Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Egemen düşünce ile diyalog



Toplam oy: 1046
Savinien Cyrano De Bergerac
Yapı Kredi Yayınları
Öteki Dünya; herkese değil, felsefe tarihine, bilim kurgu edebiyatının başlangıcına, Batı düşüncesinin gelişim tarihine ilgi duyanlar için müthiş bir hazine. Kitap, öncelikle Bergerac çağının egemen düşünceleri ile yoğun bir diyaloga giriyor. Bu çerçevede felsefe tarihinin başta Aristoteles olmak üzere önemli figürlerinin düşüncelerini tartışıyor.

Ey Okur! Sizler için katlandığım çilenin haddi hesabı yok! Canavarlıklarını güler yüzlü maskelerinin ardına gizleyen Sabit Fikir'in editör mafyası ile çalışırken başka türlü olması da mümkün değil. Siz sanıyor musunuz ki özgürce seçiyorum okuduğum kitapları. Ne gezer? Adeta bir ceza çeker gibi kötü romanları okutuyorlar bana. Yazdıklarımızı takip edenler bilirler, bizde alengirli yorumlara yer yok.

 

Aman yayınevi darılmasın, yok efendim yazarımızı küstürmeyelim, tamam kötü bir metin ama şöyle etrafından dolanalım, türü taktikler bize yabancıdır. Elbette hata yapabiliriz, ama içimiz dışımız bir. Bir metin bize ne hissettiriyorsa, dilimiz döndüğünce onu sizlerle paylaşmaya çalışırız.

 

Son aylarda çektiğim çilelerden sonra çok kıymetli, saygıdeğer editörümüzün Savinien Cyrano de Bergerac'ın YKY'nin yayınladığı Öteki Dünya, Ay Devletleri ve İmparatorlukları'nı tanıtma önerisi gelince pek sevindim. Kitap elime geçmeden önce tanıtım yazısını okuyunca pek keyiflendim. İtiraf edeyim ben de pek çoğunuz gibi Cyrano de Bergerac'ı bir roman kahramanı sanıyordum. Hani Pinokyo ile birlikte edebiyat tarihinin burnu ile meşhur şövalyesi. Sayısız kere sahnelenmiş, birçok kez filme alınmış bir eser. Bu vesile ile Bergerac'ın 1619-1655 yılları arasında yaşamış, söz konusu esere ilham kaynağı olmuş ilginç bir gerçek kişilik olduğunu öğrendim. Mustafa Demirkan hoca, bu eserin Türkçede olmamasını bir eksiklik olarak görmüş olmalı ki, güzel bir çeviri ile dilimize kazandırmış.

 

 

Cyrano de Bergerac'ı bir roman kahramanı sanıyordum. Hani Pinokyo ile birlikte edebiyat tarihinin burnu ile meşhur şövalyesi.

 

 

 

 

YKY'nin takdire şayan bir kamu hizmeti olan Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi'nden geçtiğimiz ay yayınlanmış. Bu diziyi seviyorum. Üstelik baskı ve kağıt kalitesine oranla fiyatlandırma açısından da makul bir seviyede seyrediyor. Ama dizinin adından da anlaşılacağı gibi bu dizide yer alan kitapların önemli bir kısmı meraklısı ya da uzmanlar için bir hazine niteliğinde. Hoş zaman geçirmek için, efendim kafa dağıtmak için, tatilde plajda okunacak kitaplar değiller. Öteki Dünya da böyle bir kitap. Herkese değil, felsefe tarihine, bilim kurgu edebiyatının başlangıcına, Batı düşüncesinin gelişim tarihine ilgi duyanlar için müthiş bir hazine. Kolay hazmedilir, eğlendirici bir metin okuyayım diyenlere göre değil. Öncelikle Bergerac çağının egemen düşünceleri ile yoğun bir diyaloga giriyor. Bu çerçevede felsefe tarihinin başta Aristoteles olmak üzere önemli figürlerinin düşüncelerini tartışıyor. Toplumsal hayat, siyaset, insan ilişkileri, kuşkusuz din, fizik gibi konularda dönemi için devrimci düşünceler geliştiriyor.

