

“Alto-saksafon ve yeni çağın cazı”, “savaş sonrasının yeni caz stili” gibi meselelere kafa yormuş, üzerine kitaplar yazmış “çok bilmiş” bir caz eleştirmeni ile merceğindeki caz dâhisi... Usta yazar Cortázar’ın, hayranı olduğu müzisyen Charlie Parker (namıdiğer Bird) için yazdığı Takipçi adlı uzun öykünün kahramanları, biyografi ve otobiyografi türlerine ve kahramanlarına kurmaca varlıklarıyla dahi kafa tutuyorlar. Kapağında “Charlie Parker’a adanmış bir öykü” vurgusunun yer alması önemli, zira bu küçük ve özel kitap başta eleştirmen olan anlatıcının giderek bilinçlenmesi doğrultusunda yaşamöyküsü ve özyaşamöyküsü denilen türlerin gerçeklik algısını, konu ettikleri kişileri mitleştirme eğilimlerini güçlü bir şekilde sorguluyor ve en güzeli de bunu kurmacanın zarif yöntemleriyle gerçekleştiriyor. Cortázar, Takipçi’de “sanatını icrasıyla olduğu kadar, fırtınalı yaşamöyküsüyle” de her daim ilgi çekecek olan deli-dâhi müzisyen imgesini her iki karakterine de gerçeklik, zaman, yaşam ve görme biçimleri hakkında düşünme egzersizleri yaptırarak felsefi bir boyuta taşıyor. Müzisyenin hikaye boyunca yanı başından ayrılmayan anlatıcı; içkili ve uyuşturuculu Paris gecelerinde, nehir kenarlarında, romla karışık kahvelerin içildiği Café de Flore’larda, müzik şeytanının musallat olduğu kayıtlarda, yakınların ölümünde ona eşlik ediyor, onun hayatı hakkında bir kitap yazmaya çalışıyor. Anlatıcının en can alıcı itirafı, müzisyenin dâhi olup olmadığını kendince sorguladığı kısımlarda Johnny’nin (Charlie Parker) müziğiyle evrene kattıkları üzerinden genel olarak, bilebileceği her şeyin sınırlı olduğunu söylemesi, anlayamamayı kabul etmesi. Bilememeyi ve anlayamamayı kabul etme bilinci olarak adlandırabileceğimiz bu durum, Cortazar’ın kurmacasında hem yaşamöyküsü ve özyaşamöyküsü yazmanın “gerçek dışılığına” hem de varoluşun kendisine işaret ediyor. Anlatıcının bu itirafa varmasında etkili olan, şüphesiz müzisyenin sorduğu sorular oluyor. Örneğin, dâhi müzisyenlik vasfını tanrısallıkla birleştirmeye meyilli bir bakış açısına Johnny şöyle bir karşılık veriyor: “Ben çalarken sen melekleri görüyorsan, bu benim suçum değil.” Oluşturulmuş bilinçlere, bilgiçliğe karşı haklı bir isyan ediyor ve aslında, “benim hakkımda bir şey bilmeniz mümkün değil, ancak bildiğinizi sanırsınız,” diyor.
Cortázar’ın Parker’ı düşünerek yarattığı karakter, görmenin de bir yanılgı olduğunun altını çiziyor. Herkesin yaptığı işlerin zorluğuna inanmasının, kendine güvenmesinin, bir kedi ya da köpeğe bakmanın, ama en önemlisi insanın kendine aynada bakmasının yanında bir hiç ve yanlış görme biçimi olduğunu söylüyor. Elbette müzisyen bunları söylediği sırada sarhoş olduğu, uyuşturucularla yatıp kalktığı, bir gün öncesinde ölülerin külleriyle dolu vazoların arasında dolanırken bulunduğu için, tam da bahsettiği “gördüğüne inananlar” tarafından başka bir oluşturulmuş bilincin kurbanı, “deli-dâhi”nin önde gideni olmaya mahkum kılıyor kendini. Oysa anlatıcı önemli bir ayrıma dikkat çekiyor: Johnny’nin sanıldığının aksine izlenmek yerine aslında izlediğini söylüyor. İzlendiği için bir sanatçı olarak var olmaya devam etmesinden ziyade onun dış dünyayı izlediği için sanatını ortaya koyabildiğine dikkat çekiyor. Nitekim Johnny de müziğin kendisini zamanın dışına çıkarmadığını, aksine izlemeye devam ettiği ölçüde tam da zamanın içine soktuğunu anlatmaya çalışıyor. Cortázar’ın Charlie Parker’ı görme biçimi üzerinden kurguladığı bu özel hikaye, üzerinde tekrar tekrar düşünmeyi gerektiriyor.
Yeni yorum gönder