Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Peki öyle olsun



Toplam oy: 684
Alper Canıgüz
April Yayıncılık
Kahramanımız Aziz kırklı yaşlarda, Boğaziçi mezunu, aşk romanlarını Türkçeye çeviren, boşandığı karısını unutamamış biri. Aldığı kararların pişmanlığı içinde kıvranırken, esrarengiz bir şekilde, tam da Kurt Cobain'in intihar ettiği günde üniversitenin kampüsünde uyanıyor.

Alper Canıgüz yüksek ritimli, okuru merakta tutan, keyifle akan metinler kaleme almakta; şaşırtıcı konu ve temalar seçmekte pek mahir. Bu bakımdan son romanı Kan ve Gül: Bir Kara Dejavu da okurun beklentilerini karşılayacak düzeyde. Bu romanı esas dikkat çekici yapan ise, Canıgüz'ün inşa ettiği başkarakterin Türk romanında bir kırılmaya işaret ediyor oluşu.

 

“Spoiler” vermeden biraz bahsetmeye çalışalım: Kahramanımız Aziz kırklı yaşlarda, Boğaziçi mezunu, çoksatar aşk romanlarını Türkçeye çeviren, boşandığı karısını unutamamış bir adam. Romanda bize çizilen portreden onun bir “kaybeden” olduğunu anlıyoruz: Sonsuz ihtimaller bahçesi olan yirmili yaşlarında aldığı talihsiz kararların pişmanlığı içinde kıvranırken, esrarengiz bir şekilde 1994'te, tam da Kurt Cobain'in intihar ettiği günde, üniversitenin kampüsünde uyanıyor.

 

Aziz'in temsil ettiği tip, bugün X kuşağı olarak ifade edilen kayıp kuşak. İyi eğitimli, değer yargıları bir üst kuşağınkinden radikal şekilde farklı, dünyayı değiştirecek güçte bir enerjiyle uyanıp gerçek hayatla karşılaştıklarında hüsrana uğrayan bir kuşak bu. Hüsranın sebebiyse belli. Tercih edilecek iki yol var; biri üniversite kantinlerinde sabahlara kadar tartışılan, o çok da sahici gelen teorileri unutup iyi bir maaşla iyi bir işe girmek yahut da hem dünyayla, hem o eski ideallerle hem de kendiyle kavgalı, kinik bir kaybedene dönüşmek.Türk edebiyatında bu kinik ve kaybeden adamın temsili, daha ziyade kendi içine kapalı, kendi kuyusunu büyüten, kaybedişinin uzun türküsünü yakar şekilde arzıendam ediyordu. Bu tipin temel karakteristiği ise hedonizm ile nihilizm arasındaki biteviye salınımıydı.

Fakat Canıgüz, karakteri Aziz ile, bu tipe yeni bir yaklaşım getirmeyi deniyor. Geçmişiyle kavgalı bu adamın çıktığı zaman yolculuğu, onun donuklaşmış ve bir anlamda karikatürize halde tırnak içine alınmış trajedisinin çözülmesine vesile oluyor. Hikayenin odağındaki polisiye olayın çözümü sürecinde Aziz, geçmişini tekrar tecrübe ederken, kısılıp kaldığı eşiği atlayarak yeniden doğmaya hazır hale geliyor. Şimdiki zamanın içerisinde görülen uzun bir rüyanın yardımıyla yarılan zaman, Aziz'in birçok sayfasını atlayarak yarıladığı kitabı baştan okumasını sağlıyor. Bu bakımdan Canıgüz'ün karakteri, Türk edebiyatındaki bunalımlı kaybeden tipi değerlendirmede farklı bir perspektif sunuyor.

 

Öte yandan Kan ve Gül, zaman yolculuğu temasıyla da polisiye romanlara özgün bir yaklaşım getirmeyi başarıyor. Malum, polisiye biraz da hüner gösterme alanıdır. Cinayetin çözümü için ya dâhi bir karakter gerekir, ya anlatının perspektiflere bölünmesi ya da kurgunun eksiltili bırakılarak sonuçta bağlanması icap eder. Polisiye sahasında özgün bir hikaye anlatmak için onlarca farklı yol denendiği için, okur, yazarın ne yapıp edip onu şaşırtmayı başarmasını ister. Canıgüz de, zaman yolculuğu temasıyla bunu deniyor. Bu şekilde henüz işlenmemiş bir cinayetin sebebini bulup cinayeti engellemeye çalışarak farklı bir yaklaşım bulmayı başarıyor. Bize de, peki öyle olsun, demek düşüyor!

 

 

 


 

 


Görsel: Tayfun Pekdemir

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.