Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sessizlik bir ömür



Toplam oy: 1046
Nihad Siris // Çev. Rahmi Er
Jaguar
Sessizlik ve Gürültü, sesin şeytanlaştırılıp yabancılaştırıldığı uzak/yakın ülkelerden birinde, tanrıdan rol çalan gürültülü bir sesin karşısında, neşesini yitirmeden durabilen bir yazarın direniş metni...

Nihad Sîris, Suriyeli muhalif bir yazar. Onun muhalifliği kendisi olmaktan geçen bir seçimin tezahürü aslında. Sözün yarattığı etkiyi, ahengi kendi sessizliği içinde düşünmeyi, tasavvur etmeyi önemseyen diğer kalemdaşları gibi, düşüncelerinin özgürlüğünü yitirmemek için sürgüne çıkmış bir yazar aynı zamanda. Sessizlik ve Gürültü ise, sözün, sesin şeytanlaştırılıp yabancılaştırıldığı uzak/yakın ülkelerden birinde, tanrıdan rol çalan gürültülü bir sesin karşısında, neşesini yitirmeden durabilen bir yazarın direniş metni...

 

Sessizlik ve Gürültü, Nihad Sîris’in kendi yaşamındaki tecrübelerin izdüşümünü de taşıyan bir metin aynı zamanda. Suriyeli yazarın bu romanı ülkesinde yasaklanıyor, ardından Beyrut’ta basılıyor. Dolayısıyla Suriye’nin politik arenada sergilediği tutumun çarpıcı tasvirleri, romanın başkahramanı ve anlatıcısı yazar Fethi Şiyn’in başından geçen olayların kurgusuna harç ediliyor. Bilinmeyen bir ülkedeki distopik atmosferin yarattığı gerilim gözler önüne seriliyor. Aslında herhangi bir Ortadoğu ülkesi olabileceğini tahmin ettiğimiz mekan/coğrafya, baskıcı rejimlerin kitleler üzerinde yarattığı yıkımın/tahribatın fotoğrafını çekiyor. Hal böyle olunca hikayenin nerede geçtiği/yaşandığı meselesi tamamen önemini yitirmese de bu, metnin içinde evrensel olanı imlediği için önemli bir tutum. Bununla birlikte Sîris, anlatıcının/Fethi Şiyn’in, tanrısal vasıflar atfedilen Lider için düzenlenen yürüyüş mitingini, alıştığımız dünyanın görselliğini aşırılaştırıp yadırgatarak gözler önüne seriyor. Okura kapısını açtığı bu dünyanın, görsel/işitsel uyarıcılarıyla, bilişim ve enformasyon gücüyle ortak hafızada yarattığı körleşmeyi belirginleştiriyor. Bayraklarıyla, afişleriyle, hamasete evrilen sanat geleneğiyle, resmi ve milis güçleriyle yabancılaşmış bir dış dünya gösteriyor Sîris.

 

Diğer yandan Lider’in kendisine atfettiği tanrısal güç, kitlelerin algısını yönetmesini sağlayan bütün sosyal iletişim unsurlarının yanı sıra, bu bilinmeyen ülkenin politik labirentlerinde de ayak seslerini hissettiriyor. Bu öyle güçlü bir ses ki metnin hem mekan hem de zaman olgusunu belirsizleştiriyor, böylelikle sokaklar, geniş caddeler, kent meydanı, güvenli yaşam alanlarından otokratik sistemin tahakkümüne uğrayan tekinsiz mekanlara evriliyor. Bununla birlikte Sîris tanrısal/şeytansı vasıflarıyla tüm siyasal kudreti elinde bulunduran Lider’e dinsel bir boyut katmıyor. Metnin tüm gerilimi bu izlek üzerinde. Dolayısıyla Lider, din erkinden muaf bir siyasi düzeni sanatın (şiir/düzyazı) deforme edilmiş estetiğiyle mitleşiyor. 

 

 

Nihad Sîris metninde gerçeği daha dolaysız yollarla işaret edebilmek için ironik bir dil kullanıyor. Anlatıcı/ yazar Fethi Şiyn ve annesi bu dilin ana figürleri. Baskı ve dayatmanın her türlüsüne bir karşı koyuş biçimi olarak neşe, bu ironi dilinin malzemesi oluyor. Yazarın, annesinin ve babasının evliliği ile ilgili anlattığı anılar, Lider ve onun kişiliği üzerinden politik bir hicve dönüşüyor. Fethi Şiyn’in bir gün boyunca başından geçen hadiselere sebebiyet veren büyük yürüyüş de onun alaycı ve serinkanlı dilinin/tavrının altını çizerek metnin etkisini güçlendiriyor. 

