Shirley Jakcson, gotik edebiyatın en önemli kalemleri arasında. Günümüzde hâlâ en çok okunan yazarlardan olan Neil Gaiman, Stephen King ve Joyce Carol Oates; Shirley Jackson’a, ilham aldıkları yazarlar listesinin üst sıralarında yer veriyorlar.
Jackson’ın Türkçedeki ilk kitabı Tepedeki Ev, 2011 yılında Siren Yayınları tarafından yayımlandı. Geçtiğimiz ay, yine aynı yayınevinden Berrak Göçer’in özenli çevirisiyle Biz Hep Şatoda Yaşadık isimli romanı yayımlandı. Romanı, gotik edebiyatın dile ve anlatıma nasıl ustalıkla yansıtıldığına dikkat kesilerek ve bir kız kardeşlik tiradı olarak okumanızı öneririm.
Blackwood ailesinin beklenmeyen ve şaibeli ölümleri, Constance ve Merricat’in yaşadığı küçük Amerikan kasabasında büyük yankı uyandırıyor, Blackwood ailesinin yaşadığı ev ve geriye kalan üç aile ferdi (Constance, Merricat ve Julian Amca) uğursuz ilan ediliyor. Ancak uğursuz olarak nitelendirilmeleri, kasabalarının ve özellikle de çocukların onları sıklıkla rahatsız etmesine engel oluşturmuyor. İki kız kardeş de diğer insanlara karşı şiddetli bir korku duyuyor, endişeleri sebebiyle kimseyle görüşmeye yanaşmıyorlar. Bu endişeler hem diyaloglara hem de monologlara çarpıcı şekilde yansıtılmış; okur da bu iki kız kardeşle birlikte dış dünyaya karşı büyük bir endişe krizine tutuluyor. Bu arada Shirley Jackson da hayatı boyunca basın ve kalabalıktan uzak duruyor, kitapları ve çalışmaları hakkında dahi röportaj vermeyi reddediyor. Romandaki iki kız kardeşin dış dünya ve diğer insanlara karşı duydukları dehşeti bu denli iyi aktarmasının nedeni, yazarın kendisinin de dünyaya karşı benzer bir dehşet hissetmesi olabilir.
Ailenin trajik ölümü sonrası, bu üçlünün dışarıyla temasını sağlayan iki olay var: Merricat’in çarşıya gidip ev için yaptığı alışverişler ve Constance’ın kabul ettiği iki misafir. Tüm bu endişe ve anti-sosyal hayat içerisinde kendi dengelerini tutturmuş olan kardeşlerin hayatı, kuzenleri Charles’ın gelişiyle ikinci defa sarsılıyor. Jackson, Charles karakterini öylesine ustalıkla yazmış ki okur, Charles’ın kızların hayatına dahil olduğu bölümleri okurken duygularını kontrol etmekte zorlanabilir.
Biz Hep Şatoda Yaşadık, iki ana karakter etrafında şekilleniyor. Merricat, hayal dünyasının derinliklerinde dolaşmayı seven ve zaman zaman gerçek ile hayalleri arasındaki çizgiyi ayırt edemeyen genç bir kadın ve okurun şimdiye kadar karşılaştığı en garip karakterler arasında yerini almayı hak ediyor. Constance, Merricat’in ablası; hem yaşanan skandalın hem ev işlerinin hem de Merricat’ın sorumluluğunu tek başına üstlenmiş, yorgun bir kadın. Kitap, anlatacaklarını okurla katman katman paylaşıyor, sırlar kitabın sonrasına doğru anlaşılıyor. Jackson’ın dilindeki akıcılık ve kitaptaki sürükleyicilik, hikayenin kendisinden de besleniyor ancak bu akıcılığı sağlayanlar karakterler, diyaloglar ve kendini ilk anda açığa vurmayan sırlar diyebiliriz.
Jackson, roman boyunca okuru ters köşelerle şaşırtıyor: romanın bir bölümünde Constance ve Merricat’in insanlarla temasının artacağına dair bir beklenti oluşturuyor ancak romanın sonunda iki kardeşin gün ışığının bile eve sızamadığı, yalıtılmış bir hayata başladığını öğrenip şaşırıyoruz.
Amerikan gotik edebiyatının ustalarından Shirley Jackson’ın kaleme aldığı kısa hikayelerini ve diğer romanlarını Türkçede görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Yeni yorum gönder