Uzak bir dağ kasabasına yetim bir çocuk olarak gelen, fiziksel gücü sayesinde ağır şartlar altında ses çıkarmadan çalışan, âşık olan, savaşa katılıp esir düşen Andreas Egger’in hayatını, tam da onun ömrü gibi basit ve yalın bir biçimde anlatıyor Bütün Bir Ömür. Son zamanlarda okuduğum en çarpıcı romanlardan biri. Romanı bu denli çarpıcı kılan şey ise, Robert Seethaler'in basit anlatımının Andreas Egger'in hayatının durgunluğuyla bir uyum içinde oluşu.
Roman, Egger’in keçi çobanı Boynuz Hannes’i ölümden kurtarmaya çalıştığı sahneyle açılır. Bu sahne döngüsel olarak sona, adından anlaşılacağı üzere bir ömrün sonuna işaret eder. Seethaler, kahramanı Egger’in yaşamını, kahramanın hatırlamayı seçtiği anlarla anlatır. Ve bu seçimle hayatımızda neyin, ne zaman olduğunun ve ne kadar sürdüğünün belirleyici olmadığını; belirleyici olanın bizim için etkileyici olan anlar ve o anlara ait duygularımız olduğunun altını çizer.
20. yüzyılın büyük bir bölümüne tanıklık eden Andreas Egger’in yaşamı, Avusturya Alpleri’nde şekillenir. Henüz dört yaşındayken geldiği bu kasabada büyür. Fiziksel olarak yaşıtlarından güçlüdür, az konuşur; kendisine söylenenleri yapar. Geleceği nadiren düşünür. Çocukluk yıllarında zihnine kazınan ve büyük hayranlık duyduğu dağlar, yaşamın en etkileyici varlığı haline gelir. Dağın tepesine ulaşacak teleferiğin yapımında çalışır, gizli bir gururla günün birinde, dağa çaktığı çivinin taşıdığı merdivenden çıkacak insanların kendisine borçlu olacaklarını düşünür. Ancak, içinden geçenleri kimseyle paylaşmaz.
Romanda Egger'in kişiliğine yönelik tasvirler, onun toplum için yararlı bir insan olmak isteğine rağmen bağımsız bir ruh oluşunu vurgular nitelikte. Bağımsız ruhunu değiştiren şey ise Marie’ye duyduğu aşk olur. Aşkını anlatacağı sözcükleri seçemese de, varoluşuyla bu aşkı yaşamsal kılar. Marie’yi sahiplenir, onun gelişiyle yaşamında büyük bir değişiklik olur. Onu koruması ve ona bakması gerektiğinin bilincindedir artık, üstelik bunu ister. Yine de işini artırmasını istemek için gittiği işverene söyledikleri ele geçirilemeyen bağımsızlığının ifadesidir: “Bir adamın saatleri satın alınabilir, günleri çalınabilir ya da tüm yaşamı gasp edilebilir. Ama kimse bir adamın yalnızca tek bir anını alamaz. Durum budur ve şimdi beni rahat bırak.”
Romandaki en güzel ve lirik cümleler doğa betimlerinin yapıldığı, özellikle de dağların anlatıldığı cümleler. Romanda dağlar, doğanın insan tarafından yenilemezliğinin göstergesi olarak karşımıza çıksa da, aynı zamanda insanın alçakgönüllü olması gerektiğini de hatırlatıyor. Ancak yazarın doğaya bakışı romantik değil; insanın modernleşmesi sonucunda ortaya çıkan bir nostalji de taşımıyor. Doğa insanın kaderinden bağımsız, hatta insandan bağımsız bir bütün olarak yer alıyor romanda.
Çalışmaya başlayan teleferiğe ilk kez bindiğinde, dağların kudretini biraz yitirdiğini hisseden Egger, bu mağruriyetinin bedelini büyük bir acıyla öder. Çığ düşer ve hayatı tümüyle o çığın altında kalır. Yeniden tek başınadır.
