirdiği hallenmeler bunlar. Alper, sırf Sinem rahatsız oldu diye göğüs kıllarını bir gösteriyle alev alev yakıyor. Utku, arkadaşı Özcan’a Sinem’i kastederek “kardeşin böyle manitalarla takılıyo…” diye yalan dolan böbürlenebiliyor. Sinem, eniştesinin tuhaf fotoğraflarını çekip ona karşı koz olarak kullanabiliyor.


Ve Sinem, ilginç ve başarılı bir çizgi roman, yarın da hatırlanacak. Orta sınıflara, metropole, şimdiki zamana bu kadar yakından bakan yerli bir çalışma konuşulmayı hak ediyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.