Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Oyunlarla yaşayanlar



Toplam oy: 1584
Nermin Yıldırım
Doğan Kitap
Saklı Bahçeler Haritası, tarihsel arka planının zenginliği, olay ve karakterleri, dili ve kurgusuyla Nermin Yıldırım'ın olgunluk dönemine girdiğini müjdeliyor.

1980 doğumlu Nermin Yıldırım, genç yazar kuşağının gelecek vaat eden isimlerinden; daha önce Unutma Beni Apartmanı (2011) ve Rüyalar Anlatılmaz (2012) adlı romanları yayımlanmıştı. Her iki romanında da geçmiş ile bugün arasında gidip gelen ve geçmişteki yaşanmışlıkların bugün üzerindeki etkisini işleyen hikayeler anlatıyordu. Yeni romanı Saklı Bahçeler Haritası’nda da benzer bir anlatım görüyoruz. Ancak ciddi bir aşama kaydetmiş; Saklı Bahçeler Haritası, tarihsel arka planının zenginliği, olay ve karakterleri, dili ve kurgusuyla Nermin Yıldırım'ın olgunluk dönemine girdiğini müjdeliyor.

Yan yana akan ama biri diğerini etkileyen iki farklı hikayesi, iki farklı zamanı var romanın. Mekanlarsa İstanbul'dan Berlin'e, Berlin’den Polonya'ya, oradan İspanya'ya kadar geniş bir alana yayılıyor. Tarihsel ve zamansal genişlik hikayeye büyük bir dinamizm katmış. Ne var ki romanı özetlemeyi bir hayli zorlaştırıyor. İstanbul'dan başlayalım; büyük bir yayınevinin editörü olan Rıdvan'a gelen esrarengiz bir zarftan... Masasının üzerinde bulduğu zarfın içinden biri Suad, öbürü Behiye ismiyle imzalı iki kısa mektup çıkar. Sararıp solmuş kağıtlardaki tarihleri görünce şaşıracaktır Rıdvan. 1960 yılını göstermektedir tarihler. Behiye Berlin'den, Suad İstanbul'dan yazmıştır.

 

Rıdvan mektupların bir yazar tarafından yollanan yeni bir roman taslağı mı yoksa kendisine oynanan bir oyun mu olduğu düşünedursun, biz Suad ile Behiye arasındaki mektuplaşmaya, daha doğrusu hesaplaşmaya odaklanacağız: Suad ve Behiye, yolları 1933’te ayrılmış iki kızkardeş. Zengin bir ailenin çocukları, küçük kardeşleri Fuad'ın talihsiz ölümünden sonra birbirlerine çok yakın yaşamışlar. Behiye, Suad'ın da sevdiği Franz'ın peşinden evi terk edince ilişkileri kopmuş, 27 yıldır ne görüşmüşler ne de haberleşmişler. Artık kırklı yaşlarında olan Behiye, Suad'ın kendisini affetmesini istiyor. Suad ise katı. Nasıl katı olmasın? 30'lardan 60'lara öyle acılar yaşamış, öyle acılara tanıklık etmiş ki, hayattan neredeyse elini ayağını çekmiş. İşte bunları anlatacaktır Behiye acılı ve ağulu bir dille; Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki toplumsal ve kültürel değişim, kılık kıyafet modernleşmesi, köşe kapmacı, köşe dönücü zihniyetler, varlık vergisi, Demokrat Parti iktidarı, 6-7 Eylül olayları... Erkek egemen bir toplumda kendini var etmeye çalışan, yerini arayan Suad, kötü bir evliliğe de katlanmak zorunda kalmış; Behiye gibi kaçıp gitmek hayalleriyle yaşamıştır: "Kaçamadığım ve kaçamayacağımı anladığım için, yıllar boyu oyunlar uydurup durdum. Kendimi terk edemeyince, hiç değilse başka hayatlarda soluklanabileceğim hayaller kurdum. (...) Ben hayatın hayalini kurmakla avundum, sense bizzat yaşadın. Bencilliğine öfkeliyim ama bunun haricinde seni ancak kıskanabilirim. Zira sen, benim yapmak isteyip yapamadığım, olmak isteyip olamadığım her şeysin kardeşim!”

