Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kuzeyde bir Bildungsroman: Yazar olma meselesine bir bakış



Toplam oy: 870
Karl Ove Knausgaard // Çev. Ebru Tüzel
Monokl
Karl Ove Knausgaard, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kısa sürede tanınmasını sağlayan serisi Kavgam’ın dördüncü kitabı olan Karanlıkta Dans’ta, yazarlığa yönelik ilk adımlarını anlatıyor.

Bir yazarın eserlerini okumanın değil de, onun hayatına dair bilgi sahibi olmanın daha cazip geldiği bir zamanda yaşıyoruz. Okur deneyiminin metni es geçmeye daha yatkın olduğu ve cümlelerin, onları oluşturan kelimelerin, onları oluşturan harflerin ve nihayetinde bir bütün olan romanı oluşturan farklı dinamiklerin değiştiği geniş bir metinsel havuzda yazarın yaşamı giderek –ve belki de tekrar– daha güçlü hale getirmeye başladı.

 

Yazarların kendilerine ait bilgileri hiç çekinmeden ve şeffaf bir biçimde okura aktarması her ne kadar “röntgenciliğe” benzer bir duygulanım sağlıyor olsa da, burada okurun yazardan mutlaka şüphe duyması gerekir. Zira özellikle özkurgu gibi bir alanda eser veren ya da bu alanın içinde olduğunu iddia eden yazarlar, okurdan, okudukları metnin tamamının gerçek olduğunu varsaymasını ister. Çoğu zaman da böyledir; ama bahsettiğimiz çerçevenin dışında bir yazar olan Hasan Ali Toptaş’ın son romanı Kuşlar Yasına Gider’de otobiyografik öğelerin baskın olduğu izlenimi edinilmesine karşın aslında metnin büyük ölçüde kurguya dayalı olması yukarıdaki denklemi kolayca bozabilir örneğin. Ama yine de, metin aslında öyle olmasa bile yazarın hayatını, onun gerçekliğini okuyor olduğumuzu farz etmek veya öyle davranmak daha tatmin edici sanırım.

 

Karl Ove Knausgaard, tüm dünyada ses getiren ve hızla Türkçeye çevrilerek Türkiye’de de kısa sürede tanınmasını sağlayan serisi Kavgam’ın dördüncü kitabı olan Karanlıkta Dans’ta, yazarlığa yönelik ilk adımlarını anlatıyor. Gelgelelim bu adım sadece yazarlığa değil, aynı zamanda bağımsız bir birey olmanın ve onun heyecanlarını, sakarlıklarını, aksaklıklarını ve hırslarını en çarpıcı şekilde yaşamanın sorumluluğunu ve ağırlığını taşımaya yönelik.

 

Kopuş ve kuruluş

 

Karanlıkta Dans’ta, boşanan ebeveynlerinden annesinin yanında kalan Karl Ove, liseyi bitirmesinin ardından merkeze epey uzaktaki bir okulda öğretmenlik yapmaya başlar. Tek başına yaşayan Karl Ove, bu evi yazmak için bir fırsata dönüştürmeye çalışır. Yanında götürdüğü daktilosuyla yazar olmak için çabalayan henüz 18 yaşındaki kahramanımız Karl Ove, bir gazeteye giderek müzikten sorumlu kişiyle görüşür ve artık gazetenin müzik yazarlarından biri olur. Onun için önemli bir adımdır. Bu anlamda Karanlıkta Dans, Knausgaard’un kendisine dair gerçekliği, daha da önemlisi, yazar olma sürecinde geçirdiği badireleri ve gençliğin delidolu zamanlarının yazarlığıyla buluştuğu ve çakıştığı gerçekliği anlatması bakımından bir “Bildungsroman” özelliği taşıyor. Gelişim süreçlerini ayrıntılarıyla bir yazar haline gelmenin ne demek olduğunu aktarıyor Karanlıkta Dans; ama tonunu çok yükseltmeden...

 

Annesi ve babası ayrılan, kendisi de annesinden ayrılan Karl Ove’nin “kendisine ait” hayatında onu tanımlayan şeyin metinler olması, ayrılık anksiyetesinin bir semptomuymuş gibi görünür. Lacan’ın psikanaliz kuramındaki ana kavramlardan “imgesel,” nasıl çocuk ile anne arasındaki birlik ve bütünlüğün evreniyse (burada anne ile çocuğun iletişimi duygusaldır ve hislere dayalıdır), annesiyle yaşayan Karl Ove’nin uzakta bir köyde öğretmenlik yapmaya başlaması da annesinden kopuşa işaret etmektedir. Zaten belirli bir yaşa gelen gençlerin ailelerinden bağımsız bir hayata başlaması ya da buna “zorlanması,” Türkiye’de çok sık rastlanmasa da, Batılı yaşam tarzının temel noktalarından biri olarak kabul edilir. Karl Ove’nin annesinden kopuşu ise onu doğrudan yazarlığa itmiştir; kahramanımız gittiği köyde yazarlık yapabilecek ortamı kendine sağlayabileceğine inanmış, motivasyonunu bu yönde geliştirmiştir. Bu da Lacan’ın “imgesel”den “simgesel”e geçişini kabaca gösteren bir geçiş değil midir? Simgesel, dilin evrenidir ve artık her şey geri döndürülemeyecek bir biçimde dilin tahakkümü altına girmiştir. Karl Ove’nin öğrencilerinin yazdıklarını okuması ve kendine üzerine yazacak konu bulmaya çabalaması da, bu “simgesel” düzende yer edinme çabasını göstermektedir.