“Yara izleri yıllar gibidir”
Savaş başladığında gönüllü olarak cepheye gitmek için başvurur, ilk başvurusu kabul görmez ama ardından çağrılır. Kuzey Karadeniz steplerinde bir dağ başında yalnız kaldıktan sonra bir esir kampına götürülür. Burada tıpkı kasabasındaki gibi çalışır, ormanda, bozkırda ne iş verilirse yapar. Ölümü çok daha yakından tanır. İlk günlerde ölenleri sayarken iki hafta sonra vazgeçer. Savaş bitip de kasabasına döndüğünde, gördüğü değişim onun için çok şaşırtıcıdır; cadde genişlemiş, rengarenk parıldayan otomobiller vadinin girişinden vınlayarak geçerek günübirlikçileri, yürüyüşçüleri ve kayakçıları köyün meydanına getirmeye başlamıştır. Kasabası dağ turizmi merkezi haline gelmiş, bildiği ve tümüyle içselleştirdiği sükunetin yerini büyük bir hareket almıştır.
Egger büyük olmayan amaçlarından biri olan doğa sevgisini yaşamını sürdürmek için paylaşmaya, dağlara dair bildiklerini gelenlere anlatmaya karar verir. Köye gelenlere rehberlik eder. Bu geliş gidişler sıklaşıp insanlar artıkça, o zamanı sorgulamaya, zihnindeki anıları gözden geçirmeye başlar. Hatıralarında olaylar birbirine girer, daha doğrusu yeniden şekillenir. Teleferikte geçirdiği onca yıl bir mevsimmiş gibi görünür. Onun için zaman, kendisinde iz bırakan anlardan ibarettir artık. Anıları bölük pörçüktür, kokularla anımsar, sesleri zihninde tutar. Varoluşuna son derece uygun bir biçimde hayatının en kıymetli anlarını hatırlar. Karısı Marie'yle geçirdiği kısacık dönem bu nedenle esir kampının anılarından daha belirgindir.
Kimi zaman da yara izleri ona bir şeyler anımsatır. Marie’nin yara izini ilk gördüğünde düşündüğü gibi, “Yara izleri yıllar gibidir” onun için. “Birbiri ardına gelir ve hepsi birlikte ancak o zaman bir insan eder.” Yıllar sonra ellerini inceleyip ellerindeki izlere baktığında kendi hikayesini hatırlayabildiği kadarıyla bu izlerden takip eder, her biri bir talihsizliği, bir çabayı ya da başarıyı anlatan bu izlerden anımsar.
Kar sessizliğine uygun bir ritim
Egger insanlardan uzaklaşıp kendi başına kalmaya başladığında içsel yolculuğu derinleşir, geri dönüp hayatını sorgular. Hayatındaki her şeyden memnundur; doğru yaşadığı bir hayatı sonuna kadar sürdürebildiği için minnettardır. Bir hayatın anlamlı olması için büyük ya da farklı olması gerekmez, eksiksiz yaşanması gerekir ve Egger geri dönüp baktığında hayatı sessizce sürdürmenin, büyük zorlukların üstesinden gelmeye ihtiyaç duymadan sorunları kabullenmenin ve gücü ölçüsünde değiştirmenin yeterli olduğunu görür. Bütün Bir Ömür, Egger'in varoluş gerçeğine dayanır. Egger kendini haklı göstermek, acındırmak, yüceltmek, fark ettirmek gibi şeyler yapmadan yaşar. Ölüm ise farkında olduğu ve beklediği bir sondur.
Robert Seethaler, Egger'in hayatını ve onun bu hayatta nasıl tepki verdiğini, neredeyse bütün coğrafyayı kapsayan kar sessizliğine uygun bir ritimle anlatıyor. Bu kısacık romanı başarılı kılan ise, öykünün odağındaki Egger.
Bütün Bir Ömür, bize, bir hayatın anlamlı olması için büyük ya da farklı olması gerekmediğini, eksiksiz ve pişmanlık duyulmadan yaşanması gerektiğini anlatan bir roman. Modernleşmenin insan üzerinde yarattığı olumsuzluğu bunlardan hiç bahsetmeden eleştiren, insanla doğanın mücadelesinde, doğanın zaferini insanı küçültmeden hissettiren ve dahası taşıdığımız tüm yara izlerinin yaşamımız boyunca bizi terk etmediğini hatırlatan bir başyapıt. Dino Buzzati’nin Tatar Çölü ve Yaşlı Ormanın Gizemi romanları, Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz’i, John Williams’ın Stoner’ı gibi...
Görsel: Seda Mit
Yeni yorum gönder