Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sevgi Soysal'ı nasıl bilirdiniz?



Toplam oy: 889
Kolektif // Haz. Seval Şahin ve İpek Şahbenderoğlu
İletişim Yayıncılık
Bu kitapla birlikte Sevgi Soysal yazınında hâlâ açılmamış kapılar olduğunu görebilir ve bu kapıların ardındakileri arama yolculuğuna çıkabiliriz.

2016’yla birlikte, Sevgi Soysal’ın bu dünyadan ayrılışının kırkıncı yılına giriyoruz. Bu kırk yıl içinde Sevgi Soysal’ın yazdıkları okunmaya devam ederken, son yıllarda yazarın külliyatı üzerine kapsamlı eleştirel incelemelerin de yayımlanmaya başlaması umut verici. İsyânkar Neşe, bu çalışmalardan en yenisi.

 

İsyankâr Neşe, Sevgi Soysal’ın romanları, öyküleri ve düzyazıları üzerine yazılmış incelemeler ile yazarın yaşamı üzerine yazılmış biyografik yazıları bir araya getiren bir derleme. Kitap bu geniş odağı sayesinde, yazarın daha önce üzerinde çok durulmamış işlerinin de yeniden gündeme gelmesini sağlayarak Soysal hakkında yapılmış çalışmalar arasında özel bir yer ediniyor. Zeynep Uysal ve Fatih Altuğ’un yazarın tamamlanmamış eserleri olan Hoş Geldin Ölüm ile “Yeraltı Kentinde Herhangi Bir Gün” üzerine yazmaları; Hilmi Tezgör’ün radyo konuşmalarını ele aldığı yazısında yalnızca 2005’te Hoş Geldin Ölüm’le birlikte yayımlananların değil, dergilerde yer bulan radyo konuşmalarının da üzerinde durması; Ebru Aykut’un 2014’te Türkiye’nin Kalbi, Kabul Günleri başlığıyla yayımlanan gazete yazılarındaki Hatice Hanım tiplemesinde odaklanması, Soysal’ın ne kadar çok yönlü bir yazar olduğunu hatırlatan örneklerden yalnızca birkaçı.

 

 

İsyankâr Neşe’nin Soysal’ın alımlanışı konusundaki bir diğer önemli katkısı da, yazarın bugüne kadar içinde düşünüldüğü kalıpların ötesine geçen, onun edebiyatına dair ön kabulleri tartışmaya açan yazıları barındırmasında yatıyor. Soysal’la ilgili sıklıkla öne sürülen iddialardan biri olan “bireysellikten toplumsallığa uzanan yazın yaşamı” fikri, hem Veysel Öztürk’ün Tutkulu Perçem incelemesinde hem de Pelin Başcı’nın “Ay’ı Boyamak” öyküsünü ele alan yazısında sorgulanıyor. Reyhan Tutumlu ise, “Yazarın metinlerinde ısrarla kadın meselesinin üzerinde durması, onun yazdıklarını feminist metinler olarak değerlendirmemiz için yeterli midir?” sorusunu soruyor ve bu soruyu Yürümek romanı üzerinden yeni bir bakışla yanıtlamayı deniyor.

 

İsyankâr Neşe’de yazarı kişisel olarak tanımış isimlerin yazdıklarına da yer verilmiş. Girişten hemen sonra Sevgi Soysal’ın kızı Funda Soysal karşılıyor bizi, anne ve babasının hapishane mektuplarından yaptığı alıntılarla zenginleştirdiği yazısıyla. Bu yazı, Sevgi-Mümtaz Soysal çiftinin 70’li yılların başındaki yazışmalarını gün ışığına çıkararak Sevgi Soysal’ı daha yakından tanımamıza olanak sağlamakla kalmıyor, bizleri yazarın gittikçe toplumculaşan bir çizgide ilerlediği düşüncesinin yanına bir soru işareti koymaya da çağırıyor.

 

Kitabın sonunda yer alan Sevgi Soysal kronolojisi ve yazarın metinleri üzerinde yapılmış tüm çalışmaları bir araya getiren bibliyografya, Soysal hakkında daha fazla okumak ve yazmak isteyenlerin işini kolaylaştıracak nitelikte.

 

İsyankâr Neşe’yi, “Sevgi Soysal’ı nasıl bilirdiniz?” sorusunu bize yeniden sorduran; onun edebiyatının, üzerine tekrar tekrar düşünmeyi gerektiren bir edebiyat olduğunu akla getiren bir Sevgi Soysal kitabı olarak okumak mümkün. Bu kitapla birlikte belki de Sevgi Soysal yazınında hâlâ açılmamış kapılar olduğunu görebilir ve bu kapıların ardındakileri arama yolculuğuna çıkabiliriz.

 

 


 

* Görsel: Ethem Onur Bilgiç

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.