Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İnsanlığın kendi elleriyle yarattığı “evlatları”



Toplam oy: 247
Doğan Kitap
Irmak Ertuna Howison, Özgür Çiçek //
19. yüzyılda yazılmış bir metin üzerine yazmanın ve okumanın anlamı nedir?

Hayat tuhaf tesadüflerle dolu… Son günlerde yapay insan meselesine takmış bir halde, Despina Kakoudaki’nin Robot Anatomisi kitabının Frankestein’ı ele aldığı bölümünü okurken, karşıma iki üretken akademisyenin kitabı çıkıverdi: Babam Sağ Olsun: Frankenstein 200 Yaşında. Bu iki kadın, 200 yıl önce yazılmış bir metnin, nasıl oluyor da hem bu denli sağlam bir sosyo-kültürel analizini yapıp, hem de bunu disiplinden olmayan genel okuyucuyu dışlamadan becerebiliyor? Bunda, Frankenstein’ın popülerliğinin de payı var elbette, ama bu coşkulu ve çok yönlü metnin başarısı bu iki akademisyenin disiplinle ve hayatla kurdukları ilişki biçiminden kaynaklanıyor olsa gerek. Jane Austen kitaplarını okuyanlar ne demek istediğimi anlamış olmalılar!


Özgür Çiçek ve Irmak Ertuna-Howison, çalışmalarında yalnızca Frankenstein metniyle uğraşmıyorlar. Türün popüler örnekleriyle birlikte, “Mary Shelley’den Yaratıcı Yazarlara Tavsiyeler” veya “Hangi Romantiksiniz?” gibi popüler kültüre mal olmuş bazı formları da kitaba dahil ederek bizi zamanlar, mekanlar ve türler arası bir yolculuğa çıkarıyorlar. Bir yandan eserin yazılış serüvenini, dönemin koşullarını, Shelley’yi etkileyen ortamı ve gelişmeleri aktarıp, eserin belli sahnelerine ve karakterlerine yakın okuma yaparak bizi 19. yüzyıl edebiyatının en belirgin özelliklerine dair bilgilendirmeye girişiyor; diğer yandan, Frankenstein’daki belli örüntülerin popüler kültür dünyasına olan yansımalarına yer vererek bizi bazı önemli meseleleri yeniden düşünmeye davet ediyorlar.


Frankenstein’ın en belirgin teması olup, bu çalışmada da üzerinde durulan bence en önemli mesele ucube ya da canavar olma meselesi. Ucubeye duyulan tiksintinin, “insanların doğal olan ve olmayan arasındaki çizgi kaybolunca verdikleri duygusal bir tepki” olduğu tanımından yola çıktığımızda, Frankenstein’daki ucube kavramı bizi yapay zekanın veya öğrenen makinelerin geleceğine ilişkin üretilen korku senaryolarına kadar götürüyor. Bir yandan her geçen gün ortaya çıkan arkeolojik bulgularla insan türünün kökenine ve evrimine ilişkin yeni bilgilerin aktığı, diğer yandan yapay zeka alanında inanılmaz gelişmelerin yaşandığı günümüzde, belki de insan ile insan olmayan arasındaki sınırın en muğlaklaştığı zamanları yaşıyoruz. Bu yüzden de bugün, canavar, ucube, tekinsiz gibi kavramları yeniden tanımlamamız çok daha büyük bir önem arz ediyor. İşte, Özgür Çiçek ve Irmak Ertuna-Howison da, Frankenstein’da öne çıkan ucube kavramını yalnızca 19. yüzyıl bağlamında irdelemiyor. Bu kavramın tarihselliğine ve toplumsallığına vurgu yaparak, günümüze kadar nasıl dönüşümler geçirdiğinin izini sürüyorlar ve geleceğe ilişkin bir söz üretmeye çalışıyorlar.


Özgür Çiçek ve Irmak Ertuna-Howison, postmodern, postinsan, yapay zeka ya da siborg kavramlarından çok önce Shelley’nin, insanlığın kendi elleriyle yarattığı “evlatlarına” karşı bir sorumluluğu olacağını, bu “ucubelerin” de aslında insanlığa özgü sandığımız empati ve hislere sahip olabileceğini öngördüğünü belirtiyorlar. Yaratılarımızdan duymamız gereken sorumluluk meselesini, yalnızca Victor Frankenstein’ın canavarıyla olan ilişkisi ya da güncel bilimsel gelişmeler ve onların yaratıcıları arasındaki ilişki üzerinden ele almıyorlar. Topun ucuna kendilerini de koyarak, yazarların da eserlerinden sorumlu olması gerektiğini vurguluyorlar.


Bilimin geleceğine ilişkin teorileri tartışırken, insanın bilim yapma ve yaratma arzusunu alıp bir kenara atmıyorlar. Bilimsel gelişmelerin çok daha etik ve adil bir şekilde kullanıldığı takdirde ne gibi heyecan verici süreçlere tanıklık edebileceğimizin hayalini kuruyorlar. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin teknik detaylarına vâkıf olmadıklarını kabul etmekle birlikte, sosyal ve beşeri bilimcileri bu gelişmelerin sadece seyircisi olmaktan çıkaracak bir pozisyonun gerekliliğinin altını çiziyorlar. Yapay zeka tartışmalarının ayyuka çıktığı günümüzde, bunun denetiminin büyük şirketlerin ya da yalnızca yapay zekâ uzmanlarının tekelinde olmaması gerektiğini, bu denetimin halkın tamamına yayılmış, farklı uzmanlık alanlarından kişilerin görüşlerini de dikkate alan disiplinler arası, daha kapsayıcı bir birlikte düşünme süreci olarak yürütülmesinin önemine işaret ediyorlar.

Peki bugün, 19. yüzyılda yazılmış bir metin üzerine yazmanın ve okumanın anlamı nedir?

Günümüzde insanın tanımının ve varoluşunun üzerinde edebi metinlerin ve tarihsel söylemlerin ne kadar belirleyici olduğu yaygın bir şekilde kabul ediliyor. Bu durumda, geleceğin yapay insanının da bir dizi bilimsel, tarihi, edebi söylemin parçalı toplamından müteşekkil olacağı aşikar. Öyleyse, Özgür Çiçek ve Irmak Ertuna-Howison bu kitapta, popüler kültür eserlerine genişçe yer vererek yalnızca okurun ilgisini canlı tutmak için bir zemin yaratmaya çalışmıyor; bunun ötesinde bir amaçları var. Bir yandan, insana dair tanımlamaları insanı diğer varlıklardan ayıran söylemler arşivini yoklayıp, aradaki bağlantılara ışık tutarak yeniden yorumlamaya ve bu sürecin ardında işleyen ortak bir mekanizmayı sorgulamaya çalışıyorlar. Diğer yandan, okuma eyleminin giderek önemini kaybettiği günümüzde, metin okuma uğraşının (eleştirel olanın) haklı bir savunusunu yapmaya çalışıyorlar.

 


 

 

SabitFikir arşivinden ek okuma: Dosya: "Frankenstein" 200 yaşında

 

Görsel: Akif Kaynar

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.