 

 

Kitabı okuyunca Bergerac'ın çok erken bir zamanda 36 yaşında, nedeni tam anlaşılamayan ölümünün edebiyat ve düşünce dünyası için ne kadar büyük bir kayıp olduğunu anlıyor insan. Bergerac'ın akıl almaz öngörülerinden birisi insanın aklına zamanımızın akıllı cihazlarını getiriyor, Walkman, iPod, iPhone, e-kitap okuyucu tarzı aletlerin geliştirileceğini 1600'lü yıllarda düşünebilmesi, onun uçsuz bucaksız hayal dünyasının ve bilgi birikiminin boyutlarını kanıtlıyor. aya yaptığı seyahatte ayda yaşayan ve neredeyse tüm yaşam biçimleri, adetleri, alışkanlıkları dünyadakilerin tersi olan ve dünyayı ay, ayı ise dünya kabul eden canlıların kullandığı kitabı şöyle anlatıyor: “Şeytanım bu kitapları bu dünyanın diline tercüme etmişti; ama sizlere henüz onların matbaalarından bahsetmediğim için, bu iki cildin şeklini açıklayacağım. Kutuyu açınca, içinde madeni, bizim saatlere benzer ve üstünde sonsuz sayıda küçük yaylar ile fark edilemeyecek kadar ufak makineler gördüm. Bu gerçekten bir kitap ama sayfaları ve harfleri bulunmayan, mucizevi bir kitaptı. Neticede, bu kitaptan öğrenmek için gözler faydasızdı ve sadece kulaklara gerek vardı. Yani birisi okumak istediğinde, bu makineyi çok miktarda bir sürü değişik anahtarla kurduktan sonra ibresini dinlemek istediği bölümün üstüne getiriyordu. Aynı anda, bu makaradan sanki bir insan ağzından yahut bir müzik aletinden geliyormuş gibi, Ay soylularının aralarındaki konuşma diline benzeyen, her çeşit belirgin ve farklı ses çıkıyordu. Kitap hazırlamanın bu mucizevi icadı hakkında düşündüğüm zaman, bu ülkedeki gençlerin, on altı ve on sekiz yaşları arasında iken, bizim kır sakallılara göre çok daha fazla bilgiye sahip olmalarına artık şaşırmadım. Zira konuşmaya başladıkları anda okumayı da biliyorlar, okumaktan asla mahrum kalmıyorlar; odada şehirde, seyahatte, ayakta, at üstünde ya ceplerinde ya da eğerlerinin kayışına asılı olarak bu kitapların otuz kadarını taşıyabiliyorlar.” (s. 92) İnanılmaz değil mi? Bergerac, Batı düşüncesi ve edebiyatının ana damarlarından birisi olan hicve dayalı felsefe hikaye geleneğinin temellerini atarak kendisinden sonra gelecek Swift, Voltaire gibi büyük ustaların yolunu açmış.

 

 

 

 

Her şeyin dünyanın tersi olduğu bu Ay-Dünya'da iktidar, yaşlılarda değil gençlerdedir. Ölülerin toprağa gömülmesi ancak kötü insanlar için uygulanan bir yöntemdir. Ölümünün yaklaştığını hisseden, yaşlı filozoflar dostlarını bir ziyafet sofrasında toplayarak neden ölmek istediğini onlara anlatarak ikna etmeye çalışır. Oylama yapılır, eğer ölmesine karar verilirse bu bir lütuftur. Daha da ilginç olan ölüm töreninin nasıl yapıldığının ayrıntılarını merak edenleri kitaba yönlendirelim.

 

Ayrıca ayın soyluları dünyada olduğu gibi soyluluk işareti olarak kılıç taşımak yerine kemerlerine bağlı 'edep yeri şekilli bronz' bir takı taşırlar. Dünyalımız bunun kendisine çok tuhaf geldiğini belirtince aldığı yanıt şu olur: “Sizin dünyanızın büyükleri, sadece bizleri yok etmek için hazırladıkları, neredeyse herkesi amansız düşman görürcesine, celladı temsil eden bir aleti teşhir etmek için çıldırıyorlar da, aksine, ona sahip olmasaydık, bizleri de yeryüzünde eksikliler arasında saydıracak bir organımızı, doğanın güçsüzlüklerinin yorulmaz tamircisini, her canlının Prometeus'unu, göz ardı ediyorlar. Zavallı ülke, doğurganlık işaretleri yüz karası, yok ediciler onurlandırıcılı sayılıyor. Üstelik bu organa, sanki hayat vermekten daha şerefli başka bir şey varmış ama hayat almak en aşağılık sayılmazmış gibi, müstehcen yer adını takmışsınız!” (s. 96) Bergerac 400 sene sonra hiçbir şeyin değişmediğini görse insanlık için ne düşünürdü dersiniz?

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.