 

Geçiş noktası


Karanlıkta Dans’ta yer alan önemli örüntülerden biri de, Karl Ove’nin özellikle ilk ciltte öldüğünü uzun uzadıya okuduğumuz babasına yaptığı geniş ölçekli geri dönüşler. Onlarca sayfadan oluşan bu geri dönüşlerde Karl Ove’nin alkolik babasına ziyaretleri ve ağabeyi Yngve’yle gittiği babasının düğününde “hayatı[n]da hiç olmadığı kadar sarhoş olması” kahramanımızın benliğine ilişkin bir kırılma noktası oluşturur. Babasının ne hissettiği üzerine düşünmesinin, babasını merkeze alan duyguları doğrudan ya da dolaylı olarak dile getirmesinin, romanın ilerleyen kısımlarında Karl Ove’nin köydeki arkadaşlarıyla içki masalarından kalkmamasının, bu tür masaları bir yetişkinlik gösterisi olarak sunmasının Karanlıkta Dans’a komedi unsuru kattığını kabul etmek gerekir. Ancak Knausgaard’un “kavgasını” anlattığı seride çok maindar bir yerde (annesinden ayrıldığı ve yazar olmak, yetişkin bir birey olmak için adım attığı yerde) babasına ilişkin upuzun bir geri dönüş yapması Lacancı psikanalizin bize öğrettiği bir şeyi hatırlatır: “imgesel”den “simgesel”e geçişte babanın oynadığı belirleyici rol. Karl Ove’nin yazarlığa yönelmesi ve annesinden ayrı bir biçimde “kendine ait bir hayat”ın peşinde koşması tam da bir geçişi imleyen bir öyküdür.

 

Ancak Karanlıkta Dans, aynı zamanda Karl Ove’nin yazarlıktan uzaklaştığı, metne ve öykülere yönelik ilgisinin dağıldığı ya da dağılmak zorunda olduğu bir dönemi de içinde barındırır. Köydeki evinde Karl Ove, diğer öğretmen arkadaşlarını misafir eder ve onlara yazdıklarından söz eder, diğerlerinin yazıp yazmadığını da merak ederek sorgular. Ancak bu ev ziyaretleri zamanla yetersiz kalır ve Karl Ove artık daha sosyal bir hayatın peşine düşer. Arkadaşlarıyla, çoğunlukla da ağabeyi Yngve’nin arkadaşlarıyla vakit geçirir. Farklı insanlarla kurduğu temas tuhaf bir biçimde alkole dayanır; Karl Ove içki içtiğinde epey bir tuhaf davranabilme potansiyelini taşımakla birlikte daha sosyal, daha konuşkan biri haline gelir.
İkinci belirleyen ise kadınlardır. Karl Ove artık kadınlarla etkileşim halindedir ve 18 yaşında hâlâ bakir olduğu için duyduğu utancı aşmaya çalışır. Bu yüzden kadınların da peşinde koşmaya başlar Karl Ove. Karanlıkta Dans’ın bir noktasından sonra yazmaya dair unsurların yok olup tamamen cinsellik üzerine kurulu bir anlatıya geçiş yapılmasının sebebi de düpedüz alkol ve kadınlardır. Neyse ki, önceki kitaplardan bildiğimiz üzere Karl Ove, basit hayatının tüm karmaşıklığıyla yazar olmayı başarabiliyor.


Genç bir yazar olmanın, yazarlığa arzu duymanın yolu engebelidir ve başka arzular tarafından sekteye uğratılır: “Simgesel” ya da yetişkinliğe geçiş her ne kadar anneden ayrı bir bireyin kuruculuğunu beraberinde getirse de, aynı zamanda onun yıkıcılığını da içinde taşır. Karanlıkta Dans, Kavgam serisinin Âşık Bir Adam’da olduğu gibi hayatta yapılan tercihleri ve bunların beraberinde getirdikleri ve götürdükleriyle ilgili ayrıntılı bir kitap. “Nasıl yazar olunur?” sorusuna yüzlerce sayfalık bir bakış.

 


 

Görsel: Onur Aşkın

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.