“Zengin bir adam olsaydım bile dış görünüşüme ilişkin tam bir özgüven duygusuna sahip olamazdım. Yalnızca bir metre elli santim boyunda biriyim, tenim koyu renk ve dişlerim öne doğru çıkıntılı.” (s. 76)
Herkes bir başkası olmak ister. Bir yanlışlık, eksiklik, hastalık değil bu. Tamamen insani, olası, bazen kaçınılmaz bir dürtü belki. Kısalar uzun olmak ister, kıvırcıklar düz saçlı. Bizim gibi nice az gelişmiş toplumlar “Batılı” olmak ister, Batılılar “egzotik.” Yaşı kemale erenler genç olmak ister, çocuklar büyümek. Züğürtler zengin olmak ister, muktedir olmak ister, mutlu olmak ister. Zenginler bunların çoğunu parayla satın alınabilir hale getirmeyi becerir. Naomi böylesi bir değişim arzusunun romanı. Bir adam, bir kadın, koskoca bir toplum bir başkası olmaya çalışıyor.
Hiç kolay değil elbette. Dönüşüm hayalini neticede gerçekleştirebilen, kararlı, plan program yapan, altyapısı sağlam, ayakları yere sıkı basan adam olmuyor. Tam tersine uçarı, cahil, tabansız (belki omurgasız), hava gibi uçucu, ahlak, değer, norm tanımayan kadın oluyor. Zira hayalini kurduğumuz değişim, çoğunlukla arkaya bakmamak demek; durmadan ilerlemek, uzaklaştığın ölçüde kendini terk etmek demek. Herkesin harcı değil Naomi olmak.
Bir anlamda birbirlerinin kollarında değişime uğruyorlar, ama düşlediği ideale ulaşan sadece Naomi oluyor. Joji ise karşısındaki metamorfoz mucizesini hazmedemeyip, eleştirdiği geleneksel toplumun bireylerine benzemeye başlıyor. “Normal” bir evlilik hayatının hayalini kuruyor, klasik bir Japon evi alıp, bir hizmetçi ve aşçı tutmayı düşünüyor, kıskançlaşıyor, çocuk sahibi olmanın ilişkiyi kurtaracağını zannediyor.
“İnsanlar hep ilerleme ve başarıdan bahseder, ancak Tokyo'ya gidip boş ve anlamsız bir yaşam sürmek ne ilerlemeydi, ne de başarı... Taşralı biri en çok taşraya yakışırdı. Memleketime geri dönüp bu toprakları daha yakından tanıyacaktım.” (s. 226) Naomi'nin iradesi tüm bunları yarı yolda bırakıyor bırakmasına ama esas mesele Joji'nin kadına ayak uyduramadıkça her seferinde daha şiddetli tökezlemesi. Tüm ilişkiyi son derece mecazi bir biçimde anlatan dans sahnesi gibi. Joji dansa yön veremediği gibi, Naomi'nin adımlarını takip edemez hale geliyor, buna bir de pistin yeni cilalanmış yüzeyi eklenince kendini iki seksen (aslında sadece 1.58) yerde buluyor! Hem de defalarca…
İnsana dair
zamansız bir ihtimal
Güçlü olanın suçlu, zayıf olanınsa masum bir kurban olduğunu düşünme eğilimimiz vardır. Halbuki her ilişkide, ilişkinin farklı safhalarında, kim güçlü, kim zayıf teşhis etmek o kadar kolay değildir. O yüzden romanın başında daha yaşlı, eğitimli, zengin, iş sahibi Joji'nin, çocuk yaşta, fakir, ailesi hayatta olmasına rağmen kimsesiz Naomi'yi suiistimal ettiği (ya da çok yakında edeceği) varsayımı baskın çıkıyor. Oysa Naomi'nin zayıflığı agresif bir zayıflık, her seferinde güçlü görünen Joji'yi istediği yönde hareket etmeye ikna ediyor. Joji, genç kadın özgüven kazansın diye küçük ödünler verirken, gitgide kendine güvenini yitiriyor, kadına hayranlığı ölçüsünde zayıflıyor, ta ki artık güçlü olmayana kadar.
“Bu gecenin Naomi'si özlemi çekilen, hayran olunası değerli bir taştı... Bu yeni Naomi'nin önünde benim gibi bir adam ancak diz çöker ve tapınırdı. O beyaz parmak uçları bana hafifçe dokunacak bile olsa, sevinç duymak yerine sarsıla sarsıla titrerdim herhalde.” (s. 235)
Hikaye ana hatları itibariyle, biraz Yaprak Dökümü'nde Şevket'in önlenemez bir istikrarla Batılılaşan karısı Ferhunde karşısındaki ezikliğini biraz da Lolita'da kerli ferli profesör Humbert Humbert'ın her halini mükemmel, pirüpak bulduğu, henüz 12 yaşındaki Dolores Haze karşısında çocuklaşmasını hatırlatıyor. Ama söz konusu olan basit bir karakter ya da olay örgüsü benzerliğinden çok fazlası. Tanizaki'nin büyük başarısı (keza Nabokov'un) iki insan arasındaki bu eşitsiz ilişkiyi, hayranlığı, hatta tahakkümü varoluşsal bir noktadan irdeleyebilmesi. Bu yönüyle anlatılan dışsal, eski ya da yabancı bir hikaye değil. Her an tecrübe edebileceğiniz, zamansız, insana dair bir ihtimal. Başka bir deyişle, iyi bir roman.
Görsel: Nora Yeksek
Naomi'yi yeni bitirdim. Mükemmel bir roman. Nazan hanımın yazısı biraz aceleye gelmiş gibi. Ama şu cümle güzel: "Tanizaki'nin büyük başarısı (keza Nabokov'un) iki insan arasındaki bu eşitsiz ilişkiyi, hayranlığı, hatta tahakkümü varoluşsal bir noktada irdeleyebilmesi." Teşekkürler. Elif Öncü
Yeni yorum gönder