 

Suad'ın yapmak isteyip de yapamadıklarını gerçekten yaşamıştır Suad. Ama onun tanıklıkları da acılarla dolu. Mesela kocası Franz'ın peşinden İspanya'ya gitmiş, iç savaşa katılmış, pek çok önemli insanla tanuşmış, Almanya'da Nazizmin iktidara gelişini, Polonya'da Yahudilere uygulanan katliamları izlemiştir. Sonra kocasından ayrılmış, sevdiklerini yitirmiş ama yaşama sevincini muhafaza etmesini bilmiştir.

 

Mektuplardaki hikayeler romanın içine yayılarak ilerliyor. Araya giren bölümlerde ise editör Rıdvan'ın bu mektuplarla kurduğu ilişki öne çıkacak; bir yandan mektupların kurmaca mı gerçek mi olduğu hakkındaki şüpheleri, diğer yandan zarfları gönderenin belirsizliği ama belki de daha önemlisi Rıdvan'ın mektuplarda okuduğu hayatlarla kurduğu empati... Sonuçta işini aksatacak kadar gerilecektir Rıdvan. Oysa zarfların sırrı hiç de uzağında değildir...

 

 

İnsan ruhunun haritası

İki ana hikayeden söz ettim ama çok sayıda yan hikayecik olduğunu da eklemek gerekir. Neredeyse her roman kişisinin ayrı ve etkileyici bir hikayesi var. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Avrupa’nın en kaotik tarihinin karakteristiğini çok sayıda hikaye ile ortaya koyuyor Yıldırım. Ama özellikle belirtmek gerekir ki Saklı Bahçeler Haritası tarihi roman türüne yerleştirebileceğimiz bir anlatı değil. Tarih roman kişilerinin hayatlarının içinden akıp giderken onların kaderlerini etkiliyor. Tarih ve coğrafya içine öyle iyi yerleştirilmişler ki, duygu ve düşüncelerine kolaylıkla eşlik edebiliyoruz.

 

Saklı Bahçeler Haritası’nın övgüye değer yanlarını sayarken kurgusu üzerinde de durmak isterim. Ayrı kollardan akan iki hikayenin kesişme noktalarını yakalaması, Rıdvan'ın mektupların gizemini çözme uğraşı üzerinden merak duygumuzu sürekli körüklemesi güzel ama kurgunun romana katkısı Behiye ve Suad'ın hikayesinde. Sürpriz ama bu hikayeye çok yakışan son çok iyi kurgulanmış. Öyle ki, başa dönüp hikayeleri yeniden gözden geçirmek isteği uyandırıyor. Başa döndüğünüzde ise Yıldırım'ın böyle bir sürprizli son hazırlamak için şapkadan tavşan çıkarmadığını, ipuçlarını mektuplar arasına serpiştirdiğini fark ediyorsunuz. Geçip giden hayatların yarattığı hüzün daha da yoğunlaşıyor.

 

 

 

 

Ve son olarak dili... Rıdvan'ın dünyasına, yani günümüze geldiğinde biraz ruhsuz, ama mektuplarda kullanılan dil derinlikli ve şiirsel. Burhan Sönmez'in ifadesiyle, "Has bir dile yaslanan Nermin Yıldırım, insanın ruh haritası ile toplumun ruh haritasının kesiştiği yerde, edebiyatın güçlü haritasını çıkarıyor ve orada herkese yeni bir kader çiziyor.”

 

Suad'ın vasiyet mahiyetindeki son mektubundan bir alıntı ile bitirelim: "Sakın üzülme. Üzülme ve bil ki dünya dediğin lüzumsuz bahçe, bazen her yer, bazen tek bir yer, bazen de hiçbir yerdir. İnsan dediğin kötü tohum, bazen her şey, bazen tek bir şey, bazen de hiçbir şeydir. Ama tuhaf olan bu değildir Behiye. Bu işteki asıl acayiplik, öyle ya da böyle oluşunun aslında hiç fark etmeyişidir. Ve işte tam da fark etmediğini fark ettiğin o nefti anda, âlemin ritmi bozulur, içi boşalır, bir güvercinin karda bıraktığı ayak izlerine dönersin. Sonra azıcık kar yağar, silinirsin. Böyledir. Yani bütün uzun hikâyeler bu kadarcıktır aslında. Ne kadar uzun başlarsan başla, sonunda hep kısacık bitersin. Bir rüyadan öbürüne devrilirken birdenbire nefesin kesiliverir. Ne bahçe kalır geriye, ne çiçek ne de tohum. Bitersin."

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.