 

Sessizlik ve Gürültü, tüm karşıtlıklarıyla ses olgusunu kucaklayan bir metin. Anlatıcı politik argümanını yaşamın zıtlıklarıyla ve bu zıtlıklar içinde keşfedilmeyi bekleyen güzelliklerin tasvirleriyle besliyor. Kentin karmaşası ve Lider’in gücü, gürültünün şiddetiyle yaşamın seslerini manipüle eden büyük bir kaosa dönüşüyor. Televizyon ve radyo kanallarından halka seslenişi, sesin bir şiddet ve baskı aracı olarak araçlaştığı önemli bir gösterge. “Hoş bir sesti kaplumbağanın sesi. İşitilebilecek en güzel seslerden biriydi. Şimdi ben değerli siyasetçilerimizin, araçlarının ve halkı devrimcileştirme yollarının neden olduğu bu gürültü ve hoş sesin bize ulaşamadan kaybolduğunu hayal edebiliyorum…” Fethi Şiyn, kendi suskunluğunda, kentin yaşamak için sığındığı sessizliği duyumsuyor. Böylelikle ses/gürültü, sessizliğin olanak tanıdığı özgürlüğe, evrenle bütünleşme duygusuna olan hasreti de görünür kılıyor. “Kainattaki en güzel şey;uzaktan gelen yumuşak sesleri işitmemize imkan veren sükûnettir…”

 

Bir koltuk değneği olarak aşk

 

“Gülmek ve seks yapmak hayata tutunabilmemiz için kullandığımız iki silahtı. Eskiden yazmak, benim için yaşamı sürdürmenin ana nedeniydi. Ben sessizliğe mahkûm edildikten sonra bu kez seksin, sessizliğin karşısında bir tür konuşma, hatta bir çığlık olduğunu fark ettik…”

 

Bu distopik evrenin önemli koltuk değneklerinden biri de aşk. Fethi Şiyn’in seçilmiş suskunluğunu canlı ve güçlü tutan şey, Lema ile paylaştıkları şefkat ve sevgi kuşkusuz. Üstelik Sîris, özgürlüğün tanımını aşk olgusu üzerinden de yapıyor. Gürültünün beyinleri yıkadığı sokaktaki hayat, kahraman yaratma ihtiyacının bir tezahürü metinde. Bununla birlikte aşırılık, aşkın hayranlık ile hakikat çarpıtılıyor ve Lider sentetik aşk duygusunu kitleleri efsunlayarak üretiyor. Bu anlamda kitlelerin plastik âşık olma hali ile Fethi/Lema aşkı sessizliğin ve gürültünün birer gösterenine dönüşüyorlar. Erotizm, özgür aşk bir direniş unsuru olarak güçleniyor metinde. Öte yandan Fethi Şiyn’in okura Lema’yı, Lema’nın bedeniyle kurduğu ilişkiyi tasvir ettiği bölümler, etkili kadın okuması için de kısmen ve sorunlu bir alan yaratıyor. Lema’nın beden ve çıplaklık ile yaşadığı barış durumu ile Fethi Şiyn, kadınların bedenlerini saklama/utanma kaygılarının bir haya duygusundan çok, bedenlerinin kusurlu olabileceği varsayımı ile ilgili olabileceğini tespit ediyor. Ardından Lema’nın sevgilisine göstermekten çekineceği herhangi bir bedensel kusuru olmadığı için bedeniyle/çıplaklığıyla dost olduğunu ifade ediyor. Lema’nın kendisine bakım yöntemleri ile sağlıklı bir bedene sahip olduğu metinde vurgulanıyor. Ancak yazar, kadınların bedenlerinden utanma duygusunun endüstriyel bir dayatma/tüketim tarafından beslendiğini, çoğaltıldığını ve bu durumun kadınların bedenlerini tanımlama hakkına yönelik mütecaviz bir tavır olduğunu göz ardı etmiş gibi görünüyor. Sonra şöyle diyor “İşte böyle biri Lema…Kendisini, hiçbir takıntısı olmadan sahiplenen ve sevdiğine o nasıl istiyorsa o şekilde sunabilen özgür bir kadın…” Sîris, son kertede diğerlerinin ne düşündüğüne aldırış etmeyen ve kendini “ancak iç (ev) mekanda” ifade edebilen bir kadının özgürlüğünü dile getiriyor. Bunu da bedensel kusursuzluğun/onayın mümkün kılabildiğini ifade ediyor. Ancak görünen o ki Lema da, Fethi Şiyn’in kızkardeşi Semira ve annesi de bu gürültülü coğrafyanın eril sesleri arasında eriyip gidiyorlar…

 

Sessizlik ve Gürültü, sesin karşıtlıklarıyla birlikte kullanıldığı işitsel bir metin aynı zamanda. Baskıcı sistemlerin paralize ettiği toplumlarda görülen yarılmayı seslerle etkili bir şekilde anlatıyor bununla birlikte anlatıya hâkim olan mizahi üslup, hikayenin gerilimli politik labirentlerinde tatlı bir esintiye sebebiyet veriyor. Jaguar Yayınlarından çıkan Sessizlik ve Gürültü, Rahmi Er’in itinalı çevirisi ve dipnot çalışmasıyla tanıdık gelen coğrafyaların sınırlarında gezdiriyor okuru.

 

 


 

 

* Görsel: Chiharu Shiota

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.